Mar adentro (2004): Yaşamak için Ölüm
Eu Tanasium, Grekçe’den gelen bu tamlama dışınızdan bir ahenkle okuduğunuz zaman size bir şey çağrıştırma ihtimali oldukça yüksek. Eu, güzel; tanasium ise ölüm demek. Zamanla da günümüzde ötenazi haline evrilmesi kaçınılmaz olmuş.
Felsefe var olduğundan beri de ötenazi tartışılıyor. Platon, Aristoteles, Sokrates… aklınıza kim geliyorsa bir insanın kendisini öldürmesiyle ilgili bir şey söylemiş. Haliyle de Orta Çağ’dan günümüze uzanan bir süreç. O zaman temelde din engeline takılmış, şu anda da Dünya’nın büyük bir kısmında din ve etiğe takılıyor. Şu anda bile kabul eden ülkelerin sayısı iki elin parmağını geçmiyor. Son kabul eden ülke ise İspanya. İspanya olması bu yazının gidişatı için güzel bir tesadüf. Orada 2020’nin sonlarına doğru yasa onaylanmış. Yani filmimizin kahramanı Ramón Sampedro’nun ölümünden tam 22 yıl sonra. Peki kimdir Ramón Sampedro ve yazının başından beri vurgulamaya çalıştığım ötenazi ile nasıl bir ilgisi var?
“Özgürlüğü yok eden bir yaşam, yaşam değildir.”
Ramón Sampedro, başına hayatını kökünden değiştirecek talihsiz olay gelmeden önce bir denizci idi. Seyahat etmek onun için bir tutkuydu. O olaydan sonra ise tamı tamına 29 yıl boyunca ötenazi ile ölmek için yargıyla ve insanlarla mücadele eden ve sadece kafasını oynatabildiği için özgür bir yaşamı olmadığını düşünen birine dönüştü. Özelinde baktığınız zaman zaten hatları net bir şekilde belli olan bu hikayeyi filme çekmeye Ramón Sampedro’nun görüntülerini televizyonda denk gelen, o dönemin yükselen isimlerinden Alejandro Amenábar talip oluyor. Amenábar, 23 yaşında korku, suç türündeki ilk uzun metrajı Tesis ile İspanya içinde dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor. Bundan tam 1 yıl sonra adını Abre los ojos ile hem İspanya’da tekrar hem de Avrupa’da duyuruyor. Sağlam adımlarla giden yönetmen 2001 de ise belli bir hayran kitlesi de olan The Others’ı çekerek Hollywood’a kendini tanıtıyor. İlk uzun metrajını çektikten 10 yıla yakın bir süre sonra ise Mar adentro’yu çekmek için kollarını sıvıyor.
Ayrıca İlginizi Çekebilir: Transit (2018): Aşk, Politika ve Mekanın Kontrastı
Ramón’un hikayesini duyup onun haklı davasına savunmak isteyen avukat Julia’nın Ramón’u ziyareti ile film başlar. Yıllardır yatalak olan Ramón için kısmi bir değişikliktir bu ziyaret. Amenábar hikayenin kendi içinde değiştirilme ihtiyacı olmadığını röportajlarında söylese de filmin merkezinde yer alan karakterler arasında hikayeye sonradan eklenen tek kurgu karakter Julia’dır. Bu ekleme ihtiyacı, sert ve rahatsız edici diyalogları, hikayeye duygusal bir yön katarak yumuşatma ihtiyacından kaynaklı olabilir. Burada Amenábar hikayenin kendi içinde var olan aşk hikayesini ikinci plana atmayı tercih ediyor. Bunun iki sebebi olabilir. Sebeplerden ilki gerçek hikayedeki ilginin tek taraflı olması, ikinci sebebin ise seyircinin o aşk hikayesini cazip bulmama ihtimali olabileceğini düşünüyorum. Julia ile beraber Ramón’u da onun penceresinden tanımaya başlarız. Ramón’u tanıdıkça da davasını kimimiz hak verebilir, kimimiz hak vermeyebiliriz. Tıpkı o hikayedekiler gibi. Ailesi onun ölümünü istemezken, ötenazinin yasal bir hak olduğunu savunan çevresindeki dostları gibi.
Ramón yattığı süre zarfında sürekli okumayı tercih eder. Bu durum ona entelektüel bir duruş katar. Bu entelektüel duruşun ayak izleri bizi onun kendi tabiriyle özgürken yazdığı şiirlere götürür. Kelimeleri iyi kullanma becerisi etrafındaki çoğu kişiyi de etkiler. Bu kişilerin başında Rosa vardır. Rosa onun kafasında kurguladığı koca figürüne uygundur. Ramón’un sohbeti ve belki de aciz durumu onu etkileyen şeylerin başında gelir. Aslında uyumlu bir ikilidir Ramón ve Rosa. Ramón olaylara mantık çerçevesinden bakarken, Rosa ise yaşam ve sevgi ekseninde değerlendirir. Bu yüzden Ramón’un ötenazi talebine karşıdır. Rosa’nın bakış açısına filmdeki rahip de sahiptir. Rahip ile Ramón arasındaki bir sohbette daha çok atışma demek daha doğru olur. Onlara aracılık eden rahibin yardımcısı gibi biz de bu davada bir o taraftan bir o tarafa savruluruz. Filmde ötenazi karşıtı olanların dayanağı sevginin merkezde olduğu bir yaşamken, Ramón Sampedro ise bu şartlarda sürdürülen yaşamın saygınlıktan yoksun olduğunu ve böyle bir yaşamın devam etmemesi gerektiğini savunur. Bütün bunlar olup biterken aslında filmin kahramanının kendi davasına karşı olan düşüncelere sorduğu soru basittir. İnsanoğlu her kararı kendi hür iradesiyle seçebiliyorken kendine ait olan yegane şeyi yani yaşamını sonlandırıp sonlandıramayacağını neden seçemediğidir.
Filmin başrolünde yönetmen Alejandro Amenábar’ın İspanya’nın en iyi oyuncusu olarak gördüğü Javier Bardem var. Bardem ile canlandırdığı Ramón Sampedro’nun o dönemi ile aralarında olan 20 yıl yaş farkı olmasına rağmen Bardem, biraz makyaj ve daha çok yeteneği ile aradaki farkı ustalıkla kapatıyor. Bardem’e Bélen Rueda ve Lola Dueñas eşlik ediyor. Orkestranın şefi Bardem, diğerleri bir görünüp gidiyorlar diyebiliriz.
Ramón’un hayal gücü filmi güzel kılan noktalardan biri arada bir kafasında kurduğu hayalin tasvirini kadrajda görüyoruz. Bu hayallerde genelde Ramón’u yürüyorken izliyoruz. Hatta bir sekansta onu Pavarotti’nin Nessun dorma’sı eşliğinde dağların üstünde sahile doğru uçarken izleriz. Ramón’un hayatında Rosa’nın önemi sanırım oldukça fazla. Bu noktadan itibaren sürpriz bozan mahiyetinde olabileceğinden ötürü açmıyorum ama merak edenler için internet tarayıcılarına “Ramón Sampedro ve 11 Ölüm Meleği” yazmaları yeterli.
Ramón Sampedro’nun dava süreci İspanya’da çok konuşuldu fakat o hiçbir zaman istediğini yasal yollarla alamadı. Mücadelesi muhakkak ötenazinin ülkesinde kabulüne ön ayak oldu. Yaşantısı da başkalarının yaşantısına belki de bir ışık oldu. Mar adentro size çoğu zaman cevaplamaya korktuğunuz sorular sordurtan bir film. İzleyip Ramón’un hayatına ortak olmak için de harika bir fırsat.