Ana Sayfa Eleştiriler The Banshees of Inisherin (2022): İnsanda Varoluş Özden Önce Gelir

The Banshees of Inisherin (2022): İnsanda Varoluş Özden Önce Gelir

The Banshees of Inisherin (2022): İnsanda Varoluş Özden Önce Gelir 10.0
5

İki ömürlük arkadaşın kâğıt üstünde nedensiz görünen ayrılıklarını konu alan Banshees of Inisherin, İrlanda İç Savaşının gerçekleştiği 1923 yılında Inisherin adasında geçiyor. Bu ada gerçekte olmayıp diğer adalardan esinlenerek kurgulanmış bir kasaba aslında. Ada sakinleri savaştan bağımsız gündelik hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Buradaki “hayat” anlayışı, erkeklerin genelde çalışmasına ve çalışma dışı zamanlarında barlarda içki içmesine tekabül ediyor. Geceleri, özellikle yaşanan sarhoşluk hali, her saçmalığın konuşulduğu küçük kaçamak zamanlara dönüşüyor. Yıllarını böyle geçirmiş iki sıkı dost olan Pádraic (Colin Farrell) ve Colm (Brendan Gleeson) İrlanda İç Savaşının ortasında kendi iç savaşlarını başlatıyorlar. Aslında buradaki savaş metaforu birçok olay ile ilişkilendirilebilir. Film özelinde, sadece kendi aralarındaki çatışma değil aynı zamanda Colm’un alışkanlıklarıyla ve potansiyeli gerçekleşmemiş eylemleri arasındaki muharebe de İrlanda’nın diğer küçük iç savaşlarından biri olarak görülebilir. Bunları söyledikten sonra, sanırım her şeyden önce bu çatışmaların içini açmak gerekir.

Ayrıca İlginizi Çekebilir: Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017): Çarpıcı Bir Adalet Arayışı

Kediler kedi özünün gerekliliğine kendiliğinden sahip olarak doğar ve ona göre var olurlar. Elmalar ancak elmalık özüne uyarak elma olabilirler, aksi halde elma değillerdir zaten. Tüm bu fikirler bir zamanlar Batı’nın şeylerin doğasını anlamaya yönelik ulaştığı sonuçlardı, en azından çoğunluğunun. Bu fikirler insan doğasını da bulmayı arzulattı elbette ve dini temelli olsun ya da olmasın insan özünü önceleyen birçok anlayışa yol açtı. Tarihi dönemeç, bu kabulü ters düz eden varoluşçu geleneğin varoluşu özden önce gelen ve gelmesi gereken bir şey olarak ortaya atmasıyla oldu. İnsan, yaşamın yağında kavrularak ve deneyimleyerek özünü yaratır; kendisini dışarı atarak ve aşkın amaçları kovalayarak var olabilir. Öz yaratımı ise oldukça dinamik ve ucu belirsiz bir süreçtir.

the-banshees-of-inisherin

Peki bir insan 68 yaşında neden ani bir kararla ömürlük dostunu görmezden gelir? Aslında ilk başta oldukça absürt duran bu durum, filmin komedisine oldukça fayda sağlayan bir işleve sahip olsa da tek başına daha fazla anlama sahip. Olay bir saçmalıklar komedisi gibi başlasa bile sonrasında sıradanlıklar dramına ustaca bir dönüşüm sergiliyor. Colm’un Padraic’i terk edişi bir farkındalığın sonucu olarak ortaya çıkıyor. Hayatının son evresine giren birinin hayatı kucaklaması olarak bile yorumlanabilir bu tavır. Diğer yandan getirdiği yıkım ve umarsızlık bazı etik problemlerin de ayyuka çıkmasına neden oluyor. Aralarındaki anlaşmazlık öncesinde Padraic ve Colm’un aslında üretmekten ziyade tüketimi odak haline getirmiş ve tabiri caizse ‘‘hayat’’ı geçiştiren bireyler olduklarını farz ediyoruz. Öncesini görmesek de Padraic’in rutini ile tavırları ve tabi bar ve çevresinin alışkanlıkları da durumun böyle olduğunu gösteriyor. Ancak Colm bir gün radikal bir şekilde karar değiştiriyor. Hayatının iplerini eline almaya karar veriyor. Oldukça sancılı bir varoluş krizinin içindeyken geç kalan varoluşunu yerine getirmenin telaşı içinde kendisini müziğe ve kemana veriyor, besteler yapıyor ve hatta dersler veriyor. İnsan, çünkü tıpkı Sartre gibi varoluşçuların dediği üzere, aktif hayata katılım göstererek var olabiliyor. Tabi bu radikal ve geç dönüşüm sinemanın gücünü bir kez daha ortaya koyuyor çünkü çok yönlü bir değişim ve empati sarmalının içine bizi atıyor.
The Banshees of Inisherin3

Bu durumun çelişkili gibi görünen yanı, Colm’un hayatını değiştirirken aynı zamanda Padraic’le aynı yerlerde bulunmaya devam edip onla konuşmayı kesmesi olabilir. Colm’un Padraic’i, öldürmeyi amaçladığı ‘‘eski Colm’’ olarak gördüğü bir gerçek ki Padraic onun gözünde pişmanlıklarının sadece suç ortağı değil aynı zamanda hatırlatıcısı da. Peki yine de bu ilişki ölmeye mahkûm olmak zorunda mı? Ya da hayattaki amacı bulmak ve ona yönelmek diğer her şeyden üstün müdür? Bu noktada birtakım etik problemlerin ortaya çıktığı açık. Yönetmen Mcdonagh bunu, Padraic karakteri üzerinden aslında şekillendiriyor. Padraic ortada bir kavga ya da yanlışlık olmamasına rağmen yaşanan bu ayrılığı hazmedemiyor. Kendisi için bu kadar önemli bir kişinin hayatından bu kadar kolay çıkabilmesini insan olmanın özüne yakıştıramazken, özü değil varoluşu önceleyen Colm’un umursamazlığı, bunu yeni yaşantısına bir engel ya da insan doğasının bir parçası olarak görmüyor. Yaşananlara farklı pencerelerden bakarlarken Colm, dünyaya kalıcı bir şeyler bırakmanın nazik olmaktan daha üstün bir değer olduğunu söylerken yaşadığı tüm değişimi gözler önüne seriyor. Doğal olarak herkes dünyada kalıcı olamayabilir ama kalıcı olabilmenin aşkıyla yapılan üretimin aktif bir hayat sunması Colm’ın ‘‘hayatı’’ algılayış biçimi olarak göze çarpıyor. Bu yaklaşıma olan sarsılmaz inancı, içindeki acının fiziksel acıdan üstün olmasına neden oluyor ve arkadaşını kendisinden uzak tutmak ve hayat tarzına müdahalesinden kaçınmak için parmaklarını kesmeye kadar dışarıdan sert görünen ama içten içe kendisi için önemsiz olan tehditler savurmasına yol açıyor. Colm ani bir kararla bireysel sevgi, duygudaşlık ve bağlılık ahlakını, daha geniş kabul gören ama bireysel yararı şüpheli olan bir ahlakın yerine seçiyor. Hristiyanlığın ‘‘Sadece kendinizi düşünmeyin, taş yüreklilik yapmayın, yolların en çetinini seçin.’’ öğretisinden oldukça farklı bir anlayış. Çünkü Heidegger’ın söylediği gibi insan kendi haline bırakılmıştır. Film boyunca iki yolun ayrımında duran İsa heykeli, uzaktan gelen geçeni izler ve âdeta insanlığı kendi haline bırakmıştır. Bu ayrımda Padraic kendi yolunu, Colm ise başka bir yolu seçer. Padraic’in nezaket ve dostluk hakkındaki saf düşünceleri, erdemle sarılı dostluğun ölümsüz olduğunu söyleyen Cicero’nun iyi niyetiyle örtüşüyor. Colm’un görmediği ya da kabul etmeyeceği bu bakış açısında, böylesi bir dostluk ölenin diğerine ve feyzalacak farklı kişilere bırakacağı bir miras olarak görülebilir. Dakikalar ilerledikçe belirginleşen bu zıtlık trajik bir yöne doğru evriliyor ve önce Colm’u perişan bulmamıza rağmen zamanla yaşanan olaylar Padraic’in çok daha acınası bir karakter halini almasına sebebiyet veriyor. Sadece en yakın arkadaşını değil; Dominic’i, kız kardeşini ve sessiz yoldaşı Jenny’yi neredeyse bir hafta içinde kaybeden Padraic, dünyanın en talihsiz, çaresiz, yalnız, perişan ve yaşananların gerçek nedeninden bihaber insanına dönüşüyor. Tüm bu özellikleriyle sinema tarihinin en acınası karakterlerinden birine evriliyor Padraic. Bu kompleks karakteri kusursuza yakın oynayan Colin Farrell, uzun yıllar konuşulacak bir oyunculuk örneği sergilemiş.

banshees of inisherin

Colin ve diğer oyuncuların başarılı performanslarını sadece kendi yeteneklerine bağlamak elbette yeterli olmaz. Tiyatro yazarlığından buralara gelen Mcdonagh’ın kompleks karakter ve diyalog yazımları da oldukça önemli bir etken. Filmde çok az karakter var ancak hepsi, üzerine konuşulacak yanlara sahip. Bilhassa Dominic ve Siobhan karakterlerine değinmek gerekir. Siobhan aslında varoluş felsefesinin iki ucundan diğerini temsil ediyor. Colm’un farkındalığına genç yaşta sahip olup çok sevdiği kardeşini yalnız bırakmak zorunda kalma pahasına hayallerinin peşinde koşuyor. Çünkü bir kütüphanede çalışmak ve hobilerini doyasıya yaşamak, onu insan yapacak hayat anlayışına daha uygun. Diğer taraftan Padraic’in birçok özelliğine sahip Dominic, Padraic’e göre konuşmasını bilmeyen ve toplum tarafından dışlanmış bir genç. Hayatın başıboşluğu içinde savrula dururken babasının otoritesi altında ezilip sevdiği kadın tarafından oldukça üzücü bir reddedilişin ardından intihar eden kayıp bir hayat.

Hikâyede sona doğru ilerlediğimizde iki eski dosttan Padraic, elinden gelen her şeyi yapmaya çalışırken tüm işleri batırmaya devam ediyor. Kesilen parmaklar havada uçuşuyor; eşeğin trajik ölümüyle beraber çaresizlik yerini öfkeye ve nefrete bırakıyor. Sinirden eski dostunun evini ateşe veren Padraic, Colm’un içerdeki varlığının kontrolünü evi ateşe verdikten sonra yapacak kadar gözü dönmüş durumda. Sadece eşeğinin değil, ilişkilerinin ölümünün de bir nevi intikamını almak istiyor. Bu sırada ölümle hayat arasındaki ince çizgisinde bir zıplayıp bir durgunlaşan Colm, yaşattığı yıkımın yaşadığı yıkıma baskın geldiği, hayatı geç de olsa kucakladığı ve aynı anda hiç olmadığı kadar hayata sırtını döndüğü bir dönemde ve çıplak bir insan gerçekliğinin ortasında bireyin yaşayabileceği en büyük çaresizliği ve umursamazlığı -tıpkı film boyunca Padraic’in başka biçimlerde yaşadığı gibi- yanan evinin içinde deneyimliyor.

The Banshees of Inisherin2

Farklı görüşlerin aksine film net bir sonuca bağlanıyor. Padraic bir kabulleniş sürecine giriyor ve vazgeçmeye başlıyor. Colm ise eviyle beraber yanan eski hayatının külleri etrafta savrulurken, deniz kenarında sevgili köpeğiyle beraber âdeta geçmişin prangalarını söküp atmanın verdiği özgürlük hissini içine çekiyor. Bu olay ikisi için de yeni hayatlarının başlangıcı oluyor ve bu başlangıcın tüm yaşananlardan sonra bir teşekkürle başlaması da tatlı bir detay. Genelde savaşlar sırasında toplumlarda yaşanan varoluşsal bunalımlar bu filmin ana teması belki ama sadece karamsar bir bakış açısıyla yorumlamamak da lazım olan biteni. Hatta finaliyle iyi hisler bile uyandırabilir, hele ki özgürlüğünü en üstün değer yapmış kişiler için.  İçinde yaşadığı toplumun kaçınılmaz bir parçası olan Colm’a, toplum tarafından dayatılan istemsiz alışkanlıkları onu bireysel özgürlüğünden alıkoydu denilebilir. Diğer yandan Colm’un egoist bireyci ve benmerkezci özgürlük anlayışı, en yakınları dahil olmak üzere çevresini ve içinde yaşadığı toplumu yıkıma götürdüğü de söylenebilir. Bu biraz da seyircinin hayatı nasıl yorumladığıyla alakalı. Fakat kesin olan bir şey varsa o da The Banshees of Inisherin hayata rağmen hayat dolu.

Puanlama

10.0

10.0
Kullanıcı Oyu: ( 14 oylar ) 9.4

Yorum(5)

  1. Ben filmi bir üstkurmaca olarak ele alındığını düşünüyorum. Arka planda gerçekleşen “İrlanda İç Savaş”nın tarafları Pádraic ve Colm karakterleriyle ete kemiğe bürünmüş gibi duruyor. Pádraic (Colin Farrell) muhafazakar ve Britanya İmparatorluğu ile hareket eden tarafı temsil ederken, Colm (Brendan Gleeson) bağımsızlık yanlılarını temsil ediyor. Colm mücadelesinde tüm bedeli ödemeye razıyken (beş parmağını da kesmesi) Pádraic arkadaşını öldürecek kadar ileri gidiyor. İç savaş yıllarında bağımsızlık mücadelesi verenler tıpkı Colm gibi kendi evlerinde(vatan) İmparatorluk yanlıları tarafından ateşe verilmek istenmişti ve öyle de oldu.

  2. Değerli eleştirinize bir ek olabilir: Film bir üstkurmaca ürünü gibi duruyor. İrlanda İç Savaş’ının tarafları Pádraic Colin Farrell) ve Colm (Brendan Gleeson) karakterleri ile ete kemiğe bürünmüş. Pádraic İmparatorluk ile işbirliği yapan tarafı temsil ederken; Colm Bağımsızlık Savaşı verenleri temsil ediyor. Colm film boyunca verdiği mücadele için bedel ödemekten kaçınmayan ilerici bir karakter iken (beş parmağını da kesmesi iyi bir metafor aynı zamanda) Pádraic daha çok muhafazakar ve en yakın arkadaşını öldürmek için evini yakmaktan kaçınmıyor. Tıpkı tarihte imparatorluk yanlılarının bağımsızlık savaşı verenleri kendi evlerinde (vatan) yakmaya çalışması gibi.

    1. Bu açıdan düşününce de film çok güzel bir yere doğru evriliyor, birden fazla katmanda anlam kazanıyor. Tebrik ederim.

  3. Anıl bey filmi büyük bir beğeni ve şaşkınlıkla bitirdim. Ancak kafamdaki sorulara yanıt bulabileceğim iyi bir eleştirmen yorumuna ihtiyaç duydum. İnternette sizin yorumunuzu buldum ve bana göre en az film kadar güzel degerlendirmelerde bulundugunuzu gördüm. Twitter dan teşekkür edecektim ama mesaj kabul etmiyorsunuz sanırım. Burdan da olsa teşekkürü bir borç bilirim . Yeni güzel yorumlarınızın da takipçisi olacagimdan kuşkunuz olmasın. Tekrar sağolun varolun.

    1. Özcan Bey, değerli yorumunuz beni mutlu etti. Yeni görme ve yanıtlama fırsatım oldu. Teşekkür ederim, siz de var olun.

Özcan Bavlı için bir cevap yazınCevabı iptal et