A Woman Under the Influence (1974): Kadın Neden Yoktur? – Toplumda Kadın Anlayışı

John Cassavetes’in A Woman Under the Influence filmi, ev kadını ve anne olan Mabel’in giderek derinleşen ruhsal çöküşünü ve çevresindekilerle yaşadığı çatışmaları konu alır. Mabel, kocasının ve toplumun kendisine yüklediği rollerle uyum sağlamaya çalışırken, bastırılmış duygularının ve özgün kimliğinin yıpratıcı bir bunalıma girmesiyle başa çıkamaz hale gelir. Film, bir kadının toplumsal beklentilerle sıkışan içsel dünyasını, aile içindeki ilişkiler ve bireysel özgürlük arayışı bağlamında etkileyici bir şekilde ele alır.
Mabel, kocası Nick ve çocuklarıyla sıradan bir aile yaşamı sürmeye çalışır; ancak Mabel’in duygusal durumu hızla kontrol edilemez bir hale gelir. Kocasının baskıcı tavırları, toplumun kadınlara yüklediği beklentiler, özellikle “iyi bir anne ve eş” olma zorunluluğu, Mabel üzerinde büyük bir baskı yaratır. Film boyunca Mabel, davranışlarındaki giderek artan tuhaflıklarla ve duygusal patlamalarla çevresindekileri endişelendirir. Kocası Nick, onu sevse de Mabel’in ruhsal durumuyla başa çıkmakta zorlanır ve bu onu zaman zaman şiddet eğilimlerine iter. Mabel’in ani ruh hali değişiklikleri, toplumsal normlara aykırı davranışları ve çocuklarıyla kurduğu sıra dışı ilişkiler, kocasının ve ailesinin onu “düzeltme” çabasına neden olur. Sonunda, Mabel bir psikiyatri kliniğine yatırılır. Tedavi sürecinin ardından evine dönen Mabel, bir süreliğine daha “uyumlu” gibi görünse de, film boyunca onun içsel çatışmalarının çözülmediği ve toplumsal düzenin dayattığı normlarla mücadele etmek zorunda kaldığı açıkça hissedilir. Film, Mabel’in kendi kimliği ile toplumsal roller arasındaki gerilimi ve bir kadının bu çatışmada yaşadığı duygusal ve psikolojik zorlukları izleyiciye güçlü bir şekilde yansıtır.
Cassavates’in etki altında kalan kadınını iki türlü okumak gerek: (i) Otto Weininger‘in cinsiyetçi kadın yorumları eşliğinde toplumsalda anlamlaştırmaya çalıştığı şeyin panoramasını çıkarmak ve (ii) Lacan‘la kadının yokluğunun simgesel düzendeki anlamsızlığını ortaya koymak.
(i)
Weininger, erkeğin yüce; kadının edilgen bir ruha sahip olduğunu iddia eder. Kadın erkeğin cinselliği ile var olabilmekte ve erkeğe sürekli etki etmektedir. Erkek ancak aşkın ve tinselliğin peşinde gidebilirken kadın cinsellik ve duygularının esiri olur. Dolayısıyla aşk bir cinayettir çünkü erkek, kadını kendi gibi sanarak ona yönelmekte ancak hem kendi hem de kadının doğasına ihanet etmekte, sonucunda asla ulaşamayacağı bir tinsel birleşim hayal etmektedir. Yanlış anlaşılmasın, erkek cinsellik de kovalar ancak bundan hoşnut değildir ve cinsellik uğruna yaptığı her şeyden rahatsızlık duymaktadır ve şaşırtmayacak biçimde Weininger için kadın bu cinsellik arayışının sonucu ortaya çıkan bir günahtır. Peki, neden erkek kadına ulaşmayı arzular? Weininger bunun sebebini erkeğin çektiği vicdan azabına bağlar. Kadını yaratarak suçluluk duyan erkek, ona onun istediğini vermelidir. Fallusun ya da ataerkil yasasın kölesi görülen kadın yalnızca bir “etki”dir. Bu anlayışta mağdur olan erkektir. Çünkü kadının sürekli etkisini zapt etmeli veya ondan kaçınmalıdır. Kadın tek başına ele alındığında hiçbir şeydir, bunun ötesine geçmeye çalışan her kadın histeriye sürüklenir.
Otto’nun yabancı gelmeyen bu kadın tanımı, insanlığın önemli bölümünü (hem zaman hem mekân açısından) işgal etmiş bir fikirdir. Kadını, erkeğin bir tamamlayıcı olarak tanımlamak kadına toplumsal anlamda erkek adına bir rol atfetmek demektir. Kadın, en temel güdüsünü gidermek için (Otto bağlamında cinsellik ya da üreme diyelim) erkeği tatmin etmekle kalmayacak, onu elinde tutmak için temel ihtiyaçlarını da giderecektir. Mabel’dan da beklenen, klasik bir kadın portresi çizmesidir. Bu konu özelinde Nick’in annesine dikkat ederseniz Nick kadar baskıcı bir konumda yer aldığını görürsünüz. O, Mabel’ın kendisinin sürdürdüğü geleneksel kadın imajını devam ettiremediğini deli kelimesini kullanarak dile getirir. Bu ima, Otto’nun kadınlığını aşmaya çalışan kadınların histeriye sürüklendiği söyleminin bir diğer yoludur.
Nick bir gün arkadaşlarını işten sonra eve yemeğe davet eder. Bir sürü erkek, Mabel ile beraber yemek yemekte ve sohbet etmektedir. Mabel içlerinden bir tanesine sürekli yakışıklı demekte ve onunla dans etmek istemektedir. Fakat Nick’in arkadaşı bundan rahatsız olur ve Nick’in de rahatsız olacağını tahmin ederek karşılık vermez. Yemek en sonunda Nick’in Mabel’ı azarlamasıyla tatsız bir şekilde sonlanır. Mabel, evlilik ve kadın-erkek ilişkilerinin tabularını yıkmaktadır. Anormallik aslında gelenek dışı ile beraber ele alınmalı. Çünkü bilincinizde süreklileştirdiğiniz şeyler arasında gezinirken çarptığınız duvar normal olmayandır.
Diğer bir örnek, Mabel’ın çocuklarla verdiği partidir. Kendi çocukları ve onların arkadaşlarını içeren bu parti oldukça eğlenceli durmaktadır. Mabel adeta çocuklarla çocuklaşır ve adap kurallarını bir çocuğun gözünden görüp esaslı bir biçimde parçalamak kaydıyla yetişkinlerin izin vermeyeceği şeylere izin verir. (Mesela çocuklar çıplak şekilde eğlenirler) Üst üste gelen bu olaylar, Nick ve annesi için bardağı taşıran son damladır. Psikiyatri kliniğine yatmadan önce Mabel yalvarır:
“ Lütfen kim olmam ve nasıl olmam gerektiğini söyle, o kişi olabilirim.”
(ii)
Otto kadının özünü ararken hiçbir şeyle karşılaşmaz. Bu şok edici buluş, iki şekilde ilham verir: birincisi toplumsal anlayışı gözler önüne sermesi açısından, ikincisi bu boşluğun simgesel düzenin anlamını boşa çıkarıyor olması özelinde değeri açısından. İlkini inceledikten sonra, ikinci anlamda kadın ve yarattığı boşluğu konuşmak gerek. Lacan “Kadın yoktur.” diyebilecek kadar Otto karşıtı bir konumda yer alır. Otto’nun yarattığı ve toplumsal kabul gören şey kadını boşluğa düşürmüştür. Simgesel düzen diye bahsettiğimiz şey toplumu oluşturan her türlü Büyük Ötekilerdir. Büyük Ötekiler ise (Ö’sü büyük olduğu için büyük olan) dil, hukuk, gelenek görenek diye uzayıp giden düzen sağlayıcı otoritelerdir. Kadın yoktur ama simgesel düzende yoktur. Kadın gerçeklikte vardır ancak bizim gerçeklikle bağımız kendi yarattığımız dil ve yasalar yüzünden çoktandır kopuktur. Erkek, bu yasaların uyumlu uzantısıdır. Aile kavramına sıkı sıkıya bağlıdır, kadınının sadece kendisine sadık olduğundan emin olur. Düzenini sağlaması için ona olanak tanır ve bu düzen oldukça basit motivasyonlarla örülüdür: İyi meslek sahibi olma, para kazanma ve huzurlu bir aile kurma gibi motivasyonlar…
Erkek ve motivasyonları nettir çünkü kendisi cinsini net şekilde tanımlar. Erkek erkektir. Kadının ise bir tanımı yoktur, en fazla kadınlar vardır. Çünkü kadın, erkeğin aksine hayata bakışını daha fazla çeşitlendiren ve kendi tanımlamak için oldukça uğraşan bir cinstir. Kadın, toplumsal düzene kendini ait hissetmemektedir. Ait hissetmeyen şu soruyu sorar:
“ Öteki benden ne istiyor? Kadın olmak veya anne olmak ne anlama geliyor?”
Hatırlarsanız Mabel’ın üstte alıntıladığımız repliği bu sorunun başkalaşıma uğramış bir versiyonu gibiydi: “ Lütfen kim olmam ve nasıl olmam gerektiğini söyle, o kişi olabilirim.” Bu cümle, onun ait olmadığı şeye adapte olma çabasını gösterir. Kadın, kuralların kendisini kısıtlayıcı yanını fark eder. Erkeğe de dâhil olan bu kurallar onun tarafından kurulduğu için hamur gibi şekil alabilirken söz konusu kadın olunca bu mümkün değildir. Mümkün olmayan şeyin sonucu da bir hastalık olarak görülür. Mabel ailesi ve toplum için bir tehdit oluşturmakta ve tedavi edilmesi gerekmektedir. Tersi bir durumda erkek için söylenmesi muhtemel şey, yine onun tamamlayıcı olandan yani kadından kaynaklanan bir problemle ilişkilendirilirdi: Erkeğini tatmin etmeyen bir kadın olarak…
Hasta olarak görülen Mabel, Lacan için sadece farklı bir karakter yapısına sahiptir. Her bir özne Büyük Ötekiyle ilişkisinde çeşitli sonuçlara sebebiyet verir, dolayısıyla farklı yapılar meydana gelmektedir. Lacan her insanın 3 öznel yapıdan birine sahip olduğunu işaret eder: Nevroz, psikoz ve sapkınlık. Her birinin alt kategorileri de olmasına karşın bu inceleme kapsamında Mabel’ın nevrotik bir karaktere sahip olduğu söylemek yeterli olacaktır. Mabel gibi nevrotik kişiler, kendinde eksik görülen şeyleri bastırma yoluna gider. Kendisinden beklenen toplumsal beklentileri tanır ancak bunları bastırarak telafi etmeye çalışır.
“Etki” olan kadından “etki altında” olan kadına gelinen bu tarihsel yolculukta kadın, erkeğin semptomu haline gelmiştir. Erkek ancak ve ancak kadın ona tutarlılığını, arzuladığı dünyasını bahşettiği sürece var olabileceğini gösterir. Kadının böyle bir göstereni yoktur. Finalde Mabel eve döndüğünde değişen bir şey yoktur. O, beklentilere yanıt vermeyi zamanla bırakır. Düzelmesi gereken bir yanının olmaması, çocuklarının ona duyduğu sevgide ortaya konmaktadır. Hayata farklı bakmasıyla, çocuklarla olan çocuksu ilgisiyle, yetişkinlerle olan beklenmedik bağıyla toplumu aştığı kabullenilmelidir.