Interstellar (2014): Destansı Bir İnsanlık İnadı
![Interstellar (2014): Destansı Bir İnsanlık İnadı](https://www.birdunyafilm.co/wp-content/uploads/2024/12/interstellar-film-konusu.jpeg)
Hatırlarsanız Su gezegeni yani Miller’ın gezegeni, kara deliğe çok yakın bir konumda yer aldığı için yoğun yerçekimi nedeniyle aşırı zaman genişlemesi yaşanıyordu. Belki biz Dünya’da yaşamaya devam ediyoruz ama orada geçen zaman gibi zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlamak bazen zor oluyor. Christopher Nolan’ın ‘Interstellar’ı vizyona gireli tam on yıl olmuş. Oysa daha dün gibi, sinema salonundan çıkarken evrenin sonsuzluğunu, insanın kırılganlığını ve sevginin boyutlar ötesi gücünü düşünerek kendimizi sorguladığımız o anlar. 10. yıl özel gösteriminde filmi yeniden izlemek, sanki ilk kez keşfediyormuşum gibi heyecan vericiydi. Ama aynı zamanda yıllar içinde değişen bakış açım, filme bambaşka bir pencereden bakmamı sağladı. Interstellar, sadece bir bilimkurgu filmi değil; insan olmanın ne anlama geldiğini soran bir yapım. Genelde dile getirilenin aksine “Interstellar” aslında inanç üzerine yazılmış bir film ve sevgi, bu hikâyenin itici gücü olsa da, ana unsur değil. Filmin merkezinde insanın hayatta kalma dürtüsü ve inadı var; bu temalar belki de hiçbir filmde bu kadar görkemli bir şekilde anlatılmamıştı. Filmi tekrar izlemek, bazı noktaların önceki izlenimlerimden farklı şekilde öne çıkmasını sağladı. Özellikle diyaloglar ve oyunculuklar, zaman zaman fazla “Hollywood şovu” gibi hissettirebiliyor. Öte yandan, görsel ve ses tasarımı hâlâ büyüleyici. Yönetmen, müziklerin duygusal etkisine o kadar güvenmiş ki bazı sahnelerde insan seslerini bile bastıracak yoğunlukta kullanmış. Filmin insana ve insanlığa dair söyledikleri kesinlikle değerli, ancak bu söylediklerinin ne kadar samimi olduğu konusunda hâlâ bir soru işareti taşıyorum.
Ayrıca İlginizi Çekebilir: Megalopolis (2024): Ütopya ve İktidarın Yeniden Üretimi
Öncelikle, filmin ekolojik bir yıkımı anlatma çabası oldukça önemli bir noktaya temas ediyor. İnsanlığın ilk mesleklerinden biri olan çiftçilik, modern dünyada tarımın içine düştüğü çıkmaz göz önüne alındığında, artık en son tercih edilen mesleklerden biri haline gelmiş durumda. Filmde geçen “Artık mühendise ihtiyacımız yok” repliği, insanlığın yarattığı yapay dünyanın, gerçek olanın üzerine bir kâbus gibi çöktüğünü çarpıcı bir şekilde ifade ediyor. İş dünyası ve para ilişkisi, gerçek ve temel ihtiyaçlarımızın önüne geçmiş durumda ve buradan geri dönmek neredeyse imkânsız görünüyor.
Belki bu noktada yapay gıda üretimine dair bir şeyler söylenebilirdi; çünkü tarımsal üretimin çökmesiyle insanlığın bu alanda alternatiflere yönelmesi doğal bir çözüm olurdu. Ancak yönetmen, yalnızca açlık meselesini değil, insan sağlığı üzerinden de Dünya’nın gerçekten yaşanamaz bir hale geldiğini güçlü bir şekilde vurgulamayı tercih ediyor. Bu, hem hikâyesini daha çarpıcı hale getiriyor hem de insanın gezegenle kurduğu yıkıcı ilişkinin sonuçlarını açıkça ortaya koyuyor.
Film, düşünce tarihimizin iki temel ve zıt görüşünü merkezine alıyor: Ya evren, Dünya’nın yapısı ve nimetleri göz önüne alındığında insan için yaratılmış diyeceğiz, ya da bu benmerkezci hayalden uzaklaşıp, yaşamak uğruna fedakârlık yapmamız gerektiğini kabul edeceğiz; çünkü evrenin merkezinde değiliz. İlk görüş, muhafazakâr bir bakış açısıyla elimizdekinin kıymetini bilmek, onu korumak ve bozulduysa düzeltmekle alakalıdır. Yönetmen, bu iki düşünce dünyasını dengeli bir şekilde ortaya koyduktan sonra, Cooper aracılığıyla ikinci yolu seçiyor: Daha büyük fedakârlıklar yaparak, insanlığın hayatta kalması için bilinmezliğe adım atma cesaretini göstermeyi.
Ancak bu düşünceler, insanı insan yapan çıplak gerçeklikler değil. İnsanın doğası gereği, içinde bitmek tükenmek bilmeyen duygular ışığında geçmişe özlem duymaya, sahip olduklarını düzeltme çabası içinde olmaya devam ettiğini görüyoruz. Bu içsel çatışma, duyguların düşünceleri ve ideolojik pozisyonları, dalgalı bir denizde savrulan bir gemi gibi farklı yönlere çekmesiyle kendini gösteriyor. İnsanlığın bu gelgitli yapısı, filmin alt metninde derin bir şekilde işleniyor ve seyirciye evrenin büyüklüğü karşısında insanın karmaşık doğasını sorgulatıyor.
Filmin genel izleyicisi, öncelikle bilimsel gerçeklikleri ve olayları çözmek için gösterdiği çabayla hatırlanıyor. Kısaca değinmek gerekirse, film insan ömrünün yetmeyeceği kadar uzak mesafeleri, solucan delikleri sayesinde aşmayı mümkün gösteriyor. Solucan deliği, evrende bir bükülme yaratarak, adeta gidilecek noktalara bir kestirme yol açıyor. Ekibin hedefi ise başka bir galaksi. Bu galaksiye daha önce gönüllü astronotlar gönderilmiş ve farklı gezegenlerde yaptıkları çalışmalarla insan yaşamına en uygun mekânı tespit etmeye çalışmışlar. Bulduğunu düşünenler ise verilerini aktararak bir “gelin” sinyali göndermiş.
Bu galakside dikkat çeken en önemli unsur ise bir kara deliğin varlığı. Kara delikler, hâlâ insanlık için bir muamma olmayı sürdürüyor. İçlerinde ne olduğu tam olarak bilinmiyor, yapılan çalışmalar ise günümüz teknolojisiyle bu bilinmezliği çözmenin imkânsız olduğunu gösteriyor. Bunun nedeni, kara deliklerin oluşturduğu muazzam çekim kuvveti; hiçbir canlı ya da aygıt, atomlarına ayrışmadan bir saniye bile orada var olamaz. Gerçekte, herhangi bir kara deliğin bize oldukça uzak olduğunu da belirtmekte fayda var.
Bu kısa bilimsel açıklamanın ardından, filmin kara deliğe yaklaşımına değinmek önemli. Yönetmenin kara deliğe bakışı açıkça kurgusal bir perspektife dayanıyor. Kara delik, geçmişe yolculuğun anahtarı haline geliyor. Burada yıldızlararası bir yolculuk, adeta kitaplararası bir serüvene dönüşüyor. Kara delik, birçok zaman diliminden tek bir mekâna, Murph’ün odasına bağlanıyor. Zaman, alışık olduğumuz lineer yapısından çıkıp çok boyutlu bir hale geliyor. Öyle ki Cooper, aynı anda birçok farklı zaman diliminden görüntüyü, farklı mekânlar aracılığıyla izleyebiliyor. İşte bu noktada Nolan filmlerinin kilit noktası, zaman mefhumu sadece kurguda kullanılan bir araç olmaktan çıkıp ana aktör haline geliyor ve geçmiş ile geleceğin buluşması sadece Murph ve Cooper ilişkisinde sınırlanmıyor. Cooper, Niçeci bir tabirle belirtirsek üst-insanlardan aldığı bilgiler ve yönlendirmeler ışığında yolunu buluyor. Filmin başından beri dile getirilen ‘’Onlar’’ aslında bizleriz. Biz bize yardım ederken biz de bize yardım ediyoruz. Bir kere zamanda kırılma meydana geldiğinde kısır bir ilişki içinde insanlık hepten ve tek elden bir bütün haline geliyor.
‘Gelişmiş Biz’in bulduğu formül veya denklem Cooper aracılığıyla Murph’e ulaşıyor ve Dünya’nın olmasa bile insanlığın kaderi değişiyor çünkü Murph sonunda yerçekimi problemini çözüyor. Dünya’yı terk eden insanlık, Cooper İstasyonu adı verilen devasa bir uzay istasyonunda yaşamaya başlıyor. Murph Cooper’ın buluşlarına ve geliştirdiği fizik teorilerine dayanarak inşa edilen bu istasyon, Satürn’ün yakınlarında bir yörüngede yer alıyor ve insanlığın hayatta kalabilmesi için tasarlanmış bir yaşam alanı olarak hizmet ediyor. Diğer yandan Dr. Brand, insan embriyolarıyla yeni bir koloni kurmak üzere, Dr. Mann ve diğer gezegenlerden çok uzakta, Edmunds’un gezegenine yerleşiyor. Bu gezegen, filmin sonunda yaşanabilir olduğu ima edilen tek lokasyon. Hatırlarsanız Dr. Mann ve Edmunds gezegeni arasında tercih yapılan sahnede Dr. Brand’in Edmund’a duyduğu aşktan ötürü içgüdüsel olarak orada hayatı sezmesi, Nolan’ın sevginin itici gücüne olan inancını dramatik biçimde gözler önüne sermişti.
Yazının başında filmin insana ve insanlığa dair söylediklerinin değerli, ancak bu söylediklerinin ne kadar samimi olduğu konusunda hâlâ bir soru işareti taşıdığımı söylemiştim. Her şeyden önce devasa bir film bu: Görsel, işitsel ve hikâye olarak. Ama sadece bunlarla da sınırlı kalmayıp oyuncular da devasa oynuyorlar. Harika bir sinema deneyimi güzel bir alt metinle birleşiyor. Peki, neden sonunda Nolan Amerika bayrağı gösterme zorunluluğu hissetti sizce? Ne kadar dikkat edildi bilmiyorum ama tam da içimden bu filmin Schmittçi tabirle bir dost-düşman ayrımına tabi olan sığ filmlerden farklı olduğunu söylüyordum. İnsanlığın yeni başlangıcı neden bir bayrak dikme ihtiyacı hisseder? İlkel bir topluluk belirtisi, bir Dünya özlemi midir bu? Yoksa en özel hissettiren bilim kurgu filmlerinden birine samimi olmayan bir Hollywood damgası mıdır bu? Tüm Dünya’yı ekolojik bir felaketin beklediğini söyleyecek kadar gerçekçi olup bunun sebebinin Amerika ve temsil ettiği değerler olduğunu tekrar tekrar hatırlamak gerekiyor. Önce tarihsel olarak yerli halkların toprakları üzerinde büyük bir kolonileşme gerçekleştiren sonra emperyalist bir güç haline gelip barış ve demokrasi adına zulmeden ve ekolojik felaketin birinci sorumlu ideolojisi liberalizm ve kapitalizmin merkezi Amerika’nın bayrağı insanlığın yeni başlangıcını temsil edemez. Ben yine de önemli bir bölümünü başarılı bulduğum filmin güzel kısımlarını vurgulamaktan ötürü memnunum. Saf bir deneyim gözüyle baktığımda da en iyi sinema deneyimlerinden birini yaşadığımı tekrardan belirtmeliyim.