Ana Sayfa Eleştiriler 35. Ankara Film Festivali İzlenimleri #2

35. Ankara Film Festivali İzlenimleri #2

35. Ankara Film Festivali İzlenimleri #2
0

T.C. Kültür ve Turizm BakanlığıSinema Genel MüdürlüğüDevlet Tiyatroları Genel MüdürlüğüAnkara Büyükşehir BelediyesiÇankaya Belediyesi ile Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonunun destekleriyle gerçekleşen ve Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen 35. Ankara Film Festivali, 15 Kasım’da yapılan kapanış ve ödül töreni ile sona erdi.

Jüri başkanlığını Onur Saylak’ın yaptığı ve 12 kategoride ödüllerin dağıtıldığı Ulusal Uzun Film Yarışmasında En İyi Film Ödülü, 7 Kasım’da kaybettiğimiz Ankara Film Festivali Başkanı İnci Demirkol’un anısına verildi. Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri adlı film En İyi Film seçilirken, yönetmeni Murat Fıratoğlu da En İyi Yönetmen Ödülü’nün sahibi oldu. Gecede ayrıca, Mahmut Tali Öngören En İyi İlk Film ÖdülüDoğuş Algün’ün yönettiği Ölü Mevsim‘e, Onat Kutlar En İyi Senaryo Ödülü de Döngü ile Erkan Tahhuşoğlu’na verildi. Festivalin Ulusal Belgesel Film Yarışmasında En İyi Film Bahar Bektaş’ın yönettiği Sürgün Asla Bitmez filmine giderken, Ulusal Kısa Film Yarışmasının en iyisi de Yakup Tekintangaç’ın yönettiği Morî oldu.

Büyük Kuşatma

Festivalde SİYAD En İyi Film Ödülü‘nü kazanan Sinan Kesova’nın yönettiği Büyük Kuşatma, eşinin ölümü sonrası geçmişine ve şimdisine bakan Macit’in iç hesaplaşmalarını perdeye taşıyor. Oğlu Alp ve eşinin asistanı Feyza’nın yakınlaşması sonrası eve iyice yerleşmeleri, Macit’i evde fazlalık konumuna düşürüyor. Fransa’dan annesinin cenazesi içi gelen kızı İpek’le barışma, Fransa’da büyüyen torunlarıyla iletişim kurma çabasında başarısız oluyor ana karakter. Sosyal hayatta etkin olmaya çalışsa da eski kuşaktan olan Macit’in eli, gücü, kuvveti her yere yetmiyor. Yavuz Turgul‘un “Muhsin Kanadıkırık” karakteriyle, eski İstanbullu olmaları açısından benzerlik kurabileceğimiz Macit’in karşısında Doğu Anadolu’dan göç etmiş bir “bozguncu” karakter değil, Kazakistan’dan göç etmiş, kendi ailesinden daha iyi anlaştığını gördüğümüz evin hizmetçisi Mohi var. Fakat burada Muhsin Bey filmindeki gibi estetik zevkler üzerinden kültürler çatışması ve bunun komedisi oluşturulmaya çalışmamış senarist ve yönetmen. En İyi Sanat Yönetmeni ödülünü kazanan Natali Yeres‘in özellikle iç mekanlardaki çalışması, karakterin ruhunu ve dünyaya bakışını seyirciye geçirmek açısından önemli ve filmin öne çıkan taraflarından. Devri geçmiş emekli bir karakterin hüznünü ve yalnızlığını karakomediye yakınsayan bir üslupla vermeyi başarmış yönetmen. Filmin tarzını ve günümüz Türkiye’sine bakışındaki tonları yenilikçi bulsam da filmin kurgu ve ritim sorunları olduğunu düşünüyorum. 4,5/10

Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri

Festivalde kazandığı En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödülleriyle dikkat çeken film, büyük şehirde tutunamayıp köyü Siverek’e dönen Eyüp’ün kızgın güneşin altında harıl harıl çalıştığı sekanslarla açılıyor. Tarım işçilerinin emeğine yoğunlaşan ve belgeselvari ilerleyen ilk yarının sonunda, uzun süredir yevmiyesini alamayan Eyüp patronu Hemme’yle tartışıyor ve film farklı bir yöne evriliyor. Özellikle yolda geçen ve coğrafyanın zorluklarını yansıtan ikinci yarısında Arkadaşımın Evi Nerede‘yi anımsatan filmin İran sinemasından esinlendiğini söylemek mümkün. Eyüp’ün motorsikletini tamir etmek ve Hemme’ye karşı planladığı eylemi gerçekleştirmek için sürekli hareket halinde ilerlese de özellikle durak noktalarında; bir meyve bahçesinde bir adamın muhabbetini dinlemek, bir esnafın yemek masasına konuk almak ve yakınlarda oturan bir dayının evine karpuz taşıdıktan sonra yemesi için ısrar etmesi sonucu karpuz yediği sahnelerde seyirciye nefes aldırmanın yanında, sahne/plan uzadıkça zaman ve mekanın unutulduğu Gilles Deleuze‘ün kristal imaj kavramını yakınsayan bir sinema hissine ulaşıyor. Venedik Film Festivali’nin Orizzonti bölümünde açılış yapan Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, Anadolu coğrafyasından çıkabilecek ve dünya yüksek sinema potansiyeli açısından umut verici bir ilk film. Murat Fıratoğlu‘nun yönetmenlik performansının yanında başrol Eyüp karakterini de canlandırmasının, filmi özel bir yere konumlandırdığını da söylemek gerek. 7/10

Toxic

Locarno’da Altın Leopar ödülünü kazanmasıyla sinemaseverlerin radarına giren Akiplėša, kasvetli memleketleri Litvanya’dan kaçmak için model olma yolunu seçmiş genç kızların yaşadığı zorlukları odağına alan bir büyüme öyküsü. Yönetmen Saule Bliuvaite, özellikle görüntü yönetimi ve mekan kullanımı anlamında öne çıkan bir filme imza atmış. Bir sanayi şehrinin yıkıntıları arasında yokluk içinde büyüme çabası veren Marija ve Kristina, başlangıçta anlaşamayıp kavga etseler de aralarında iyi bir dostluk kuruyorlar. Günümüzün güzellik standartlarını eleştiren, estetik olarak çarpık bir kontrast oluşturan, zayıflamak için çaba veren kızların bedenlerini nasıl harap ettiklerini çarpıcı bir şekilde gösteren film, birkaç dans koreografisi sahnesinde müzik ve ışıklarla yaptığı numaralarla etkileyici ve kendine has bir sinema yaratıyor. Kurgu ve ritim sorunlarına rağmen iyi yazılmış, iyi çekilmiş, iyi kotarılmış bir ilk film. 5,5/10

Mukadderat

Nadim Güç‘ün ilk uzun metraj filmi olan Mukadderat, kocasının ölümü sonrası yalnız kalan Sultan’ın herkesi şaşırtan bir kararla hemen birini bulup evlenmek istemesi aksını takip ediyor. Ünlü kadrosu ve güçlü oyunculuklarıyla dikkat çeken filmi köy komedisi olarak nitelendirmek mümkün. Sultan’ın cenaze için İstanbul’dan köye gelen kızı Reyhan ve köy kahvesinde çaycılık yapan Nevzat’ın miras kavgası ve aile içi çatışmalarla ilerleyen film, Sultan’ın kasabaya ve ailesine feminist başkaldırısı olarak özetlenebilir rahatlıkla.

Sultan’ın özgürleşme ve kendini keşfetme yolunda karşısına çıkan, Almanya’dan ülkesine geri dönüş yapmış Refik oldukça klişe bir karakter. Bu kısımdaki klişe diyaloglar ve ton da filmin hem ritmini yavaşlatan hem de dengesini bozan unsur olarak filmin olumsuz tarafı bana kalırsa. Kastamonu’nun Cide ilçesinin güzelliği ve doğasının kullanımı etkileyici olsa da renk paleti sebebiyle TV dizisi estetiği yarattığı olumsuz bir eleştiri olarak söylenebilir. Kadınların sosyal hayattaki konumları, eşitlik istençleri ve dayanışmaları anlamında Anadolu coğrafyası için politik olarak yerinde mesajlarının yanında bazı yerlerde göstermek yerine direkt söyleyen sloganvari cümleler filmin doğallığını olumsuz etkilediği bir gerçek. Festival yarışmaları ve seçki için farklı ve iyi bir deneme olduğunu düşünüyorum her şeye rağmen. Nur Sürer‘i beyaz perdede seyretmek her zaman büyük zevkken Aslıhan Gürbüz ve Osmant Sonant da özel performanslarıyla ona eşlik edince ortaya eğlenceli bir seyirlik çıkıyor. 5/10

 Ölü Mevsim

Çoğunlukla ilk filmlerin yarıştığı festivalde “Mahmut Tali Öngören En İyi İlk Film” ödülünü kazanan Doğuş Algün‘ün yönettiği Ölü Mevsim, çocukları olmayan bir çiftin hayatına ve çevrelerindeki insanlara bir ailenin içerisinden sosyolojik bir bakış atıyor, didaktik olmadan, ilgilendiği meselelerin altını kalınca çizmeden ülkeye dair yerinde gözlemler üretiyor. Özellikle kamera kullanımı, görüntü yönetimi ve karakterlerine yaklaşımı ile öne çıkan filmde, iki kadın karakterin, Nimet (Funda Eryiğit) ve Öznur’un (Ece Yaşar) İstanbul’un muhafazakar ve alt sınıftan insanların yaşadığı bir mahallesinde hayatta kalma çabasına tanık oluyoruz. Yönetmenin çoğu şeyi göstermeden anlatma çabası, konuşulanlardan çok konuşulmayanların önemi, sinema hissi açısından etkileyici bir tercih. Erdem Şenocak yine kendisinden bekleneni de aşan bir oyunculuk performansı sergiliyor. Belki filmin en büyük eksiğinin kurguda atılması gereken sahneler ve bazı işlevsiz karakterler olduğu söylenebilir. 120 dakika hem ilk kurmacasını yapan bir yönetmen için hem de seyirci için zorlayıcı; uzadıkça derine nüfus etmesi gereken zaman-mekan etkisi tam olarak işlemiyor. 6/10

Bir Cevap Yazın