Ana Sayfa Eleştiriler The Last Showgirl (2024): Sahnelerden Kayan Bir Yıldız

The Last Showgirl (2024): Sahnelerden Kayan Bir Yıldız

The Last Showgirl (2024): Sahnelerden Kayan Bir Yıldız
0

Sinema dünyasının ünlü ailesinin, ‘Coppola’, yeni kuşak yönetmenlerinden Gia Coppola, sorunlu bir büyüme hikayesini ele aldığı Palo Alto (2013) ve internet fenomeni olmanın karanlık dünyasını anlattığı Mainstream (2020) filmlerinin ardından yeni filmi The Last Showgirl ile döndü. Üstelik ekranların özlenen yüzü Pamela Anderson ile. Evet, bu sefer kozunu büyük oynuyor.

Pamela Anderson, 90’ların gözde oyuncularından biriydi. Önemli rollere imza attığı Baywatch, Barb Wire yapımlarıyla birlikte Playboy dergisi sayesinde büyük bir ün yakalamıştı. Fakat Hollywood, onu yeteneği ile takdir etmek yerine bedenini öne çıkaran benzer tiplemelere iten yapımlara hapsetmek istedi. Kadın oyuncuların nesneleştirildiği, özel hayatlarında yaşadıkları sorunların kariyerlerinin öne geçtiği o dönem, ne yazık ki Pamela Anderson’ın da aleyhine işledi. Bu karanlık deneyimlerden uzun yıllar sonra, hem Pamela Anderson’ın sanata olan tutkusunu anlatabileceği hem de seyircisinin onun güçlü performansına şahit olacağı bir fırsat doğdu: The Last Showgirl!

Las Vegas’ın ışıltılı şov dünyasında, bir zamanlar Le Razzle Dazzle’ın yıldızı olan ve keşfedilen ünü ile onlarca yıldır şovunu sergileyen Shelly (Pamela Anderson), sahne yöneticisi arkadaşı Eddie’den (Dave Bautista) beklemediği kötü bir haber alır. Le Razzle Dazzle artık sona ermektedir. Bu gösterişli şovun alıcısı pek kalmamıştır. Eski ününü ona yaşatmasa bile neredeyse ‘annelik’ yaptığı genç dansçı arkadaşları Jodie (Kiernan Shipka) ve Mary-Anne (Brenda Song) ile sergiledikleri mücevherlerle donatılmış dansları, hayallerini bir şekilde sürdürmekteydi. Bu beklenmedik haber, Shelly için bazı yüzleşmelerin ve kırgınlıkların yaşanacağı bir kapıyı yavaştan aralar. Shelly, şov kızı olabilmek için geçmişte birçok şeyi feda etmiştir. Bunlardan en zorlusu ise kızı Hannah (Billie Lourd) ile arasındaki bağı zayıflatan ‘eksik’ ebeveynlik olur. Hannah, aralarındaki sorunlu anne-kız ilişkisi için sürekli yargılar. Shelly, kızını merak etse bile onun hayatına ve bakımını üstlenen diğer ailesine hakim değildir. Ama her şey gibi, bunun da değişmesi mümkündür. Onunla barışmak, yeni anılar biriktirmek için çok heyecanlıdır oysa. Sadece bunu yaparken tercih ettiği yol biraz karışık. Nedenleri, geçmişini geçiştirip sevgisinin yettiği taze bir devam hikayesi arzuluyor gibi sadece.

The-Last-Showgirl

Ayrıca İlginizi Çekebilir: Small Things Like These (2024)

Bu noktada aklımıza psikoloji biliminin en popüler kuramlarından olan, John Bowlby tarafından geliştirilen Bağlanma Kuramı gelebilir. Shelly zihninde, hem kaçıngan bağlanma hem de kaygılı bağlanmayı barındıran bir kadın aslında. İlgisiz görünmekte, başına gelen olumsuzluklara telaşlı tepkiler vermekte… Çatışmalardan uzak kalmak zorunda hisseder hep. Durum böyle olunca korkularını, hatalarını da bastırmayı kendine görev ediniyor aslında. Çünkü bir insan eğer kendi hatalarını ve zayıflıklarını kabul ederse, benlik algısının zayıflayabileceğini düşünür. Bu sağlıksız bir düşüncedir. Ama Shelly, hayatını bunun üzerine inşa etmiştir. Belki bambaşka istekleri var ama bunları saklıyor bile olabilir.  Çevresinde var olan insanlara rağmen yalnızlığı tercih eder zaman zaman. Mesela alkol bağımlılığı olan ve artık kumarhanede garson olarak çalışan eski şov kızı arkadaşı Annette (Jamie Lee Curtis) ile olan samimiyetleri güçlüdür. Aynı yolları deneyimlemiş, arkadaşlıklarını bu yolda kazanmışlardır. Ama Shelly, Annette veya diğer dansçılar gibi değildir. Değişen şov dünyası taleplerine uyum sağlayamaz. Yeni işlere, başka sahnelere kendini göstermek pek hoşuna gitmez. Zaten sahnelerin aradığı yeni yüzler de Shelly ile uyuşmaz. Son şovuna hazırlanırken deneyimlediği tüm bu karmaşanın içinde, boğuştuğu her şey daha fazla şiddetlenir. Yüzleşmesi gerektiği yakınlarının ve duygularının ağırlığını hissetse bile  ”Evet, hata yaptım ama işte bu kadar” demekten öteye gidemez. Bireysel mücadelesinin sınırlarını şekillendiremez. Ta ki hayatının yokuş aşağı gittiği gerçeğini kabullendiği ana dek…

The-Last-Showgirl

Paul Verhoeven’in Showgirls (1995) filmi, sinemanın unutulmaz eserlerinden biri. Las Vegas’ın o renkli atmosferinde dans ederek hayatta kalma mücadelesi veren dansçıların hikayelerini başından sonuna kadar, tanık oldukları acımasızlıklarla ekranlara taşıyor. Benzer bir hikaye de işte şimdi Gia Coppola’dan geldi. Fakat bir dansçının kariyerinin başlangıcına değil sonuna odaklanılıyor burada, vazgeçip geride bıraktığı her şeyin ağırlığını seyircinin omuzlarına yüklüyor. Yönetmen Gia Coppola, teyzesi Sofia Coppola’nın izinden giderek daha insan ilişkilerine odaklı, zaten aşina olduğumuz bir tarz seçiyor. Shelly ve diğer dansçıların yarı çıplak sergiledikleri şovlarıyla pek ilgilenmiyor. Bize onların ne kadar ışıltılı olduklarını gösteriyor, estetiğini onların sanatının üzerine kuruyor. Asıl meselesi, yaptıkları sanatın değerini yansıtmak. Şov kızlarının ne pahasına olursa olsun sahneye olan bağlılıklarını görüyoruz. Sahnenin dışına itilen yıldızlar olsalar bile ışıkların onlarla var olduğunu hissediyoruz. Yakın çekimler ve sarı tonlu ışık tercihleriyle, şov dünyasından çıkmıyoruz. Fakat kurduğu bu duygusal anlatımının içinde The Last Showgirl, Shelly’yi finale hazırlarken kendi finaline tam hazırlanmıyor maalesef. Hatta derinlik ve özgünlük konusunda da yer yer tökezliyor. Evet, sunduğu görsel tatminliğine ve oyuncu kadrosunun güçlü performanslarına, hakkı olduğu için güveniyor. Ama her şeyin bunlarla sınırlı kalması, çok daha iyi olabilmesi için yeterli gelmiyor. Mesela karakterlerinin görünürlüğü kadar hikayelerini izlemek mümkün olmalıydı. Shelly’yi geçmişiyle zihnimizde bütünleştiremiyoruz. ‘’Neler yaşandı?’’ fazla eksik.

Ayrıca İlginizi Çekebilir: Vermiglio (2024): Bir Dönemin, Bir Mekânın ve Bir Ailenin Portresi

Tüm bunlarla film, ne izleyicisine ne kendisine büyük sorumluluklar veriyor. Şov kızlarının değer çatışmasını anlattığı kadar bir insanın gelecek kaygısı karşısındaki çaresizliğini de gözler önüne seriyor. Bazen sımsıcak hissettiren umut dolu sahneleri eline tutuşturuyor izleyicinin bazen de bir sessizlikle baş başa bırakıyor. Tabii en büyük şansı Shelly’nin kırılganlığını anbean hissettiren, sanatçı kimliğini adeta kanıtlayan Pamela Anderson oluyor. Ödül sezonunda adından çok bahsettiremese bile yarattığı bu özel deneyimi yaşamak, tutkularına bağlı Shelly’nin saygı duyulma ihtiyacını gözlemlemek adına değerdi. Bazen ışıklar kapansa bile sahnenin her zaman bizimle olduğunu unutmamalıyız değil mi?

Yazının ardından The Last Showgirl soundtrack albümünde yer alan en özel parçayı, ‘’ Beautiful That Way – Miley Cyrus, Andrew Wyat’’, dinlemek size iyi gelebilir. Harun Kubat

Bir Cevap Yazın