Ana Sayfa Eleştiriler Stromboli (1950)

Stromboli (1950)

Stromboli (1950)
0

“Eski savaş silah tüccarlarını zenginleştirirken ve bu kazanç bazı ticari alışverişlerin geçici olarak kesintiye uğramasını kısmen önemsiz hale getirirken; yeni savaş gene silah tüccarlarını zenginleştirmekte, ama hava taşımacılığını, eğlence ve turizm sektörlerini, medyayı (reklam kaybı) ve genel olarak sistemin belkemiğini oluşturan tüm ikincil üretim sanayini ? inşaat piyasasından otomobile ? sekteye uğramaktadır (üstelik tüm dünyada).” Umberto Eco

BURADA BİR ‘BAŞLIK’ VARDI TANKLAR ŞEHRE GİRMEDEN ÖNCE

Güneşin cemali değildi arzın renklerini görünür kılan, sarışın bir yüzü aydınlatan; metal putçuklardan yansıyan parıltılar nur değil zulmet, ayna tutsalar göğe simsiyah bir kalp insanın değil insanlığın.Siyah beyaz olan film değildi o yıllarda insanlar sokaklar doğa hayvanlar alfabeler dahi siyah beyazdı. Bakmaklar değil varoluş sitemdide’ydi ve o yıllarda görülen rüyalarda Sulh Morpheus un kedisinin adıydı.

Ingrid in ağlaması söndürüyordu dut ağaçlarının dallarında ters asılı mumları. Âşıklar mumlardaki bu ateşi yudumluyordu; eriye eriye içlerine yol oluyordu mum mahlûlü. İnsanın batını ters bir yanardağ mıydı bu çağda . Sarı zakkumlar büyütüyordu göğü yere indiremeyenler, barutun kokusu Kabilin siyah teri, âşıklar Vulacanus un bahçelerinde eğleşiyordu. Ağlamaktan yorulmayan anneler doğurdukları mumdan evlatları ile aydınlatıyordu hanelerini ve vatanlarını. 

Kalbi parçalayan bu ses ne diye sormuştu Ingrig, metal putların kahkahaları diye fısıldadı Antonio, Dantenin merdiveni tersine çevrilmiş olmalı; eriyen koskoca bir mumun damlaları bizi öldüren.

Hz. Meryem taşısın sırtında evladı İsa gibi bir yanardağın eteklerinde taşın taşı yaktığı misillü sessiz bekleyen- insanları değil-varoluşunun merkezini kaybetmiş insanlığı.

RR_Stromboli_Still2_CFMN_IBergman4.6(Gündüz Düşü: Her zaman yaptığı gibi balkonunda iş dönüşü yorgunluğunu gidermek için kitap okuyan en son okuduğu kitabın Celin’in Gecenin sonuna yolculuk kitabının bitmesinin ardından yeni başladığı  Thomas Mann’ın Faustus romanını okuyan kadının gözleriyle gördüğümdür; aniden irkildi, ters mumlar ateşini arza değil göğe yükseltmeye başlayacaktı ; ay yükselipte aşıkların kalbi  ‘zamanın’  lisanını insanın lisanına kalbettiginde .Bakışlarını sokağa yöneltti , sokak fevkalade kalabalıktı bağırışlar vaveylalar iniltiler . İnsanlar hareketsiz ve nazarları sabit bir noktaya kilitlenmişti; Vulcanusun kanı akıyordu adeta kaldırımlarda yoksa bir insanın kanı bu kadar kırmızı olamazdı.

Merdivenleri ivedilikle indi o donmuş kalabalığı aşarak kanın aktığı yere doğru ilerledi ve papazın kanlar içindeki bedenini gördü. Her konuşmasında Dante’den alıntılar yapan ihtiyar bir kadın yavaşça yaklaşarak kadının kulaklarına şu sözleri fısıldadı; Strombolinin ateşi sakinleşmiştir umarım kendini kurban eden papazın kanı ile.

Kadın gözlerini kapattı ve ben çağımın soğuk savaşlarını okuduğum bir kitabın sayfalarına açtım gözlerimi )

Şehrin girişlerinde vahşi atlar gezinmiyor artık baykuşların emri ile değil sırtlanların sırtında yükseliyor bilgelik ve adalet. Vahşi çocuklar onlar, maketten bir şehri tekmeliyorlar kurşun askerleri ile film ne kadar siyah beyaz ise bu vahşi çocukların torunlarının! bizlere sundukları o kadar silah beyaz -ki rüyamda görmüştüm Ingrid’in saçları Van Gogh’un paletinde, buğday tarlasının tanklarla çiğnenmeden önceki tebessüm sarısıydı.

MV5BNDYzMTA5ZDItYzhhOC00MWNiLWI3MGQtN2JiZWIyNDhlMzRmXkEyXkFqcGdeQXVyNTk5NzQ5Ng@@._V1_Koyu yeşil elbiseleriyle bir jazz orkestra – orkestranın adı Warpig-  enstrümanları paramparça olmuş bir revolverin parçaları.

Bir dağın aniden patlayıp kırmızı alev parçaları saçacak kadar ve dahi dut ağaçlarında ters mumların akması ile güller yakan sesleri.

Upuzun sakalları ile bilge bir hindunun simsiyah bir atın üzerinde bu sesten korkan küçük kızları sakalını tutmaları için nida ederken gördü Ingrid ve Antonio, el ele tutuştular o an; mum eriyiyi kurudu yanan güller serinledi ayın alnında , kalpler merhamet teneffüs etsin diye serçeler  insanın karanlık göğsüne gül dalları taşıyordu.

Kalbe taşınan bu gül dalları yuva oldukça merhamete siyah beyaz bu film rengârenk bir mevsime yırtılacak. Vahşi çocuklar sırtında savaş atları ile değil âşık iki atın koşmasıyla  yırtılacak, siyah beyaz film ve nihayetinde siyahla ve beyaz öpüşecek ve insanlığın hiç tanımadığı renkler doğacak.

Semih Alkan 1985 yılında Ankara da zaman hokkasının içerisindeki farklı renklerin arasında yerimi aldım.Fotoğraf sanatı ile iştigalim.Hikaye anlatmanın kısırlaştığı bir çağda , modern çağın en önemli hikaye anlatma aracı olan sinema ile “Açık hava sinemalarının” son demlerine yetişerek tanıştım.İnsan,zaman hokkasına daldırdığı divit ile hikayesini anlatmaya devam etmekte;sözle-yazıyla- mercekle.Senin hikayen ne ?

Bir Cevap Yazın