Ana Sayfa Eleştiriler All We Imagine as Light (2024): Şehrin Ritmi, Kadının Rengi, Arzunun Politiği

All We Imagine as Light (2024): Şehrin Ritmi, Kadının Rengi, Arzunun Politiği

All We Imagine as Light (2024): Şehrin Ritmi, Kadının Rengi, Arzunun Politiği 8.0
0

Yazı, filmle ilgili bazı sürprizleri açık etmektedir.

Hintli yönetmen Payal Kapadia’nın ilk kurmaca filmi olan All We Imagine as Light otuz yıldır Cannes’da yarışan ilk Hint filmi ve 2024 Cannes Büyük Ödülü’nü alarak dikkatleri üzerine çekti. Sinema deneyiminin kendisini büyüleyici bulsam da her filmin aynı şekilde büyüleyici olduğuna inanmıyorum. Ancak, renk ve ışık kullanımıyla bir rüyadaymış hissi veren bu film, büyüleyici sıfatını sonuna kadar hak ediyor. Üç emekçi kadının Mumbai şehriyle sarmaş dolaş hikâyesine yine bir kadın yönetmen şefkatli dokunuşuyla hayat verirken hikâyeyi politik açıdan da ince ince işliyor.

Filmin ilk dakikalarında Mumbai şehrinin adını, yüzünü bilmediğimiz sakinlerinin şehirde kendilerine nasıl yer bulduklarını anlatan sesleri duyuluyor. Yaklaşık 13 milyon nüfuslu şehir uyanırken işe giden insanların sesleri Hintçe, Bengalce, Tamilce, Malayalamca, İngilizce gibi birbirinden farklı dillerde aynı anda ve bir arada çıkıyor; farklı dillerden oluşan bu Mumbai korosu, tek bir bakış açısından yakalamanın neredeyse imkânsız olduğu şehrin çok kültürlü yapısına dikkat çekiyor. Üstelik çoğu yoksul olan ve geçinebilmek için kendi memleketinden kopup iş bulmaya bu fırsatlar şehrine gelenlerin bazıları yeni bir dil de öğrenmek zorunda. Hemşirelerin dili Malayalamca iken, Mumbai’de konuşulan dil Hintçe.

All We Imagine as Light

Ayrıca İlginizi Çekebilir: The Seed of the Sacred Fig (2024): Daha Az Karanlık

Filmin bazı bölümleri izinsiz olarak kamusal alanda küçük bir kamerayla gizlice çekildiğinden, kalabalığın arasında dolaşan kamera kullanımı filme belgeseli tadı katıyor. Neredeyse her dış çekimde bütün heybetiyle kendisini gösteren mekân da bir karakter olarak inşa ediliyor. Yuva bildikleri şehrin yerlisi olmayan, yabancılıklarının farkında halleriyle mesafelerini koruyan ve hislerini bastıran insanlara soğukkanlı bir kayıtsızlıkla kucak açmış bir şehir. Üç kadın karakterin, zar zor geçinen emekçilerin iş dışındaki yaşam alanlarını dar odalara sıkıştırması biraz da onların bu şehre ait olmayışını, onların gelip geçiciliğini vurgulamayı amaçlıyor; şehri yeniden şekillendirecek biçimde yükselen lüks konutlar sadece ayrıcalıklılara ait. Bu konutlarda emekçilerin yeri olmadığı gibi, karakterlerimizden biri de bu konutlardan bir tane daha yapılabilsin diye kendi evinden tahliye ediliyor. Karakterlerimiz buna öyle öfkeleniyor ki lüks konutların reklam panosuna taş atıyorlar. Karmaşasıyla İstanbul’u andıran Mumbai tasviri, büyükşehrin insanı yalnızlaştıran ve yoran eziyetli mizacı kadar adil olmayan yanına şu cümleyle de dokunuyor: “Lağım çukurunda yaşasan da öfkelenmeye hakkın yok. Buna ‘Mumbai Ruhu’ deniyor. Ya bu yanılsamaya inanırsın ya da burada yaşayamazsın.” Ve bindikleri gösterilen toplu taşıma araçları, onları sevdiklerine ulaştırabilecekken yalnızlığa taşıyıp özlem ve hayalkırıklığıyla titretiyor.

Öte yandan, bütün kasvetine ve keşmekeşine rağmen, sağladığı imkânları da inkâr etmeden şehir hayatında bile bir güzellik buluyor yönetmen. Mumbai sokaklarını, özellikle çoğu insanın artık işten çıkıp belki kendine vakit ayırabildiği, belki eğlenebildiği gece saatlerinde capcanlı resmediyor. Filmi özel kılan yanlarından biri de bu aslında. Film Muson yağmurları zamanı çekilmiş ve yağmurun adeta cilalayıp parlattığı şehrin ışıkları ve renkleri yılbaşı süsleri gibi parlıyor. Görüntü yönetmeni Ranabir Das, ışık-renk kullanımı ve kamera hareketleriyle farklı duyguları bütün saflığıyla ortaya koyarak sahnenin özünü ortaya çıkardığı gibi, kentsel yabancılaşmanın da tek taraflı, kör göze parmak bir anlatıya dönüşmesinin önüne geçiyor. Hızla kentleşen, kentleştikçe yabancılaştıran Mumbai’yi lirik bir anlatımla verse de, şehri romantikleştirmeden bütün ikiyüzlülüğü ve huzursuzluğuyla sunan bakış açısıyla yönetmen tartının dengesini iyi ayarlıyor.

All We Imagine as Light

Bununla birlikte, yönetmenin sakin anlatımı sayesinde gevşek ipliklerle örülmüş ölçülü olay örgüsü şehrin yüksek temposuyla kontrast oluşturuyor. Bu kontrast da hikâyenin rüya gibi anlatımına katkıda bulunuyor. Şehrin acelesi var, olayların acelesi yok. Önce karakterlerin yanına oturup onlarla biraz vakit geçirmeli, bu kadınların gündelik hayattaki varoluşlarına tanıklık etmeli. Çünkü şehir insanının yani koşturmaca içindeki modern toplumunun mesafesini ve birbirleriyle bağlantı eksikliğini vurgularken, bir yandan da üç karakter arasında bağ kuruyor film.

Ev arkadaşı olan Prabha ile Anu’nun hayatları, büyük şehirde yaşadıkları halde, içinde bulundukları geleneksel toplumun kadınlara yönelik baskısıyla sınırlıdır. Hindu olan Anu, Müslüman bir adamla sevgilidir. Onu kendi arzusu dışında başka bir erkekle evlendirmek isteyen ailesine bunu itiraf edemediği gibi, sevgilisini kendi mahallesinde ziyaret edebilmek için de başka bir dayatma olan başörtüsü takma işine boyun eğmek zorundadır. Prabha’ya ilişkisinden bahsetmez ama Prabha durumu anlayıp onu, adının çıktığını ima ederek uyarır.

Prabha da görücü usulü evlendirilmiştir ama kocası Almanya’da çalışmaktadır; kâğıt üzerinde evli olan Prabha aslında yalnızdır. Onu çok uzun süredir arayıp sormayan kocasının ona bir pirinç pişirici göndermesi üzerine ilişkisi hakkında düşünmeye başlar. Bu hediye onu unutmadığının, sonunda ona döneceğinin işareti midir, yoksa telefon etmeye bile tenezzül etmeyen kocasının hediyenin üstüne bir not bile iliştirmemiş olması, anlamsız evliliklerinin zaten çöktüğünün bir kabulü müdür? Almanya’dan geldiğinden kocasının yolladığını düşündüğü kargonun üstünde aslında bir isim de yoktur. Cismiyle olmayan koca ismiyle de yoktur. Anonim bir koca, hayalet bir evlilik. Ancak, yorucu bir günün sonunda pişiriciyi sıkıca okşar onu gönderen kocasını okşar gibi; içindeki özlemin, bir sevgi anına olanca susuzluğunun yıkıcı bir hal aldığını belki de ilk o an fark eder. Öte yandan, iş yerinden kibar ve düşünceli bir doktor da kendisiyle ilgilendiğini açıkça ifade ettiği halde, Prabha’nın hâlihazırda evli olması onu zor durumda bırakır.

All We Imagine as Light

Yirmi seneden uzun süredir Mumbai’de yaşayan dul Parvati ise evinden atılmamak için burasının kendi evi olduğunu kanıtlamanın mücadelesini vermektedir. Farklı özgürlükler arayan üç kadının da yaşadığı krizler onları birbirine yaklaştırır ve film kadın dayanışmasının, aslında seçilmiş aileler olarak kızkardeşliğin kutlamasına dönüşür.

Parvati, evi için verdiği savaşı kaybetmesi üzerine sahil kenarındaki köyüne dönmeye karar verir. Prabha ve Anu da taşınıp yerleşmesi için ona yardım edeceklerinden, medeniyetten görece uzak bu köye birlikte giderler. Filmin ikinci kısmında, bir şey söylemek için sesimizi yükseltmemizin ille de gerekmediğini hatırlatan fısıltı gibi yumuşak bir şehir-kırsal geçişiyle birlikte zaman yavaşlar ve onlar da kendi iç hızlarına uyum sağlar. Zorunlulukların dayattığı yanılsamalarla dolu şehrin insanı boğan kargaşası ve insanın üstüne üstüne gelen betonarmenin yarattığı sıkışmışlıkla çevriliyken içlerini bakmayı, kendilerini dinlemeyi atlamış olan bu kadınlar, mekânla birlikte zaman algısı değiştikçe kendi arzularıyla bağ kurabilecek kadar özgür hissederler kendilerini. Şehirde çalıştıkları hastanede stetoskopla kendi kalbini dinlemeye çalışan hemşire imgesi de böylece köyde anlamını bulur. Köy adeta bir anti-Mumbai’dir.

İşte o zaman Prabha, Anu’ya toplumun beklentisine uygun davranmasını dikte etmek yerine ona destek olma yoluna gider. Anu, kendisini kentten köye kadar takip eden sevgilisine karşı hissettiği duyguları özgür bırakır ve onunla birlikte olur. Birinin ilişkisi solarken, öbürününki çiçek açar. Parvaty özüne dönmüş şekilde hayatını yeniden kurmaya başlar. Şehirdeki floresan ışıklarının ve hemşire üniformalarının mavisinden yani yapaylığın ve görevlerin mavi tonundan, bulutsuz göğün ve okyanusun mavisine yani özgürlüğün mavi tonuna geçiş yaşanır. Mavi artık arzunun uçsuz bucaksız dokusu olur.

All We Imagine as Light

Filmin yaklaşık son yarım saatinde Prabha’ya odaklanan anlatı; büyülü gerçekçiliğe yaptığı dalışla, Prabha ile kocasının hikâyesini onun fantezi dünyasında yeniden canlandırarak ona bastırılmış duygularını ifade etmesi için ihtiyaç duyduğu arınma anını hediye eder.

Yönetmen Kapadia’nın kadınları, ana akım Hint Sineması’nın kadın tasvirini reddediyor. Kadınlar erkek kahramanlara hizmet etmekle meşgul değil, arzularıyla var oluyorlar. Üstelik onlar kahraman da değil, yalnızca birey. Geleneksel kadın imgesine sadece günlük basit hareketlerle meydan okuyorlar; örneğin, âdet görmekten ve plasentadan bahsediyorlar, hamile bir kediye yardım ediyorlar. Bu eylemler hep kadınlığa gönderme niteliğinde.

Kapadia, Hindistan’ın sosyal hiyerarşisini ve kadınların ikinci sınıf statüsünü, Batılı izleyicilere açıklamaya çalışmakla zaman kaybetmeden anlatının bir parçası yaptığı zarif tercihlerle gösteriyor. Sabahın köründe işe gidenler egemen sınıf değil işçilerdir; aslında şehrin o lüks evlerinde oturamayan bu gelip geçici sakinleri, şehrin işlemesini ve yaşamasını sağlar. Aynı şekilde, kadınları da filmin her karesinde gösterir; kadınların geleceğini ve kuralları belirleyenler erkekler olsa da, hayatın her alanında, şehrin her noktasında kadınlar vardır, hayat kadınlarla var olur.

Büyük laflar ve olaylar yerine küçük hareketler ve gözlemlerle kişisel ile politik arasındaki bağlantıyı ortaya koymayı ve kendi kültürünü hoyrat değil zarif, göze sokarak değil sakin bir şekilde eleştirmeyi beceren filmin böyle bir ton yakalayabilmesinde sinematografinin etkisi tartışılmaz. Kalabalık şehir ile yalnız kadın Prabha’nın yüzü pencerenin yansımasında birleşiyor örneğin. Aslında birleşmeden ziyade şehrin, insanı yutması gibi bir şey bu. Görüntü yönetmeni Das’ın eksik, yarım kadrajları şehrin insanı eksilten, içine alıp eriten yanını vurguluyor.

2024 Cannes Büyük Ödülü’nü kazanan All We Imagine as Light filmini, Hindistan’ın tamamı erkeklerden oluşan seçim komitesi Uluslararası En İyi Film Oscar’ı kategorisi için Hindistan’ın resmi başvurusu olarak seçmedi. Politik olarak aktif bir yönetmen olan Kapadia, 2015’te Hindistan’da katıldığı bir protesto nedeniyle suçlamayla karşı karşıya kalmıştı. İlk uzun metrajlı filmi A Night of Knowing Nothing (2012) belgeseli de Hindistan’ın baskıya ve otoriterliğe yönelmesini, faşizm zamanında genç olmayı korkusuzca ele aldığından Hindistan’da gösterilmemişti bile.

Çok uzun süre karanlıkta kalınca insan aydınlığı hayal etmek istiyor ama edemiyor. O zaman seni düşünüyorum.

Puanlama

8.0

8.0
Kullanıcı Oyu: ( 1 oy ) 7.7

Bir Cevap Yazın