Ana Sayfa İnceleme Playtime (1967): Modernizmin Defoları

Playtime (1967): Modernizmin Defoları

Playtime (1967): Modernizmin Defoları
0
Fransız yönetmen Jacques Tati‘nin hem yönetip, hem yazıp hem de başrolünü üstlenip sinema tarihinin en büyük hicvine imza attığı filmi Playtime. Jacques Tati kariyerinde yalnızca beş uzun metraj filme sahip olmasına rağmen sinema tarihinde çok özel bir yere sahiptir. Tati bu beş filmi yalnızca yazıp yönetmekle kalmamış aynı zamanda hepsinin başrolünü de üstlenmiştir ve ilk filmi hariç hepsinde Monsieur Hulot karakterine hayat vermiştir. Tati tüm filmlerinde olduğu gibi Playtime‘da da kendine has enteresan alaycı üslubunu sürdürdü. Bu sefer Jacques Tati’nin hedef tahtasında modernizm-modernite ve küreselleşme var.

Film prodüksiyon dizaynı ve sanat yönetimi olarak sinema tarihinin en özel setlerinden birinde Jacques Tati’nin onlarca milyonlar harcatarak kurdurduğu Tativille’de geçiyor. Tati bunu altmışlarda yaparken, Amerikan sinemasının hala yüzlerce milyon dolarları hiçbir sanat kaygısı taşımayan hakikatten uzak ve manasız filmlerle çöpe atması sinemanın nasıl bir tersine evrim geçirdiğinin göstergesi gibi.

Film Paris’e bir turist kafilesiyle gelen amerikalı Barbara ve yeni modern Paris’e pek ayak uyduramamış olan Monsieur Hulot‘nun bir gününü anlatıyor. Filmin başında Hulot devlet dairesine benzer bir yerde halledecek bir işi varmış gibi görünürken başlar, ancak bu işini tabii ki halledemez. Muğlak cümleler kuruyorum çünkü film modernizmin insanı amaçsızlaştırmaya çalıştığını vurgularcasına baş karakterimiz Hulot’nun film boyunca net bir amacının olmadığını görürüz. Yalnızca Yeni Paris’in büyük binalarının arasında oradan oraya savrulur. Adeta Kafkaesk bir şekilde Yeni Paris’e atılmış gibi duran Monsieur Hulot bu curcunanın arasında kendini bir şekilde o devlet binasına benzer yerden atıp, yeni icatların sergilendiği ve satıldığı bir mağazada bulur. Bu yerde çarptığında ses çıkarmayan kapı, rimel sürmek için tek bir tarafı yukarıya doğru kayan gözlük, bir nevi farları olan elektrik süpürgesi gibi işlevsiz saçma sapan yeni icatlardan oluşan bir satış sergisi vardır. Bence bu sergi sekansında en önemli sahneler, eski mimarinin ve san’atın artık modernitede hiçbir değerinin kalmadığını gösterircesine Antik Yunan sütunları şeklinde çöp kutuları ve yalnızca camdan yansımasını görebildiğimiz “eski Paris’i” görmek yerine yeni gelen turist kafilesinin bu saçma yeri gezmesi.

Bu saçma yerde Monsieur Hulot onun kıyafetlerinin aynısını giymiş bir adamın yaptıkları yüzünden bir karışıklık sonucu biraz “fırça” yer ancak hemen sonra bu yanlış anlaşılma çözülür ve Bay Hulot bu muazzam modern sergide gezintisine devam eder. Yine kıyafetinden dolayı bu yerde modern kadınlar tarafından satış danışmanıyla karıştırılır ve aldıkları gece lambasıyla ilgili bir sorunu çözmesini isterler Bay Hulot ise bu ziyadesiyle karmaşık lamba sorununu onu bir prize takarak çözer. Bunun ardından ise sonunda bu yerden ayrılır Hulot.

Monsesieur Hulot’nun bu ufak sergi ziyareti sırasında daha henüz karşılaşmadıkları amerikalı genç turist Barbara’da Paris’e gelindiğinde gezilebilecek en doğru yerlerden biri olan bir seyahat acentesini gezmektedir. Barbara’nın seyahat acentesine öylesine bir uğradığı bu kısa sahnede sözlükte küreselleşmenin karşına koyulabilecek kadar doğru bir görüntü gelir ekrana. Dünya’nın bazı ülke ve şehirlerinin tanıtımı olan afişlerde yalnızca çirkin büyük bir bina vardır. Modern ve global şehirlerin birbirlerinden hiçbir farkı olmadığını enfes bir hiciv ile anlatır Tati. Artık hava kararmaya başladığında Bay Hulot eski bir arkadaşı olduğunu tahmin ettiğimiz bir adamla karşılaşır ve de arkadaşı onu ultra modern evine davet eder.

Böylelikle de filmin en deneysel, yenilikçi ve eleştirel kısmı başlamış olur. Arkadaşının adeta bir vitrin gibi içerisini teşhir eden evinde, sekiz dakikalık sıfır diyaloglu bir geniş planla süren sahnede, Tati modernizmin mimarı ve yaşam anlayışını sinema tarihine geçecek kadar alaycı ve yenilikçi bir şekilde hiçbir yorum ve söz katmadan gösterir. Mimari o kadar işlevsizdir ki Monsieur Hulot evden çıkmak için çıkış kapısını açmakta bile fazlasıyla zorluk çeker.

Hulot arkadaşının evinden ayrıldıktan sonra, yaklaşık bir saat sürecek olan açılış günündeki bir restoran sahneleri başlar. Bu restoran tasarımından, mimarisine, yemeklerinden, müşterilerine, yemeğin sunumundan, garsonlarına kadar modernitenin bütün getirilerini bünyesinde barındırır. Restoranın müşterileri ağırladığı salon kısmı tamamlanmışken yani en azından müşteriler öyle zannederken yemeklerin hazırlandığı arka mutfak kısmı daha tamamıyla inşa halindedir.

Bir garsonun pantolonu yırtılır ve artık tamamen restorana uygun olmaktan çıkar ve balkona beklemeye gönderilir ancak bununla da kalınmaz kıyafetleri zarar gören diğer garsonlar onun kıyafetlerini birer birer alırlar. Çünkü modern Dünya’da ne olduğun değil yalnızca nasıl göründüğün önemlidir. Tati bu görünüş ve sunum mefhumunu restoran sahnelerinde defalarca gösterir. Bunlardan birkaçı garsonların defalarca sosladığı ve tuzladığı ancak müşterilerin bir türlü yiyemediği balık. Kırılıp yalnızca kulpu kaldığı halde herkesin var sandığı kapı. Tati bu sahnelerle moderniteyi yalnızca eleştirmekle kalmaz yerden yere vurur.

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte herkes restorandan ayrılmaya başlar, bunlara restoranda tanışan ve hatta birlikte şarkılar söyleyen Hulot ve Barbara’da dahil. Barbara ve kafilesinin Yeni Paris’ten ayrılma zamanı gelmiştir. Hulot ise bir veda hediyesi alıp vermek ister Barbara’ya. Ancak şehir ve mimari o kadar karmaşık ve işlevsizdir ki Hulot hediyeyi aldığı mağazadan bir türlü çıkamaz ve hediyeyi Barbara’ya vermesini bir başkasından rica eder.

Şehir tüm o keşmekeşiyle hayatına devam etmekteyken biz oradan usulca ayrılırız ve sinema tarihinin en büyük hicvinin ve çok önemli bir başyapıtın sonuna gelmiş oluruz.

Bir Cevap Yazın