Ana Sayfa Eleştiriler Only God Forgives / Sadece Tanrı Affeder (2013)

Only God Forgives / Sadece Tanrı Affeder (2013)

Only God Forgives / Sadece Tanrı Affeder (2013)
0
Danimarkalı yönetmen Nicolas Winding Refn büyük övgüler toplayan ve Cannes film festivalinden en iyi yönetmen ödülüyle dönmesini sağlayan “Drive”ın ardından çektiği düşük bütçeli filmi “Only God Forgives” bu sefer Drive’ın aksi yönde sert ve acımasız eleştiriler almış –Hatta Cannes prömiyerinde seyirci tarafından yuhalanmış-hiçbir şey anlatmayan bir film olarak yaftalanmıştı. Böyle olmasının en büyük sebeplerinden biri filmin dramatik yapı bakımından geleneksel ve çağdaş anlatı yapısından son derece uzak olması, sembolizm, görsel yapıya sırtını dayaması ve izleyicinin filmi  bir kalıba sokamaması.Bir filmi genel kitle tarafından beğenilmedi diye kötü olarak yaftalamanın çok doğru olduğunu düşünmüyorum bir kişi için çok önemli anlamlar taşıyabilen bir film başka bir kişi için anlamsız olabilir yani temel mesele kişinin bakışı, görüş açısıdır. Genel kitlenin ilgi odağı haline gelen filmler aslında belli başlı anlatı yapıları etrafında dönen bu noktada kısmen  benzer sayılabilecek filmlerdir elbette bu filmlerin kötü olduğunu söylemek, izlemeden yargılamak doğru olmaz fakat sürekli belli başlı anlatı yapıları etrafında dönme durumu olunca bu sefer seyircide bir alışkanlık durumu ortaya çıkıyor ve farklı denemelere olan tahammülsüzlük artıyor, ve benzer anlatı yapıları yüzünden oluşan kodlar sinema dilinin belli kodlara dayanan sınırlı bir dil olmasına yol açıyor ki bunun da sinemanın doğasına aykırı olduğunu düşünüyorum.

Nicolas Winding Refn “Fear X” filmiyle farklı bir yola saptığını sinyallerini vermiş ve o filmden bu yana kendi gerçek üslubunu oluşturabilmiş bir yönetmen.”Fear X” ve ardından gelen filmleriyle sinemanın özünün hareketli görüntüye dayandığını asıl derdinin görsel üzerinden anlatmak olduğunu düşünen bir yönetmen olduğu göze çarpıyor. Bu dönemdeki filmlerinde göze çarpan unsurlar aşırı derecede stilize estetik görsellik,sembolizm,minimum diyalog, bilinenin dışında anlatı yapısı,görsel üzerinden hikayesini-derdini anlatmaya çalışma,elektronik müzik kullanımı ve güçlü atmosfer.”Only God Forgives” yönetmenin sinematografisinde en çok “Valhalla Rising” ile benzeşiyor. Fakat “Only God Forgives”in baştan sona ekspresyonist bir çalışma olduğunu sadece izlemek değil okumak gerektiğini de vurgulamakta fayda var.Film, röportajlarında kendisinin de belirttiği üzere bir sanat eseri, bir tablo, bir Rembrandt resmi gibi okunmalı.

Filmin konusu aslında oldukça basit hatta klişe gibi görünen bir intikam hikayesine dayanıyor. İşlediği cinayet yüzünden Tayland’a kaçan Julian(Ryan Gosling) abisi Billy(Tom Burke) ile birlikte Bangkok’ta uyuşturucu ticaretine paravan olarak bir boks kulübü işletmektedirler. Julian’ın hastalıklı abisi Billy 16 yaşındaki bir fahişeyi vahşice katlettikten sonra öldürülür. Bunun üzerine Julian ve Billy’nin annesi Crystal(Kristen Scott Thomas) oğlunun intikamı için Bangkok’a gelir. Nicolas Winding Refn’in çoğu filminde gördüğümüz sıradan, bilinen bir içeriğin  sıradışı bir biçimle- sinemada gerçeği sunuş biçimi anlamı belirlediği için biçim aslında salt estetiğin ötesinde ahlaki bir öneme sahiptir-işlemesi bu filmde de karşımıza çıkmakta. Bu filmle ilgili olarak herşeyden önce yönetmenin röportajlarda dile getirdiği “Bu film bunalımda olduğum dönemde ortaya çıktı. Çıldırmış gibi senaryoya  her gün daha da şiddetli sahneler ekliyordum. Açıkçası eşimin hamileliğinde  feci bir varoluş krizine girdim. Karım tanrı gibi doğurgan ve yaratıcı bense olayda hiçbir kontrolü olmayan bir zavallıydım. Ateşler içinde yandım, cehennemdeydim sanki. Erkek olarak hayatı sorguluyorsunuz,delilik sınırlarını zorluyorsunuz.” bu sözlere dikkat etmek gerekiyor. Yönetmenin o dönemde inanç ve Tanrı konusunda bir öfke duyduğu açıkça görülüyor ki benim filmde gördüğüm,anladığım taraf da tam olarak burası. (Psikanalitik açıdan çok rahat ödipal kompleks yorumlamaları da yapılabilecek bir film fakat o taraflara girmeyeceğim)

Albert Camus’nün “Başkaldıran İnsan” adlı denemesinde dile getirdiği “doğa ötesi başkaldırı” asıl mevzubahis olan konu. Camus’den önce de Comte De  Lautremont mahlasıyla yazdığı “Maldoror’un Şarkıları”nda Isidore Ducasse bu konu hakkında yazmış korkunç Tanrı’sına olan öfkesini kinini ve suçlamalarını dile getirmiştir. Dostoyevski de “Karamazov Kardeşler”de “İvan Karamazov” karakteri üzerinden benzer konulara değinmiştir. Başkaldırının en çok göze çarpan 2 temel unsuru da adaletsizlik ve kötülük sorunudur.
only-god-forgives
“Karamazov Kardeşler”de Ivan Karamazov  insanları savunur ve onların suçsuzlukları üzerinde durur. Üzerlerine çöken ölüm cezasının haksız olduğunu söyler ve Tanrı’dan üstün tuttuğu “adalet”i savunur. Kötülük Tanrı’nın yaratımı için zorunluysa bu yaratım onaylanamaz ona göre. “Çocukların acısı gerçeğe erilmesi için zorunlu acılar toplamını tamamlamaya yarıyorsa,bundan böyle bu gerçeğin bu pahaya değmeyeceğini söyleyeceğim” der.İnançölümsüz yaşama götürür. Ama gizlemin ve kötülüğün benimsenmesini haksızlığa boyun eğilmesini de gerektirir. Tanrı var olsa da gizlem gerçeği kaplasa da Strareç Zosima haklıda olsa İvan bu gerçeğin kötülükle,acıyla ödenmesini,suçsuzun ölüm cezasına çarptırılmasını onaylamayacaktı. Böylece bu anlaşılmaz tanrıya bağlanmak yerine “adalet” denilen daha yüce bir ilkeye dayanacaktır. Ivan Tanrı var olsa bile insana yapılan adaletsizlik karşısında ona boyun eğmeyecekti. Ama bu adaletsizliğin kafada uzun uzun evirip çevrilmesi, daha keskin bir alev “var olsan bile”yi  “var olmaya değmezsin”e sonra da yoksun’a çevirmiştir.

Comte De Lautremont da “Maldoror’un Şarkıları”nda insanı savunmak için ortaya çıktığını söylemiş,kendisine ve insanlığa yapılan adaletsizliğe başkaldırmıştır.Kendini yaratıcı diye adlandıranı yıkanmamış hastane çarşaflarından dikilmiş bir kefenle örtülü olarak budalaca bir gururla oturduğu insan pislikleri ve altınlardan oluşmuş bir taht üzerine yerleştirir.İçinde çocukların,yaşlıların can verdikleri yangınlar tutuşturduğu görülen yılan suratlı,iğrenç ölümsüz,kurnaz haydut sarhoş olup ırmağa yuvarlanır ya da genelevde aşağılık hazlar arar. Tanrı henüz ölmemiştir, düşmüştür yalnız.Arada sırada da “Sizi ben yarattım öyleyse size dilediğimi yapmaya hakkım var.Bir kötülük yapmadınız bana kabul ediyorum.Size eziyet ediyorum,evet, bu da benim zevkim” diye bağırdığı duyulur.

Konuyu daha fazla uzatmadan kabaca özetlemek gerekirse bazı romantik,gerçeküstücü şairler ve Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler”inde Ivan Karamazov’un üzerinde durduğu konu dilediğini yapan, öldürücü, acımasız, kendi yasasından başka her türlü yasayı yadsıyan, cinayeti benimseyen “adaletsiz” bir varlığa savaş açmak üzerinedir. Andre Breton da şu sözlerle konuyu kısaca özetlemiştir: “Benim için hazırlanmış yazgıya boyun eğemiyorum, en yüce bilincim bu adaletsizlikle yaralı yaşayışımı bu yeryüzündeki her türlü yaşayışın gülünç kurallarına uydurmaya yanaşmıyorum.”

Filmin de benzer konular üzerine kurulu olduğu açıkça görülüyor.Acımasız bir polis şefi/Tanrı Chang (Vithaya Pansingarm), başkaldırıya zorlayan femme fatale anne/şeytan Crystal ve istemese de başkaldırmak, anne/şeytan’ın ahlaki dayatması(intikam) yüzünden onunla iş birliği zorunda kalan Julian karakterleri üzerinden sembolize ediliyor. Adaleti sağlayan polis şefi/Tanrı Chang adlı karakterin Julian’ın abisinin işlediği cinayeti işledikten sonra ortaya çıkışı, öldürülen kızın babasını sorgulaması, yargılaması ve hüküm vermesi adeta üstün bir varlıkmışçasına gösterilmiş. Adaletin sağlanmasını kızın babası Choi Yan Lee’ye bırakıyor fakat bu anlayış kısasa kısas, kana kan, dişe diş, gibi vahşice yaptırımları onaylayan bir anlayış. Polis şefi/Tanrı olan Chang’ın adaleti  sağlamaya çalıştığı görülse de tek düşündüğünün kendi otoritesi ve katı ahlak kuralları olduğu göze çarpıyor.Bunu öldürülen kızın(fahişe) babasını, geçinebilmek için kızının fahişe olarak çalışmasına göz yumduğundan dolayı suçlaması, yargılaması ve diğer kızlarının da böyle olmaması için hatırlatıcı bir unsur olarak kılıcıyla kolunu kestiği sahnedennet bir şekilde görebiliyoruz.Asıl konu öldürülen kız veya kızını öldürdüğü için Billy’yi öldüren baba değil. Geçinebilmek için kızının fahişelik yapmasına göz yumması yani onun ahlaki yasalarını hiçe sayması.
Crystal karakterinin de oğlunun öldürülmesi olayına polis şefi/Tanrı’nın da karıştığını da öğrenmesiyle başkaldırının fitili ateşlenir.Önce oğlu Billy’yi öldüren adamın  öldürülmesi gerekecektir.Bilindiği gibi Chang kızı öldürülen adamın kızının intikamını almasına izin vermiş ve ardından onu ahlaki kurallarına göre yargılamış sadece kolunu keserek yaşamasına izin vermişti.Fakat bu adam öldürülüşü polis şefi/Tanrı’nın otoritesine,adaletine ve koyduğu katı ahlak kurallarına açık bir şekilde başkaldırıldığının göstergesi olur. Polis şefi/Tanrı Chang’ın mutlak otoritesi,gücü ara ara filmde gösterilir.Örneğin Julian’ın işlettiği boks kulübüne geldiği sırada dövüşçülerin önünde saygıyla eğilmesi.Bu arada Crystal oğlunu öldüren ve bu işin içinde olan herkesi yok etmenin peşindedir.Bunun sonucunda yaptığı plan dahilinde polis şefi/Tanrı Chang ve ekip arkadaşları/müritlerine saldırı düzenleterek  ilk doğrudan başkaldırıyı gerçekleştirir. Kısa süre sonra saldırıyı yapanlardan bazıları yakalanır ve yine Tanrı’nın kılıcı tarafından vahşice cezalandırılır. Otoriter yapısını,katı ahlaki kurallarının sarsılmaması gerektiğini kanıtlarken bunu küçük çocukların önünde yapmaktan çekinmez.Yakalananlardan oğluna dokunulmamasını isteyen kişiye ise ne olduğu bilinmez her halinden teslimiyetçi yapısı anlaşılır belki de tekrar sonuna boyun eğmeyi kabul eden halinden dolayı affedilmiştir. Fakat buna dair kesin bir sonuç çıkarmak pek mümkün değil.

Polis şefi/Tanrı’nın başkaldıranları cezalandırması henüz bitmemiştir. Crystal ile işbirliği yapan kişi ise gece kulübünde yakalanır.Yardım etmeyi reddeder,başkaldırmayı sürdürür ve barbarca bir  işkence ile cezalandırılır.Polis şefi/Tanrı’nın gazabından o da kurtulamaz.
maxresdefault
Daha sonra ise gerçek karşılaşma gerçekleşir annesinden dolayı zoraki bir şekilde başkaldırıyı yapan Julian ile olan karşılaşma. Bu karşılaşma da diğerlerinden çok da farklı değildir. Polis şefi/Tanrı Chang tarafından adeta ezilir.Son olarak da başkaldırının arkasındaki gerçek kişi yani Crystal Chang tarafından yok edilir. Sonuç olarak zaten baskı yoluyla başkaldırmış olan Julian karakteri biat eder ve filmde birkaç kez cezalandırmalardan sonra karşımıza çıkan  polis şefi/Tanrı Chang’in ekip arkadaşları/müritlerine vaaz verir gibi şarkı söylemesiyle yani Tanrı’nın nihai zaferiyle film sonlanır. Filmde iki tarafın da başlıca amacı adaleti sağlamaktır. Bu adaleti sağlama çabası intikam yarışına ve başkaldırıya dönüşür. Sonunda  kazanan Tanrı’dır, adaleti tekrar sağlamış olarak görünür fakat bu baştan sona kanlı,vahşi ve barbarca olur. (Yöntem daha filmin başında ve  birkaç kez daha ortalara ve sonlara doğru gösterilen kılıçla açıkça belli edilir.) Cezalandırma isteği ve öfkesi hiç dinmez. Lautremont’un bahsettiği minnet duymayan kibirli varlık gibidir.”Yakarmalarına,kendisine günah ödeyici kurban olarak sunduğun cömert sungulara karşı duyarsız davranan Tanrı’nın çürümüş dinine daha ne kadar bağlı kalacaksın?” Gerçekten başat amaç adalet midir? Yoksa ahlaki düzen ve otoriteden ödün vermemek midir?Böyle vahşi bir Tanrı’nın katı ahlaki düzenine, gücüne ve otoritesine başkaldırmak yanlış mıdır?Ayrıca ”Kendisine karşı suçlamaları bana sağlayan da kendisi değil midir?” diyen Lautremont haksız mıdır?

Herşeyden geriye herkesin otoritesine ve ahlakına boyun eğdiği vahşi bir cezalandırıcı/yokedicinin hükümdarlığı kalır.

Only God Forgives biçimsel üslubu gerek içeriği açısından Nicolas Winding Refn’in filmografisinde önemli bir yer tutuyor. Dışavurumcu Alman yönetmenlerin yaptığını renk kullanımıyla başaran salt biçimcilikle eleştirilmesine rağmen-filmdeki görsel yapı, mizansen, kurgu ve özellikle de renk(Yoğun bir şekilde kırmızı,sarı ve mavi)ve ışık kullanımını içerik ve karakterlerle doğrudan bağlantılı- son yıllardaki iyi kotarılmış farklı üslubu olan bir film. Yönetmen adalet, ahlak, suç gibi kavramları irdeliyor ve kasvetli atmosferini etkili bir şekilde izleyiciye hissettirebiliyor.
***Albert Camus’nün “Başkaldıran İnsan” ve Comte De Lautremont’un “Maldoror’un Şarkıları” adlı kitapların okunması filmin anlaşılmasına daha çok yardımcı olacaktır.***
**”Başkaldıran İnsan” ve “Maldoror’un Şarkıları”ndan alıntılar içermektedir.**
İrfan Yalçın Sanat tutkunu,7. Sanat aşığı.Sinemanın düşündüren,sorgulatan,felsefi ve farlılıkları görmemizi sağlayan yanını seven ,sinemanın en güçlü sanat dalı olduğuna inanan sinefil. Eğitimine Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesie Radyo,Sinema ve Televizyon bölümünde devam etmekte.

Bir Cevap Yazın