Ana Sayfa Eleştiriler The Seed of the Sacred Fig (2024): Daha Az Karanlık

The Seed of the Sacred Fig (2024): Daha Az Karanlık

The Seed of the Sacred Fig (2024): Daha Az Karanlık 7.0
0

Bundan tam 3 yıl önce İran’da Mahsa Amini adındaki bir kadının ölümünden sonra İran’da kadınlara uygulanan baskılar tekrar gündeme geldi. Her ne kadar İran yönetimi Mahsa Amini’nin ölümünün doğal bir ölüm olduğunu savunsa da sonradan açığa çıkan gerçekler gözetim altındayken uğradığı işkenceden ötürü öldüğünü tüm dünyaya gösterdi. Yönetmen Mohammed Rasoulof ise olaylara kayıtsız kalmadı ve o dönemde yaşananları bir çekirdek aile üzerinden sinemaseverlerle buluşturdu. Hal böyle olunca yönetmen ve oyuncular rejim tarafından çok baskıya ve tehdite uğradı. Cannes Film Festivali’nde ana seçkiye seçilen filmini yarışmadan çekmesini istediler. Hatta yönetmen Rasoulof kırbaç cezası ve 8 yıl hapis cezası aldı. Böyle bir kaotik ortamda film çekenin bile ağır cezalar çarptırıldığı düşününce İran’da İran’ın arka sokaklarında, kapalı kapılar ardında neler olabileceğini varın siz düşünün. Tabi bunu sadece bir ülkeye mal etmek de doğru değil. Çoğu otoriter yönetimin olduğu ülkede halk bu tip şeylere –hafif tabirle- maruz kalıyor. Peki Mahsa Amini neden tutuklanmıştı?! İran’da sokaklarda kadınların kıyafetlerinin İslam Hukuku’na uygun olmayanlarını sözde Ahlak Polisleri tarafından uyarıldığı gerekirse kıyafeti düzgün olmayanın ise tutuklandığı bir düzende Amini de baş örtüsü düzgün olmadığı için tutuklanmıştı. Daha sonra ölümü gerçekleşmişti. Ölümü İran’a bir kıvılcım etkisi yaratıp kadınların sokağa inmesine ve cesurca baş örtülerini meydanda yakmalarına sebep olmuştu. Mahsa Amini’nin ölümü ülkede bir şeyleri değiştirdi. Kadınlar belki yine sokakta saçlarını rahatça açamıyor ama yönetim de saçı açıklara kafasının estiği gibi davranamıyor. Mollalar eskisi gibi otorite kabul edilmiyor. Cinsiyet gözetmeksizin çoğu kişi tarafından protestoya maruz kalıyorlar.

Filme gelirsek; otoriter rejimlerde yargının tarafsız olduğu söylenemez. Kendisi gibi düşünmeyen yargıçları oyun dışı bırakır. Yerine de otoriter rejimi güçlendiren ve rejim sempatizanı kişileri getirir. Filmin ana karakterlerinden biri olan Iman da o sempatizanlardan biri. Eskiden mahkemede sıradan bir memurken yönetimle paralel düşündüğü için ödüllendirilip yargıç pozisyonuna benzer bir pozisyona yükseltilen biri. Aynı zamanda aile babası. Kendisiyle zıt ama sivri olmayan fikirleri sahip 2 kızı ve kendisiyle benzer daha doğrusu “Beyim doğrusunu bilir.” düşüncesine sahip bir de eşi var. Kendi mesleğinde mevki yükselmesi eve daha çok para girmesi demek. Eve daha fazla para girmesi de kızlar için ayrı odalar, eli bulaşık yıkamaktan yıpranan eşi içinse bulaşık makinesi demek. Ailedeki her birey değişecek hayatlarına olumlu anda bu kadar motive iken ülkedeki protestolar da gitgide artmaktadır. İran’daki olaylar hem filmin hem de ailenin arka planını işgal edecektir. Ülkedeki olan biten de haliyle yargı mensubu olan birinin de evine sıçrayacaktır.

“İş değişince sen de mi değiştin?!”

İman’ın eşi Najmeh’in İman’a söylediği bu cümlede haklılık payı var. İman’ın rütbesi artınca sorumlulukları da arttı. İşe başladığı ilk günden 5 ciltlik bir dava gelir. Arkadaşı Ghaderi’nin iddanameyi imzala geç, çok düşünme gibi bir cümle kurması İman’in nasıl bir cendereye gireceğinin ilk sinyallerini verir. Aynı zamanda artık insanları ipe götürecek kararlar almasından ötürü karşıt görüşlüler kendisi için tehlike arz edecektir. Bundan ötürü silah taşımak zorunda kalacaktır. Alışık olmadığı bu silah taşıma mevzusu dikkatini dağıtacaktır. Ev halkının geri kalanı ise artık daha dikkatli olmak zorundadır. Babalarına söz gelmemesi için kendileri de hassas davranmak zorundadır. Bir yandan da hayatları da akmaktadır. Ailenin büyük kızı Rezvan’ın arkadaşı protestolara dahil olur. Onun protestolarda etkilenmesi evin havasını değiştirecektir. Artık protestoların varacağı noktayı sadece telefonların veya televizyonlarının ekranlarından görmüyorlardır. Diplerine kadar gelmiştir. Köprünün bir ucunda babalarının oluşu, köprünün diğer tarafında ise İran’da kadın olmak daha doğrusu var oluşlarını ispatlama kaygısı. Aile olarak daha fazla rahatlayacaklarını düşünürken işler daha çok sarpa saracaktır. Babalarının silahının kaybolması da evdeki tansiyonun daha da artmasına ve evdeki herkesin birbiri ile yabancılaşmasına sebep olacaktır. Sosyal medya üzerinden televizyon kanallarının sansürledikleri, göstermedikleri her şeyi görürler.Bir gün internette adresleri ifşalanan yargı mensupları arasında kendi adreslerini de görmeleri ailenin içinde bulunduğu hayali çemberin daralacağı anlamına gelmektedir. Kendilerini güvende tutmak adına şehir dışına seyahat edeceklerdir. Aile içindeki yabancılaşma burada farklı bir boyuta evrilir. Gerilim artar. Kimin ne yapacağını hem aile bireyleri hem de ekranları başındaki bizler kestiremeyecek konuma geliriz. İlk başta erkek ekseninde hareket eden daha sonra sahneyi asıl kahramanlara bırakır film.

Filmin başından itibaren gerilimin dengesini iyi kuran, İran’ı arka profile, yer yer ön hatta iyi taşıyan bir film The Seed of Sacred Fig. Bazı toplumlarda kadınların yaşam mücadelesinin halen devam ediyor olduğunu, Orta Doğu’yu iki yüzlü Avrupalılara kültürel anlamda tekrar tanıştıran bir film. Cannes’da Jüri Özel Ödülü ve Fipresci ödülünün sahibi olan bu film şu sıralar Oscar’da Uluslararası En İyi Film dalında Almanya’nın aday adayı. Büyük ihtimalle son düzlüğe adını yazdıracak. Umarım yönetmen ilerde kendi ülkesini temsil edecek bir düzene ve özgürlüğe sahip ve ait olur.

Puanlama

7.0

7.0
Kullanıcı Oyu: ( 0 oy ) 0

Bir Cevap Yazın