Ana Sayfa İnceleme Seconds (1966): Yeniden Doğuş, Dionysos ve Özgürlük

Seconds (1966): Yeniden Doğuş, Dionysos ve Özgürlük

Seconds (1966): Yeniden Doğuş, Dionysos ve Özgürlük 9.0
0

Her insanın yaşadığı hayattan zaman zaman bunaldığı, gerçekleştiremediği hayallerine özlem duyduğu ve hatta belki de yeni bir yaşam sürmek istediği olur. Gerçekten de çalışarak ya da hizmet ederek geçirilen bir ömrün ardından insanın bir de ‘yaşamak’ için ikinci bir hayat istemesi gayet tabiidir. Ancak gerçekte bu imkânsız gibi görünmektedir çünkü insan yalnızca bir kere doğar ve dolayısıyla da bir kere yaşar. Fakat yeniden doğmak denince ne anlıyoruz? Belki de bunun başka yöntemleri de vardır? Öyleyse gelin bir başyapıt olan bu “Seconds” filmini birlikte inceleyelim.

1966 yılında gösterime çıkan “Seconds” filmi tam da az önce söz ettiklerimizden yola çıkan bir film. Öncelikle filmi incelerken izleyeceğimiz yolun hem filmin hikâyesini anlatmak hem de açıklamalar ve yorumlar getirmeye çalışmak olacağını belirtelim.

Filmimizin başkarakteri emeklilik yaşına gelmiş, ömrünü çalışmayla geçirmiş bir banka memurudur. Sıradan bir günde işinden evine dönerken trene binmeden önce arkasından bir adam seslenir ve eline bir adresin yazılı olduğu bir kâğıt tutuşturulur. Karakterimiz ne olduğunu bile anlayamaz. Daha sonra eşiyle birlikte arabayla eve döner. Karakterimiz eve geldiğinde başına ne geldiğini anlayamamış bir şekilde merak içinde yanıp tutuşur. Huzursuz olur, uykusu kaçar. Gece yarısı bir telefon gelir ve telefondaki kişi karakterimizin yıllar önce ölen bir arkadaşı olduğunu iddia eder ve belirtilen adrese gitmesini söyler. Karakterimiz telefondaki kişiye her ne kadar inanmasa da adam onu ikna edecek deliller öne sürer. Daha sonra karakterimizi ve eşini yatak odasında görürüz. Telefon dolayısıyla uykusu kaçmıştır ancak bunu eşine anlatmaz. Hatta çiftin yataklarının bile ayrı olduğunu görürüz. Birbirlerini öpmeye çalışırlar ancak beceremezler. Bunlar bize ilişkileri hakkında bir ipucu verir. Ayrıca karakterimiz yıllar yılı çalışmış, para biriktirmiş ve kızını en iyi okullarda okutmuştur. Ancak kızı okulunu bitirdikten sonra başka şehre yerleşmiş ve ilişkileri de gittikçe zayıflamıştır. Filmde karakterimizin ilişkilerinin nasıl zayıfladığı bu küçük ayrıntılarla bize anlatılmaya çalışılır.

Sonraki gün merakına yenik düşen karakterimiz belirtilen adrese gider. Oradaki yetkililer tarafından şirkete götürülür ve burada ona kahve ikram edilir. Kahvenin içinde sersemletici bir ilaç olacak ki karakterimiz son bir saat içinde ne yaptığını hatırlayamaz. Şirketin kurduğu bir komplodur bu – tabii öyle adlandırabilirsek. İlacı içtikten sonra uygunsuz bir haldeyken videosu çekilen karakterimiz artık şirketin ağına düşmüştür. Şirketin müdürü hızlıca bütün prosedürleri sıralar ve ona sunacakları yeni hayatı anlatır. Kendisine öldü süsü verilecek ve sonrasında yeni bir yüz, isim ve kimlik sahibi olacaktır. Şirketin başkanı bunları sıralarken karakterimiz yine de tam emin olamamaktır ancak başkan ona hayatından gerçekten de mutlu olup olmadığını, hayatındaki kişilerin gerçekten de onu o kadar önemseyip önemsemediğini sorar. Bunca zamandır yaşamak istediği hayatı tam da şimdi yaşayabileceğini dile getirir. Karakterimiz bu düşüncelere yenik düşerek her şeyi kabul eder ve ameliyata alınır.

Ameliyattan sonra yüzünden parmak izine kadar her şeyi değiştirilen karakterimiz, yeni bir isim ve yeni bir iş sahibi olmuştur. Ameliyat sırasında baygın haldeyken en çok yapmak istediği şey sorulduğunda resimlerden söz edince şirket tarafından ünlü bir ressama çevrilmiş, diplomaları alınmış ve eserleri yayınlanmıştır. Her şey eksiksizdir. Artık hayata ünlü bir ressam olarak ‘yeniden doğar’.

Yeni hayatına adapte olabilmesi için şirket tarafından ona özel hazırlanmış bir eve gönderilir ve emrine bir hizmetçi verilir. Sonrasında bir kadınla tanışır. Kadına kendisini ve hayatını anlatmak ister ancak bunu beceremez. Çünkü kendisi artık bambaşka bir insan olmuştur ve yaşamadığı bir geçmişi vardır. Yeni hayatına adapte etmeye olmaya çalışırken tanıştığı kadınla birlikte ormanda bir şenliğe katılır. Bu şenlik şarabın, cinselliğin ve türlü arzuların dışa vurulduğu dikkat çekici bir etkinliktir. Bize eski yunandaki Dionysos şenliklerini hatırlatır.

Bilindiği üzere Eski Yunan’da bir gelenek olarak Tanrılar adına festivaller ve şenlikler düzenlenirdi. Dionysos adına düzenlenen şenlikler de bunlardan biriydi. Dionysos Eski Yunan’da bir şarap Tanrısı olmasına karşın aynı zamanda şarapla birlikte gelen sosyalleşmenin ve birlikteliğin de temsilcisidir. Bu festivalde esas olan insan ve doğa arasındaki ilişkidir.

Nitekim Nietzsche de Dionysos şenliklerine olan hayranlığından söz ederken bu şenliğin cinsiyet farkı gözetmeksizin arzuların dışa vurulduğu, vahşetin ve şehvetin iç içe geçtiği ve canlılığın olabildiğince varlığını gösterdiği bir etkinlik olarak tanımlar. (Nietzsche, 2011) Karakterimiz de aynı şekilde bir bakıma yeni bir kimliğe kavuşmanın sarhoşluğu içinde bu şenlikte kendini olabildiğince özgür hisseder, eğlenir ve kendini canlı kılar. Yani kendini yeni hayatına adapte etme yolunda sosyalleşir.

Daha sonrasında şenlikteki insanlarla tanışmak için -ki bunlar karakterimizin komşularıdır- evinde bir buluşma ayarlar ve herkesi davet eder. Partide içkiyi fazla kaçıran karakterimiz eski hayatından söz eder ve kimliğini açık etmeye başlar. Bu sırada hizmetçisi ve misafirleri tarafından alınıp odasına götürülür. Hizmetçisi ona buradaki herkesin tıpkı onun gibi olduğunu, yani hepsinin bir “yeniden doğan” olduğunu söyler. Deyim yerindeyse küçük bir şok geçiren karakterimiz bulunduğu ortamı, gerçekliği ve kimliğini sorgulamaya başlar. Yeni hayatına alışabilmesi için ona suni bir sosyalleşme ortamı sunulmuştur. Bu bize yakın zamanda Japonya’da ortaya çıkan “hikikomori” hastalarının sosyalleşme süreçlerini hatırlatır. Toplumdan kendini tamamen izole etmiş olan “hikikomori” hastalarının sosyalleşebilmeleri için Tokyo’da bu hastalara özel konutlar yapılmıştır. Bu konutlara yerleştirilen “hikikomori” hastalarından kendilerini yeni hayatlarına adapte etmeleri ve bu kaynaştırma mekânını benimsemeleri istenmiştir. Karakterimiz de aynı şekilde tabiri caizse ‘kendi cinsinden’ olanlarla aynı yere gönderilmiş ve ona yeni bir hayat sunulduğu iddia edilmiştir. Fakat burada bir sorun var: Karakterimiz hayatında artık ne kadar söz sahibidir? Ya da karakterimiz gerçekten özgür müdür?

Bu noktada Isaiah Berlin’in “İki Özgürlük Kavramı” isimli çalışmasını hatırlamamız pek de yanlış olmayacaktır sanıyorum. Isaiah Berlin, bu çalışmasında Pozitif ve Negatif olmak üzere özgürlüğün iki veçhesinin farklarını ele almaya çalışır. Filmimizle ve karakterimizle bağlantılı olarak yalnızca Pozitif Özgürlük Kavramı’ndan söz etmemiz yerinde olacaktır. Ancak bu noktada üstünkörü bir yorum yapacağımızın, amacımızı aşmamak için “özgürlük” kavramına derinlemesine değil de filmle ilişkili olacak şekilde değineceğimizin uyarısını vermemiz gerekir.

Isaiah Berlin’e göre Pozitif Özgürlük Kavramı “Kim tarafından yönetiliyorum?” ya da “Benim ne yapacağımı veya yapmayacağımı yahut ne olacağımı veya olmayacağımı kim söylüyor?” gibi temel sorularda vuku bulur. Dolayısıyla bu sorulardaki amaç kişinin seçimlerini yaparken veya eylemde bulunurken bir otoriteye mi yoksa kendine mi bağlı olduğunun sorgulanmasıdır. (Berlin, 2007) Özgürlüğün “Pozitif” tarafı olarak anılmasının sebebi de budur. Birey kendi kendisinin efendisi olursa hayatı bir başkasına değil de kendisine bağlı olur. Başka bir deyişle kişi bir nesne değil, özne olur. Eğer ki eylemlerinin faili kişinin kendisi değil de bir başkası olursa, bu durumda kişinin konumu bir bakıma köleliktir. Şimdi karakterimize geri dönecek olursak bir zamanlar hayatından gerçekten de memnun olmadığını, istediği şeyleri gerçekleştirememiş olduğunu söyleyebiliriz. Fakat kendisine yeni bir hayat sunulduktan sonra ne olmuştur? Karakterimiz yeniden kendi kararlarını veremeyecek düzeye gelmiş, şirketin istekleri doğrultusunda hareket eden bir “köle”ye dönüşmüştür. Eski hayatında sistem tarafından kısıtlanan karakterimiz, şimdi de şirket tarafından yeniden kısıtlanmaktadır. Dolayısıyla yeni bir hayata kavuşunca daha özgür ve mutlu olacağını sanmak yalnızca bir yanılsamadan ibarettir.

Tüm bunların farkına varan karakterimiz hayal kırıklığına uğrar ve eski hayatına dönmek ister. Sonrasında şirkete gider ve yıllar önce ölmüş olan eski arkadaşıyla karşılaşır. Daha önce telefonda konuştuğu kişi gerçekten de karakterimizin eski arkadaşıdır. Ona da zamanında öldü süsü verilmiş ve yeni bir hayat sunulmuştur. Sonrasında şirketin yöneticisi karakterimize eğer eski hayatına dönmek istiyorsa yeni bir üye bulması gerektiğini söyler. Yani yeni bir kurban… Çünkü bir noktadan sonra her şey ticarettir ve hiçbir şey bedelsiz değildir. Karakterimizin arkadaşı da bu yeni hayattan pişman olmuş ve kendini kurtarabilmek için bir bakıma karakterimizi “kurban” etmiştir. Hatırlayalım, şirkete gelmesi için karakterimizi ikna eden arkadaşıydı. Karakterimiz artık şirket için bir çalışan olduğunda arkadaşı yeni bir hayat için bir şans elde etmiştir. Filmin bir yerinde şirketin başkanı “geriye dönemeyeceğini bildiğinde ileriye gitmek daha kolaydır” der. Karakterimizin arkadaşının yaptığı da budur. Fakat karakterimiz şirketin bu baskısını kabul etmez ve yeni bir kurban bulamayacağını söyler. Belki de özgür olduğu tek an budur.

Daha sonrasında geriye dönemeyen karakterimiz ileriye de gitmeyince şirket tarafından bunun bedeli ağır bir şekilde alınır, yani karakterimizin hayatı ile… Vardığımız nokta şudur: Özgürlüğün bedeli insanın hayatıdır…

Kaynakça

Berlin, I. (2007). İki Özgürlük Kavramı. Liberal Düşünce Dergisi(46), 59-72.

Nietzsche, F. (2011). Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu. (İ. Z. Eyüboğlu, Çev.) İstanbul: Say Yayınları.

Puanlama

9.0

9.0
Kullanıcı Oyu: ( 0 oy ) 0

Kadir Şabu Psikolog. Araştırma alanları felsefe, psikoloji ve sinema üzerinedir. Düşünce düzleminde en büyük ilgi odağı insandır.

Bir Cevap Yazın