Ana Sayfa İnceleme The Fifth Seal (1976): Vicdanın Sözü ve Eylemi Bir mi?

The Fifth Seal (1976): Vicdanın Sözü ve Eylemi Bir mi?

The Fifth Seal (1976): Vicdanın Sözü ve Eylemi Bir mi?
0

Yazı, filmle ilgili bazı sürprizleri açık etmektedir.

“+ Annem ve babam asla geri dönmeyecekler.

– Bu fikre nereden kapıldın?

+ Onların vurulup öldüğünü gördüm.

Büyüdüğümde ben de vurulacağım.

Bu yüzden henüz büyümediğim için mutluyum bile.”

Macaristan’ın en iyi yönetmenlerinden Zoltán Fábri’nin Beşinci Mühür (Az Ötödik Pecsét, 1976) filmini, bol ödüllü Macar yazar Ferenc Santa aynı adlı romanından uyarlayıp senaryolaştırmış. Film, II. Dünya Savaşı sırasında Budapeşte’de bir meyhanede bir saatçi, bir kitapçı, bir marangoz ve bir meyhanecinin sohbetiyle açılır; sonradan onlara asıl mesleği fotoğrafçılık olan bir asker de katılır. Ve bir soru üzerine tartışırlar: Öldükten sonra sadece şu iki kişiden biri olarak doğma şansınız olsa hangisini seçerdiniz: Kendisi ve sevdikleri işkence gören bir köle mi, yoksa zalim bir kral mı? Sürekli acı veren mi, sürekli acı çeken mi? Seçimleri, kaderleri olacaktır. Bu zor soruya sadece, sonradan gelen gariban görünümlü, savaşta yaralanmış asker hemen yanıt veriverir, bu nedenle diğerleri onun yanıtının samimi olduğuna inanmaz ve o da sinirlenip meyhaneyi terk eder.

Filmi üç bölümde incelemek mümkün. İlk bölümün geçtiği meyhanedeyken hepsini, sadece kendi sözleri ve yarattıkları imaj üzerinden tanırız. Kral mı köle mi sorusunun yanıtını meyhanede veremezler, sonrasında evlere dağılırlar ve bu ikinci bölümde onları bu kez sözleri değil kişisel hayatlarındaki genel davranışları üzerinden tanırız. Meyhanede alaycı yaklaşımıyla itici bulunabilecek saatçi aslında fedakâr ve iyi kalpli biridir; savaşta kimsesiz kalmış çocuklara bakmaktadır. Entelektüel kesimi temsil ettiği düşünülebilecek kitap satıcısı meyhanedeyken dışarıda birilerinin öldürüldüğünü duyduğu halde bunu görmezden gelip kendini müzikle veya bilardoyla oyalar; yani aydın kesimin olan biten işine gelmediğinde dört maymunu oynayıp hayatına devam etmesine bir eleştiridir bu (hoş, şimdi de birkaç tweet atıp, hayatlarına devam ediyorlar, n’apsınlar). Entelektüel, eve karısına dönmek yerine metresine gider ve kendini zevkin kollarına bırakır. Meyhanede daha mütevazı ve ılımlı bir görünüm sergileyen, diğerlerine kıyasla daha silik bir karakter çizen marangoz, İsa’yla aynı mesleği yaptığından, onun daha dindar kesimi, belki de köylüleri temsil ettiği düşünülebilir; karısıyla birlikte günü kurtarmakla ilgilidir. Tüccarları temsil eden meyhaneciyse çıkarcıdır; duruma göre Nazilerin, duruma göre komünist Sovyetlerin yanında olacak şekilde ayarlamalar yapar. Gerektiğinde kendinden, işinden, parasından ödün vermeyi bilir; yeter ki hayatta kalsın ve gemisi yürüsün, her şey mübah gibidir. Bir yandan da hepsi sorunun yanıtı üzerine düşünüp kendilerince yanıt ararlar.

the fifth seal 1976 inceleme

Üçüncü bölümde dördü de Nazi askerlerince, suçlarının ne olduğunu bilmeden, hapsedilip işkence görür. Bu kez gerçek hayatta yapmak zorunda bırakıldıkları seçim, sözlerinde ve fikirlerinde ne kadar samimi olduklarını ortaya koyacaktır. Gerçek hayatta sınanmayan sözün veya fikrin hiçbir değeri yoktur. Ahkâm kesmek kolaydır ama konuştuğumuz gibi davranmak zordur. Ve hiç kimse ipin ucunda kendi hayatı olana kadar gerçek bir tercih yapmış sayılmaz. Üstelik buradaki tek soru “İnandığınız gibi davranıp ölmeyi mi, yoksa inanmadığınız gibi davranıp yaşamayı mı seçerdiniz?” de değildir.

Yetkili asker, Nazilere karşı hareket ettiği için suçlu olduğunu ve birkaç saate öleceğini söylediği işkence görmüş bir adamın iki yanağına sert tokat atmalarını ister onlardan. Üstelik bu adam belki de masumdur, belki de ona uygulanacak şiddet durumunu ağırlaştırarak, ölmeyecekken ölmesine neden olacaktır. İşte şimdi meyhanedeki farazi sorunun yanıtını gerçek hayatta vermek zorunda kalırlar. Yaşamak için zalim olabilir misiniz?

Bu dörtlünün yaptıkları bireysel seçimler, insanın aslında tahmin edilemez olduğunu ortaya koyar. Söz konusu kendi hayatları olduğunda, iyi sandığımız kişiler kendilerini kurtarmak için başkasına zulümden yana tavır alabilecekleri gibi, çıkarcı sandığımız kişiler kendi hayatları pahasına şiddete başvurmayı reddedebilirler. Tam da bu nedenle kişinin asla kendinden çok emin konuşmaması, kendisine ve kendi vicdanına bile şüpheyle yaklaşması gerekir der gibidir film. Hayatta kalma güdüsü insanidir ve baskın çıkmaya teşnedir. Ancak, dördü de, evdeyken düşündüklerinin aksi yönde karar alır. İnsan onuru üç kişide baskın çıkar.

Hangi karakterin şiddet uygulamayı tercih ettiğine geçmeden önce, onların neden hapse düştüğüne bakmalı, çünkü bu da yukarıdaki fikri besler nitelikte. Dörtlünün acıyarak masalarına davet ettiği o gariban askerdir onları Nazilere şikâyet eden. Farazi soruya yanıtının onurlu bir köle olmayı seçmek olduğunu söylediği halde, onurlu davranmaz ve ironik bir şekilde sırf, onun ne kadar fedakâr ve iyi kalpli olduğunu ima ettiği yanıtına inanmadılar diye, insanları ölüme göndererek onlardan intikam almaktan çekinmez ve bu hareketiyle, verdiği yanıtın aksini yapar. Genellemeden kaçınarak şunu da eklemeli ki, bu asker gibi sürekli erdem sinyallemeye, ne kadar iyi kalpli olduğunu haykırmaya ihtiyaç duyan kişilerin tam tersi çıktığına da sık rastlanır.

the fifth seal 1976 eleştiri

Ayrıca İlginizi Çekebilir: Ulysses’ Gaze (1995): İlk Bakış

Ölmek üzere olan kişiye şiddet uygulamayı seçen kişi saatçi olur. Peki, ona ne kadar kızabilir, onu ne kadar yargılayabiliriz? Şayet tanımadığı bir kişiye şiddet uygulamayı seçmeseydi kendisi ölüme gönderileceğinden, baktığı çocuklar hepten ortada kalacak, muhtemelen o masumlar da ölecekti. Kendi inandığı fikirden vazgeçip, tanımadığı bir adama şiddet uyguladı ama bunu, gerçekten masum olduğunu bildiği çocukları kurtarmak için yaptı. Öte yandan, bunu belki de sadece kendi canını ölümden kurtarmak için yaptı; meyhanedeki soruya dönersek de, zulüm uygulayan kral olmayı tercih etti.

Bu noktada, zulmetme tercihi yapan tek kişinin neden özellikle saatçi olarak seçildiğini merak etmek mümkün. Sonuçta, saatçilik çok yaygın bir iş değil ve belirli bir meslek grubunu da temsil etmiyor; bu seçimin başka bir nedeni olabilir mi? Karakterin evinde bulunan birçok saatin tik tak tik tak belirli bir ritimle kalp gibi atması, zaman geçtikçe hayatın devam etmesini imliyor gibi. Ve bunun için de; belki sadece saatçinin hayatının, belki yan yana dizilmiş saatler gibi birlikte yatan çocukların hayatının, belki de çocuk demek gelecek demekse, çocukla imlenen anlamıyla insan soyunun devam etmesi. Saat geçmişi göstermez, hep ileri akar ve hayat devam eder.

Filmin II. Dünya Savaşı’nda geçmesi tesadüf değil. Aslında meyhanede savaş üzerine konuşurken gariban görünümlü askerin savaşmanın (savaşta tanımadığı insanları öldürmenin) hiç savunulamayacak bir şey olduğu fikrine karşı çıkması da bundandı. İnsan kendi yakınları için, kendi sevdikleri için, kendi korudukları için, başkalarının sevdiklerini, koruduklarını yok etmeye razı olabiliyor. Askerin mesleğinin fotoğrafçılık olması da manidar; çünkü asker hem bu tavrıyla hem de yarattığı ikilemle, insanlığın fotoğrafını çeker.

Bu dörtlüyü hapse atan iki yetkilinin konuşması da dikkat çekici. Yaşça daha büyük ve daha bilgili görünen adam, öbürüne, bu dört kişiyi neden öldürmek istediğini sorduktan sonra, doğru yolun bu olmadığını ekler. Toplum ve devlet arasındaki ilişki açısından önemlidir bu sahne. Çünkü öldürerek bir topluma boyun eğdirilemez ve bir toplum kolay yönetilebilir bir şekle sokulamaz; o toplumu aşağılayarak, toplumdaki insanların kendilerine saygılarını kaybettirerek bu yapılabilir (Bilmez miyiz! Birçok haksızlığa şahit olmak ve eli kolu bağlı oturmak yeterince utanç verici değil mi?). Akademisyen James Dorsey demişti sanırım: “Zulüm görmeye alışmış toplumlarda zalim azalmaz.”

The Fifth Seal filmi konusu

İnanç kavramının sorgulandığı bir gerçeklikte Tanrı nerede duruyor? Tanrının var olup olmadığı, varsa bunca kötülüğe neden izin verdiği gibi noktalar filmde hiç sorgulanmasa da, filmin adı zaten İncil’e gönderme. Vahiy 6.9’da şöyle der: “Kuzu beşinci mührü açınca, sunağın altında, Tanrı’nın sözü ve sürdürdükleri tanıklık nedeniyle öldürülenlerin canlarını gördüm.” Burada inançları uğruna ölenlerin fedakârlığından bahsediliyordur. Nitekim inandığı gibi davranan üç kişi de filmin sonunda ölür. Hatta son sahnede tokat atılması istenen yaralı adam da bir nevi İsa’nın temsilidir. Adam, İsa gibi çarmıha gerilmişe benzer bir pozisyonda asılı durmaktadır ve şiddet eylemi olarak özellikle tokadın seçilmesi de, İsa’nın “yanağına vurana öbür yanağını çevir” mealindeki sözüne gönderme niteliğinde olabilir.

Aslında dinî göndermeler, meyhanedeki sohbetleri sırasında da bir resim aracılığıyla kendini göstermiştir. Hieronymus Bosch’un, en bilinen ama kullandığı yoğun sembolizm nedeniyle gizemi tam çözülememiş “Dünyevi Zevkler Bahçesi” tablosundan bazı parçalar ara ara gösterilir. Dini bütün bir Hristiyan olan ressamın, İncil’in Vahiy bölümünden esinle dünyanın yaratılışını, dünyevi zevkleri, cenneti ve cehennemi konu edindiği bu resminde; insanın korkuları, dirençsizliği, zayıflığı, aptallığının adil cezası olarak cehenneme gitmesi ve elbette şehitlik gibi noktalar vurgulanmaktadır. Yönetmen Fabri, sadece resmi göstermekle kalmaz; kitapçı, övünerek sergilediği pahalı etleri bir Bosch (kitabı) satışının parasıyla almıştır. Bununla da bitmez; resimdeki görsellere öykünen benzer sahneler yaratır meyhanede.

İnsan doğasına dair düşündürürken kendi vicdanımızı da sorgulatan bu felsefi film, konusuyla hem evrenselliği hem de her çağı yakalıyor. Onat Kutlar’ın da deyişiyle “olağanüstü” bir film. Peki, siz söz konusu farazi soruya ne yanıt verirdiniz?

“Ben perişan bir köleyim. Bana zulmedebilirler, beni küçük düşürebilirler, gözlerimi çıkartabilirler, çocuklarımı benden alabilirler, karımı öldürebilirler. Yine de benim yaşamım en iyisidir. Çünkü ben böyle korkunç suçlar işlemiyorum.”

Bir Cevap Yazın