Ana Sayfa Eleştiriler Small Things Like These (2024): 1985 Noel Zamanı, İrlanda’nın Küçük Bir Kasabasında…

Small Things Like These (2024): 1985 Noel Zamanı, İrlanda’nın Küçük Bir Kasabasında…

Small Things Like These (2024): 1985 Noel Zamanı, İrlanda’nın Küçük Bir Kasabasında…
0

“Zaman geçtikçe ve Furlong’un tanıdığı ve tanımadığı daha fazla insanla karşılaştıkça, kendine şu soruyu sorarken buldu: Birbirimize yardım etmeden yaşamanın bir anlamı var mıydı? Tüm yıllar, on yıllar boyunca, hatta bir ömür boyu, orada olan şeye karşı gelmeye cesaret etmeden devam etmek ve yine de kendine Hristiyan demek, aynaya bakıp kendinle yüzleşmek mümkün müydü?” – Claire Keegan, Small Things Like These

Cillian Murphy ile “Peaky Blinders”ın üçüncü sezonunda çalışmış olan Belçikalı yönetmen Tim Mielants, Claire Keegan’ın 2022 Booker Ödülü’ne aday gösterilen “Small Things ilke These” adlı romanını sinemaya uyarlar. Kitap ve filmde, 1996 yılına kadar İrlanda’da hamile ve evlenmemiş genç kadınların “tövbe ve ıslahı” için gerekli olanakları sağlamakla görevli Katolik rahibelerin bulunduğu Magdalene evleri hemen anlaşılmasa da anlatının asıl zeminini oluşturuyor.

Bill Furlong (Cillian Murphy), sabahın ilk ışıklarından geceye kadar çalışan bir kömür tüccarıdır. Hayatını, eşi ve kızlarına daha iyi bir yaşam sunabilmek için durmaksızın çalışarak kazanmaktadır. Ancak bir gün, kasabanın manastırında rastlantıyla yaptığı bir keşif, onu kendi çocukluğunun gölgelerine sürükler. Kendi zor çocukluğunda, genç yaşta bekar bir anne olan annesi Sarah tarafından büyütülmüş ve toplumdan dışlanmıştır. Ancak, varlıklı toprak sahibi Mrs. Wilson (Michelle Fairley) sayesinde barınma ve iş imkânı bulmuşlardır. Noel yaklaşırken, Bill bir sabah yerel manastıra kömür teslimatı yaparken, soğuk bir depoda kilitli genç bir kız olan Sarah’yı (Zara Devlin) bulur. Kız, beş ay sonra doğum yapacağını söyler. Bill, Sarah’yı manastırın baş rahibesi Rahibe Mary’ye (Emily Watson) teslim eder; ancak rahibe, Sarah’nın orada oyun oynarken kilitli kaldığını iddia eder. Rahibe Mary, Bill’e ailesi ve çocuklarının eğitim gördüğü okul hakkında imalarda bulunarak, gördüklerini kimseye anlatmaması için onu dolaylı yoldan tehdit eder ve bir miktar para teklif eder. Bill, kasabanın bar sahibi Bayan Kehoe (Helen Behan) ve eşi Eileen de dahil olmak üzere çevresindekiler tarafından manastırın işlerine karışmaması konusunda uyarılır. Ancak, geçmişinin de etkisiyle vicdan azabı çeken Bill, sonunda Sarah’yı tekrar bulur ve onu manastırdan çıkararak evine götürür. Bu cesur hareketi, kasabanın sessiz topluluğunda dalgalanmalara neden olur.

Small Things Like These

Ayrıca İlginizi Çekebilir: Vermiglio (2024): Bir Dönemin, Bir Mekânın ve Bir Ailenin Portresi

Small Things Like These hakkında ilk izlenim tek kelimeyle özetlenebilir: Kasvet. Berlinale 2024’ün açılış filmi, öncelikle atmosferiyle kendini hissettiren, sessiz, ağır tempolu ve derin bir melankoliye gömülü bir anlatıya sahip. Film, izleyicisini derin bir düşünceye sevk ederken paradoksal bir şekilde üzerine düşündüğü konuları üretken bir şekilde işlemiyor; daha çok boşluğa bakıp, “Hayatında neden bu kadar sıradan, çalışkan, erdemli ve disiplinli olmasına rağmen bu denli tatminsiz?” diye sorduruyor. Bu, bir anlamda tükenmişlik sendromu ve depresyon üzerine bir anlatı; ancak öyle bir dönemde geçiyor ki, bu kavramlar henüz dile bile getirilmiyordu. İnsanların sessizce tükenmeleri, kendilerini çalışarak bitirmeleri ve tüm hoşnutsuzluklarını içlerine gömmeleri, filmde yankılanan en büyük gerçeklerden biri.

Film, tam da bu sessiz ezilmişliği hissettirmeyi başarıyor. Bunda en büyük pay, kuşkusuz yüz ifadeleriyle bir ustalık sergileyen Cillian Murphy’ye ait. Onun performansı, kimileri için fazla minimalist gelebilir, ancak dikkatle izlendiğinde karakterinin iç çatışmalarını ve karşılaştığı sınırları büyük bir incelikle yansıttığını görmek mümkün. Filmin kasvetli dünyasını şekillendiren bir diğer önemli unsur ise yönetmenliğin başarısı: Soğuk, rahatsız edici ve yalnızlığı iliklere kadar hissettiren görüntüler filmin genel atmosferini belirlerken, nadiren görülen sıcak anlar bilinçli olarak kontrast yaratacak şekilde kullanılıyor. Filmde beden dili, yüz ifadeleri ve görüntüler üzerinden kurulan anlatım oldukça güçlü ve zaten filmin merkezinde de konuşulmayan, bastırılan meseleler var. Bu belki de bir romandan uyarlanan eser olmasından kaynaklı olabilir. Hem konuşmaların oluşturduğu dünya zaten kitap ile başarılı şekilde aktarılıyor. Sonuçta anlatı artık sinemanın kendisine has araçlarına emanet.

“Birbirine yardım etmeden yaşamanın bir anlamı var mı?”

Filmin başkahramanı Bill’in iç dünyasını şekillendiren en temel motivasyonlardan biri, ahlaki açıdan eksiklik hissetmesi ve bu eksikliği başkalarına yardım ederek giderme arzusudur. İnsan, kendi yaşamına anlam katmak için başkalarına destek olma ihtiyacı duyar. Ancak bu fedakârlık, aynı zamanda acı bir gerçeği de beraberinde getirir: Onun zorlu hayatı bile, başkalarının yaşadığı sefaletin yanında daha iyi bir durumdadır. Bu durum, bireyin kendisine şu soruyu sormasına neden olur: Kendi sıkıntılarım yetmezmiş gibi, başkalarının sorunlarını da üstlenmeli miyim? Film, bu soruya net bir cevap verir: Başkalarıyla dayanışma içinde olmak, aslında bireyin kendi yaşamını da iyileştirir. Bu noktada sınıf bilinci devreye girer: Birey kendisini hangi toplumsal sınıfa ait hisseder ve bu aidiyetin onun hayatına etkisi nedir?  Small Things Like These, bu konuyu özellikle Bill ve eşi Eileen arasındaki zıtlık üzerinden ele alır. Eileen, ailesinin refahını öncelik olarak görür ve başkalarının sorunlarını görmezden gelmeyi savunur. Kendisini alt sınıfın bir parçası olarak görmez ve onlara yardım etmenin, orta sınıftaki konumlarını tehlikeye atabileceğini düşünür. İlginç olan, Eileen’in muhtemelen yoksul bir geçmişten gelmiş olmasıdır. Ancak, o asla bir yardım eli uzatılmadığını deneyimlemiş ve bu yüzden dayanışmaya ya da sivil cesarete olan inancını yitirmiştir. Geçmişiyle bağlarını koparmış ve kendisini ait hissetmek istediği toplumsal sınıfa göre davranmaya başlamıştır.

Bill ise, benzer bir geçmişe sahip olmasına rağmen tamamen farklı bir yaklaşım sergiler. O da mütevazı bir geçmişten gelir, ancak çocukken kendisine yapılan iyiliği unutmamıştır. Kendi işini kurmuş ve çalışanları olan biri olmasına rağmen, hâlâ kendisini işçi sınıfının bir parçası olarak görür. Film, bu iki karakter üzerinden sınıf bilincinin nasıl şekillendiğini ve dayanışma ile bireysel geçmişin bu bilinci nasıl etkilediğini inceler. Ancak, bu kişisel çatışmanın işlenişi tam olarak güçlü bir noktaya ulaşmaz.  Olayların ana karakterin geçmişiyle ilişkilendirilmesi, filmin duygusal gücünü artırmak yerine tempoyu yavaşlatıyor ve anlatıyı yer yer durağan hale getiriyor.  Fakat film kendi içinde tutarlı olarak devam ederken, izleyiciye film bittikten sonra dahi usulca süzülmeye devam ediyor. Birçok ahlaki zeminde sorular sorduruyor. Yönetmen, kitabın anlatı temposunu sinemanın kendi araçlarıyla öyle iyi işlemiş ki dramatik hikâyeleri duygusal istismar tuzağına düşmekten kurtarmıştır.

Magdalene Evleri Dönemi: İrlanda’nın Karanlık Geçmişi

Small Things Like These

Magdalene Evleri ya da Magdalene çamaşırhaneleri dönemi, İrlanda tarihinin en karanlık sayfalarından biri olarak kabul edilir. Yaşanan bu olaylar yalnızca bireysel trajediler değil, tüm bir toplumun üzerinde derin yaralar açmış kolektif bir travmadır. Bu kurumlarda, özellikle Katolik inançlarına uygun görülmeyen genç kadınlar zorla kapatılıyor ve ağır işlerde çalıştırılarak “ıslah” edilmeye zorlanıyordu. Sistem, kadınları dini ahlak anlayışına göre şekillendirme amacı güdüyordu. Özellikle evlilik dışı hamile kalan genç kadınlar bu kurumlara gönderiliyor, ailelerinden koparılıyor ve ağır fiziksel emeğe dayalı işlerde çalıştırılıyordu. Başlangıçta fahişelere yönelik olarak tasarlanmış olsa da zamanla evlilik dışı ilişki yaşayan, hamile kalan, cinsel istismara uğrayan veya toplum tarafından “uygunsuz” bulunan kadınlar da bu evlere gönderildi. Fiziksel ve duygusal istismar yaygındı ve birçok kadın yıllarca, hatta on yıllarca bu evlerde kapalı kaldı. 20. yüzyılın sonlarında, bu evlerdeki kötü muamele ve insan hakları ihlalleri giderek gün yüzüne çıktı. 1993 yılında Dublin’deki bir Magdalena Evinin arazisinde toplu mezarlar keşfedildi ve bu olay, skandalı uluslararası gündeme taşıdı. 2000’li yıllarda İrlanda hükümeti ve Katolik Kilisesi mağdurlardan resmen özür diledi ve 2013’te Başbakan Enda Kenny devlet adına bir özür yayınladı. Tazminat programları başlatılsa da birçok mağdur için bu adımlar yetersiz görüldü. Magdalena Evleri, İrlanda’nın toplumsal hafızasında derin izler bıraktı ve insan hakları mücadelesinin önemli bir sembolü haline geldi. Ayrıca Peter Mullan’ın yönetmenliğini üstlendiği The Magdalene Sisters (2002) filmi Magdalene evleriyle ilgili son derece çarpıcı bir film olup, 1960’larda geçen olayları merkeze alarak, Katolik Kilisesi tarafından işletilen bu kurumlarda kadınların nasıl zorla çalıştırıldığını, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığını çok çarpıcı zeminden gözler önüne serer. Bu yönüyle, Magdalene evlerinin karanlık tarihini sinema aracılığıyla etkileyici bir biçimde hatırlatan önemli yapımlardan biridir. Small Things Like These gibi anlatılar, yalnızca geçmişle yüzleşmek için değil, günümüzde de toplumsal baskılar ve bireysel özgürlükler arasındaki mücadeleyi anlamak için önemli bir pencere sunar. Magdalene Evleri sadece tarihsel bir olay değil, aynı zamanda toplumun ahlak anlayışının nasıl bir baskı aracına dönüşebileceğini gösteren bir ibret vesikasıdır.

Sedef Açıkgöz 'Germanistik deryasında Tarkovski karakteri gibi elimde mum ile 'Işık'ın peşindeyim'

Bir Cevap Yazın