Ana Sayfa Röportaj Kısa Film Yönetmeni Abdullah Düğer ile Röportaj

Kısa Film Yönetmeni Abdullah Düğer ile Röportaj

Kısa Film Yönetmeni Abdullah Düğer ile Röportaj
2

Kısa filmleri ile tanıdığımız Abdullah Düğer Doğu’da öğretmen olmaktan , çektiği filmlerin yapım aşamasına, gelecek projelerinden, sinemaya başladığı ilk yıllara dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

 . Abdullah abi röportaja başlamadan önce değerli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederim. Okurlarımızın sizi daha iyi tanıyabilmesi için kendinizi tanıtabilir misiniz ? Abdullah Düğer kimdir, asıl mesleğiniz nedir? Sinemaya nasıl başladınız?

Bende şahsıma yapılan bu röportaj teklifinden dolayı size teşekkür ederim. Kısaca kendimi tanıtacak olursam 3 Şubat 1988 tarihinde Kırşehir’de öğretmen bir baba ve ev hanımı bir annenin 2. çocuğu olarak dünyaya geldim. Baba mesleğinden ötürü farklı şehirlerde öğrenim hayatıma devam ederek en son Ahi Evran Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Bölümünden mezun olarak 2013 yılında Muş İline öğretmen olarak atandım ve halen burada görev yapmaktayım.

Sinemaya olan ilgim ise çok küçük yaşlarda başladı. İlgim kamera önünden çok kamera arkasında neler olduğuna dair daha fazlaydı. Kamera ile videolar çekmek ve onları tekrar izlemek küçükken en sevdiğim şeydi. Lise yıllarına geldiğimde ise amatör seviyede kısa filmler çekmeye başladık. Bu filmler çoğunlukla cep telefonu kamerası ile çekiliyordu ve her film okul içinde olay oluyordu. İşte o dönemlerde arkadaşlarım arasında yakıştırılan ‘’yönetmen’’ lakabı bir daha peşimi bırakmadı. Bırakmasını da istemem şahsen. Devam eden üniversite yıllarında yine hep üretim devam etti ve şuan meslek hayatımda hobiden çok daha öte sinemanın ayrı bir yeri var.

. Filmlerinize baktığımda genellikle benzer sorunları anlatıyorsunuz. Filmlerinizde vermiş olduğunuz mesajlar yerlerine ulaşıyor mu ? Filmleriniz hakkında nasıl geri dönüşler alıyorsunuz ?

Evet.  Filmlerimde genel olarak küçük şeylerden büyük dersler çıkarma, hayatta gözümüzden kaçan küçük ayrıntıların aslında ne kadar önemli olabileceğine dair mesajlar vermeye çalışıyorum. Mesleğiminde vermiş olduğu avantajla bu mesajlarımı çocuklarla birlikte vermek bence çok daha etkili oluyor. İnsanların hep çocukluklarına duydukları özlem ya da o dönemlere ait pişmanlıklar filmleri izleyen izleyicinin duygu yoğunluğunu artırdığını düşünüyorum.

Filmlerimizi gerekli izinleri alarak sosyal medyada paylaşıyorum. Geri dönüşler çok güzel oluyor. Bu geri dönüşler daha iyi işler yapmak için bana her zaman güç veriyor. Yaptığım işlerde eleştirileri de gelen övgüler kadar ciddiye alıyorum. Her zaman gelişmeye açık olmak ve daha iyisini yapmak bunu gerektirir. Mesajların yerine ulaşması noktasında Milli Eğitim Bakanlığının düzenlediği yarışma ve etkinliklerde ödüller alması, değerli bulunması ise bizlere doğru yolda olduğumuza dair ciddi sinyaller vermektedir.

. Kısa filmleriniz hakkında konuşmak istiyorum. 2017 yılında çektiğiniz “ Bir Damla Hayat” filminde Irak ve Suriye’de yaşanan savaşları anlatıyorsunuz. Keza “Göçmen” filminizde de arşiv görüntülerinden Ortadoğu da yaşanan patlamaları seyirciye aktarıyorsunuz. Bu konuları filmlerinizde işlerken motivasyon kaynağınız neydi, ülkemizde yaşayan resmi olmamakla beraber 4 milyon Suriyeli olduğu söyleniyor. Siz bu konu hakkında neler söylemek istersiniz. Bu filmlerde vermek istediğiniz mesaj nedir?

Bahsedilen iki kısa filmde de savaş ve savaşın olumsuz etkilerini ortaya koymaya çalıştım. Bunu yaparken ise yine savaşlarda en çok zararı gören çocukların gözünden anlatmayı tercih ettim. ‘’Göçmen’’ kısa filmimde Suriye ve Irak’ta olan olaylara sessiz kalan ve ‘’3 maymunu’’ oynayan devletlere bir eleştiride bulunmak istedim. ‘’Bir damla hayat’’ kısa filmimiz ise savaşın ortasında kalan sivillerin ve kimsesiz çocukların durumunu anlatmaya çalıştım. Bu filmde de temele aldığım yardım severlik, fedakârlık ve insan olmanın gerekliliğini insanlara göstermekti. Ama bu öyle bir durum ki bir grup insan dünyayı insanlara dar ederken, başka bir grup insan da o insanlara hayatı tekrar yaşanabilir kılmaya çalışıyor. Bu noktada ülkemiz en çok mülteci kabul eden ülke durumundadır. Bu yardımlar insan olmanın bir gerekliliğidir ve bize yakışan budur. Fakat bu yardımlar taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışmaktan çok kalıcı ve geleceği planlayarak yapılması gerektiği kanısındayım. Bir eğitimci olaraktan özellikle mülteci çocukların eğitim-öğretimine ayrı bir özen göstererek onları ülkemize entegre etmemiz gerektiğini düşünmekteyim. Eğer bunu başaramazsak ilerleyen süreçte çok ciddi sıkıntılar bizleri beklemektedir.

 . Kısa film yönetmeni olarak katıldığınız film festivalleri hakkındaki izlenimlerinizi merak ediyorum. Sizce yeterliler mi, nasıl daha kaliteli olabilirler? Tarık Dursun Kısa Film Festivali, 2.Kamera Elinde Geleceğim Cebinde Kısa Film Yarışması, 1.Mobil Film Festivali, 1. EBA Film Kısa Film Yarışmalarında filmleriniz yarışmış. Bu festivallerde yaşadığınız deneyimleri aktarabilir misiniz?

Festivaller ve yarışmalar yaptığımız işi taçlandırdığımız bir başka deyişle hasat aldığımız yerler. Bu anlamda bizler için çok önemliler. Ben kısa filmlere başladığım zamanlarda Türkiye’de kısa film yarışmaları ve festivalleri çok azdı. Bu yüzden insanlar yaptıkları işleri piyasaya sunma konusunda çok zorlanıyorlardı. Günümüzde ise hem festival ve yarışmaların artması hem de sosyal medya (özellikle youtube) ile beraber kısa filmciler çok daha geniş kitlelere ulaşabiliyorlar. Bu olumlu noktaların yanında tabi ki bazı eksikliklerde var. Bunların başında amatör ve yarı profesyonel kısa filmciler birçok kısa film yarışmasında boy gösteremiyor. Bu problem kategorilendirme ile aşılabilecek bir problem aslında ama üzerine düşülmüyor maalesef. Yine son zamanlarda gündeme gelen finalist kısa filmlere telif ödenmesi fikrini de destekliyorum. Geniş dünya görüşü ve kaliteli işler yapabilecek bir çok kısa filmci prodüksiyon eksiklikleri yüzünden kendilerini gösteremiyorlar. Bu arkadaşlarımız için yapım desteklerinin artması ülkemiz kısa filmleri ve geleceğin sinemacıları için çok önemli.

. Kurmaca filmler haricinde belgeselde çektiniz. Muş’un son körüklü ocak demircisi üzerine bir belgeseldi. Basında da yer aldı bu haber. Mesleğin bitmesine dikkat çekmişsiniz. Şuan o demirci hala o mesleği devam ettiriyor mu ? Sizin belgeseliniz mesleğin ölmesini engellemeyi başardı mı ?

İlk yaptığım belgeseller çok amatördü ve hep bilgisayarımda kaldı. Kimselerle paylaşmadım. Fakat belgeselin anlatım dilini çok seviyorum. Yapmış olduğum ‘’körüklü demirci’’ belgeselin ise farklı bir hikâyesi var. Muş’ta yaşayan bir memur abimizin bir sohbeti sırasında hikâyelerini duydum. Daha sonra gidip bizzat yerlerinde onları ziyaret ettim. O ziyaret sırasında kendileri ile bir belgesel çekmek istediğimi belirttiğimde onlarda da bir heyecan oluştu ve belgeseli çekmeye karar verdik. Çok sıcak bir ortamda gerçekleştirdiğimiz çekimlerde o kadar çok hikâye ve yaşanmışlıklar anlatıldı ki biz onları kısa bir süreye sığdırırken gerçekten zorlandık. Daha sonra basına yansıdı ve Türkiye’nin farklı yerlerinde yaşayan insanlarla beraber Muş’ta yaşadığı halde kendilerinden haberdar olmayan birçok insan hikâyelerini öğrenmiş oldu.

Belgesel olarak planladığımız ve şuan çekimi bekleyen bir projemiz var. Nasip olursa önümüzdeki aylarda gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Konusu hakkında ipucu vermek gerekirse kısaca köylerde zor iklim ve doğa şartlarında okullarına ulaşmaya çalışan öğrencilerle ilgili olacak.

. Basında haber olan bir diğer projenizde “ Doğu’da öğretmen olmak” filminiz. Bu projeniz nasıl şekillendi, filmle amaçladığınız şeyleri gerçekleştirebildiniz mi ? Yani demek istediğim öğretmenlerin doğu bölgesinde görev almak istemeleri-istememeleri hakkında ne söyleyebilirsiniz. Psikolojik olarak bu sizi nasıl etkiliyor. Bu filminizle bir nevi bunu kırmaya çalışıyorsunuz ama her doğu ili aynı olmasa gerek. Buradan doğu da görev alacak öğretmenlere de bu vesileyle ne mesaj vermek istersiniz ?

İlk görev yerim Muş İli Malazgirt İlçesine bağlı bir köy okuluydu ve orada 2 yıl öğretmenlik yaptım. Özellikle fiziki şartlar ikliminde etkisiyle bizleri çok zorladı. Maddi imkânsızlıklar ve ulaşım koşullarındaki eksikliklerle mücadelede etmek zorunda kalıyorduk çoğu zaman. Tüm bunlara rağmen oralardaki insanların sıcakkanlılığı ve güler yüzü bizlere güç veriyordu. Saf, utangaç ve fakir köy çocuklarına verdiğim eğitim hayatımın en güzel öğretmenlik yıllarıydı diyebilirim. İşin içine girmeden sadece uzaktan bakarak bazı ön yargılar oluşturan meslektaşlarımızın bu ön yargılarını kırmak için arkadaşlarımızla ‘’Doğuda öğretmen olmak’’ projesini tasarladık. Çektiğimiz kısa film çok büyük bir ilgi gördü ve ülkemizin farklı yerlerinde atama bekleyen birçok öğretmen arkadaşımızdan güzel mesajlar aldık. Bu geri dönüşlerle hedefimize büyük oranda ulaştığımızı düşünüyorum.  Doğuya gelecek meslektaşlarımıza ise hiçbir önyargı oluşturmadan gelmelerini tavsiye ediyorum. Burada kuracakları dostlukları ve ortamı ömürleri boyunca unutamayacaklar.

. Doğuda görev yapmak demişken, “ İki Dil Bir Bavul” filmini izlemişsinizdir. Filmde Denizli’den kalkıp doğuda bir köye öğretmenlik yapmaya gelen Emre öğretmeni izleriz. Görev yapacağı sınıftaki öğrenciler Türkçe bilmez, Kürtçe konuşurlar. Emre hoca da Kürtçe konuşamaz ve hoca ile bölge, hoca ile öğrenci arasındaki mücadeleyi izleriz. Sizin kısa filmle bu filmi kıyaslamıyorum tabi ki de . Filmde Emre öğretmen halinden memnun olmayan, mütemadiyen annesine dertlenen biri olarak lanse edilir. Bu film mesela doğu bölgelerinde çalışacak öğretmen adaylarına pek de moral verecek cinsten bir yönelim değil. Oysa zaten oraya gidecek olanlar üç aşağı beş yukarı oranın vaziyetini biliyor.  Filmde Emre öğretmen bir türlü beceremez çocuklara Türkçe konuşturmayı. Bir sahnede kızar ve çocukları dışarı çıkartır. Bu eksenden bakarsak sizin radyoya verdiğiniz mesajı da eklersek daha optimist bir bakış açısı sergiliyorsunuz.  

 ’İki dil bir bavul’’ filminde geçen olaylara benzer birçok şey yaşadım. Bunlardan en bariz olanı atandığım köydeki öğrencilerin Türkçe bilmemesiydi. Bu zorlayıcı süreçte büyük sınıf öğrencilerine tercümanlık yaptırarak önce Türkçeyi sonra okuma-yazmayı öğrettim onlara. Evet, çok zorlandım ama bu işi başarmanın hazzı ve keyfi size her şeyi unutturuyor. Burada mutlu olup olmamak aslında insanın hayata bakış açısı ile kendini gösteriyor. Büyük şehirlerden gelen ve yaşadığı kültürel-sosyal şok ile bazı kişiler psikolojik problemler yaşamaktadır. Galiba ortamın tadını çıkaran ve hayattan zevk almayı bilenler için bu durum zorlayıcı olmuyor.

Çalıştığım yerlerde genç öğretmen ve memurların fazla olması güzel arkadaşlıklar ve ortamlar kurmamızı sağlıyor. İyi bir arkadaşlık ortamında ise sosyal ortamların az olması ya da maddi imkânsızlıklar sizi etkilemiyor. Onun için bu durumlarda insanlara en büyük tavsiyem kafalarına göre arkadaşlar bulmalarıdır.

. Filmlerinizde oyuncu olarak öğrencilerinizi ve öğretmen arkadaşlarınızı oynatıyorsunuz, set ortamınızı merak ediyorum. Oyuncularınızla etkileşiminiz nasıl?

 Profesyonel oyunculara ulaşma noktasında sıkıntılı olduğumuz için kendi oyuncularımı kendim yaratmalıydım. Bu süreç ilk başlarda çok zor olsa da zaman ilerledikçe öğretmen arkadaşlarım ve öğrencilerimiz kendilerini geliştirdiler. Arkadaşlığın da vermiş olduğu samimiyetle set ortamımız çok keyifli oluyor. Özellikle öğrencilerimizin çekimlerde yaşadıkları komik anlarda bazen gülme arası vermek zorunda kalıyoruz. Filmlerimizin çekim sürecinde bizleri çok şaşırtan ve etkileyen şey ise velilerin verdikleri büyük destek oldu. Şahsen bu derecede bir destek vereceklerini asla beklemezdim. İlgi ve alakaları, maddi, manevi desteklerinden dolayı hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

. Takip ettiğiniz kısa filmciler ve filmler var mı ? Son zamanlarda izlediğiniz ve dikkatinizi çeken  kısa filmler oldu mu ?

 Kısa filmleri elimden geldiğince takip ediyorum. Yaptığı her işi mutlaka izlerim dediğim bir kısa filmci yok ama gerçekten kaliteli işler yapan yerli kısa filmcilerimiz var. Son zamanlarda izlediğim ‘’Ah bir ataş ver’’ kısa filmini gayet başarılı buldum. Tüm zamanlar içinde ise favorim ‘’Room 8’’ kısa filmidir

. Kısa filmlerinizde hangi ekipmanları kullanıyorsunuz, ekipman ve bütçe konularını  nasıl hallediyorsunuz ?

 Ekipman olarak Dslr makine ile çekimlerimi yapıyorum. Yardımcı ekipmanlarım ise ; tripod, omuzluk, led aydınlatma, ekstra 50 mm lens ve cep telefonu üzerinden kayıt alan bir programla sesleri alıyorum. Bazen başka ekipmanlara ihtiyaç duysak da kiralık ekipman alabileceğimiz bir yer yok maalesef burada. Bütçe olarak filmlerimi kendim finanse ediyorum. Sponsorlarımız ise genelde ücretsiz mekan temini sağlıyorlar bizlere.

. Son filminiz “ Çiğdem” hakkında yapım öncesi ve sonrası aşamaları merak ediyorum. Bu film ve diğer filmlerinizin kurgusu size mi ait?

 ‘’Çiğdem’’ kısa filmimizin hikayesi köyde gerçekten benzer bir durum yaşayan arkadaşımın anlattıklarından sonra ortaya çıktı. Filmin ana karakterini ilk başta Erkek bir öğretmen olarak tasarladım fakat daha sonra tanıştığımız bir bayan oyuncu ve drama eğitmeni arkadaşımızla beraber tekrardan elden geçirildi. Film için belirlediğimiz köy okulunu ve diğer şartları da ayarladıktan sonra çekimlere başladık. Çekimler kötü hava koşulları ve sürekli gidip gelen elektrik yüzünden planladığımızdan uzun sürdü. Ama tüm zorluklara rağmen filmimizi tamamladık ve katıldığımız ilk yarışmadan 1.lik ödülünü aldık.

 Çiğdem filminin kurgusunu kabaca ben yaptım. Fakat son halini ve montajını görsel iletişim tasarım öğrencisi olan kardeşim yaptı. Onun dışındaki kısa filmlerin kurgularının tamamı bana ait.

. Filmlerinizin senaryo aşamalarından bahsedebilir misiniz. Senaryolarınızı nasıl geliştiriyorsunuz ?

 Senaryolarımı yazmadan önce çekeceğim filmin kısa bir hikâyesini yazarım. Ardından tretmanını oluşturur en son senaryosunu yazıyorum. Şimdiye kadar bu şekilde çalıştım ve bu şekilde devam etmeyi düşünüyorum. Senaryoyu ve hikâyeyi her zaman eşime ve yakın ekibime okutturarak onların fikrini alırım. Tespit ettiğimiz eksikliklere göre ufak dokunuşlarla senaryoya son halini veririm.

. Son olarak gelecek projelerinizden bahseder misiniz ?

 Hali hazırda çekilmeyi bekleyen 3 tane kısa film senaryosu ile 1 tane uzun metraj film senaryom var. Bu senaryoları çekecek prodüksiyona sahip olmadığım için uygun bir zamanı bekliyorum. Bunların dışında ise tasarı aşamasında olan ve bir arkadaşımla geliştirdiğimiz bir senaryomuz var. Muhtemelen önümüzdeki haftalarda bu filmimize başlayacağız.

Son olarak bu süreçte bana destek veren başta Eşim Döndü Düğer olmak üzere arkadaşlarım Ahmet Osman Çankal, Burak Kocabıyık, Gültekin Köksal, Gökhan Uslu ve Arzu Pılat’a sonsuz minnetlerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum. Beni motive eden yeri geldiğinde acımasızca eleştiren izleyicilerimize de verdikleri desteklerden ötürü şükranlarımı sunarım.

 

Umut Uçan Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor : Sinemadan çıkmış insan. Yusuf Atılgan'ın tarif ettiği o insan şuan 27 yaşında. Sinema bölümünden bu sene mezun olacak. Senaryo yazıyor, belgesel projeleri var. 900 bölümdür devam eden One Piece animesinin müptelası. İdeallerini gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyor. Bu emellerini yerine getiremezse evine geri dönecek. Gerçek evi olan sinema salonlarına.

Yorum(2)

  1. Böyle çok yönlü insanların sinemada daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Ogretmen sinemacı yada doktor sinemacı gibi. Başarılar diliyorum kendisine.

  2. TEBRİKLER. Kendisini Elazığ’da tanımıştım başarılar diliyorum. felsefesi olan bir sinemacı

serdar için bir cevap yazınCevabı iptal et