Eşkıya (1996): Eşkıyalar Hâlâ Ölünce Yıldız Olur Mu?
İşlediği temalarla toplumumuza geniş bir bakış açısından bakabilmesi, seyirciye ayna tutması, kaybolan değerlerden bahsetmesi ve yerli sinema açısından önemli bir milat olması filmin en güçlü yönlerindendir. Şener Şen’in filmle ilgili yaptığı şu yorum ise tüm bunlara dair bir şey oluşturmaya çalıştıklarını açıklıyor zaten:
“Bu filmde insanımızı, kendi öz kişiliğimizi beyazperdeye aktarmaya çalıştık. Bizi anlatarak evrenselliğe ulaşım yolunu bulacağımızı sanıyoruz.”
Yavuz Turgul’un Eşkıya’daki temel amacı bizi bize anlatmak ve bu filmin tüm detaylarında da açıkça görülüyor. Baran’ın simgelediği her şeyin geçmişte kalmış olduğu bir gerçek ancak onun günümüz seyircisine uzak gelecek ve bugüne göre daha yüce gösterilen ahlak anlayışı ise filmde Turgul’un toplumsal değerleri eleştirmesini ve deşifre etmesini sağlıyor. Tüm bunlara karşı Baran’a İstanbul’daki yolculuğunda eşlik eden Cumali ise seyircinin kendini daha yakın bulacağı, tam anlamıyla günümüzü temsil eden bir karakter. Filmin tüm detayları ise bu ikili üzerine kurulmuş.
“Kaldı mı artık dağlarda eşkıya emmi, eşkıya artık şehirde.”
Bu filmin en akılda kalıcı repliklerinden biri ve Turgul’un dün ile bugünü karşılaştırmasını da temsil eden bir söz, bu nedenle çok da önemlidir. Turgul, filmde Baran ile Cumali’yi yan yana getirerek eşkıyalığın geçmiş ile günümüzdeki halini ve daha da önemlisi değişmiş ahlaki değerleri karşılaştırmayı başarıyor ve bunu ikisi arasındaki bazı ortak değerleri de göstererek yapıyor.Mesela ikilinin aşka dair yaşadıkları, geçirilen toplumsal değişim bakımından filmde karşılaştığımız en çarpıcı örnek olmuştu. Bu noktada Baran için geçmişteki halimiz, Cumali için ise o dönemki halimiz demek çok doğru olur. (O dönemki dememin nedeni ise şimdi ile filmin çıktığı dönemin -20 yıl öncesi- de birbirinden farklı toplumsal değerlere sahip olduğunu düşünmem.) Bu iki özenle yazılmış karakter arasında görülen fark ise iki dönem için toplumun genelini yansıtırken seyirciye ayna tutmayı da başarıyor.
Turgul’un filmde yakaladığı geniş perspektif, zaman zaman çok başarılı bulduğum kamera hareketleri ve en önemlisi özenle oluşturduğu içeriği filmin güçlü yönleri olurken zayıf kalan bazı yerleri de bulunmakta. Filmde sinematik açıdan yetersiz olan, gereksiz bilgi bulunduran ve abartıya kaçan sahneler bulunmakta ve bunlar bazen çok bazen de az olsa da göze çarpıyor. Genele bakıldığında ise düşünsel anlamda ileri düzey olan filmin sinematik açıdan biraz geride kaldığı söylenebilir. Ancak bu eksikler filmin ne kadar önemli olduğunu değiştirmediği gibi güçlü yanlarından da bir şey kaybettirmiyor.
Sonuç olarak, Eşkıya’nın sinemamıza kazandırdıkları çok önemli. Dönemin seyircisini derinden yakalayan bu film, bana kalırsa Türk sinemasının en değerli, en özel filmlerinden de biri. Eşkıya’da Yavuz Turgul efsane diyaloglara sahip, güçlü senaryosu ile sizi mest ederken Şener Şen usta işi performansıyla sizi kendine bir kez daha hayran bırakır ve Uğur Yücel de başarılı oyunculuğu ile ona eşlik eder. Filmin duygusal etkisini güçlendiren müzikleri ile yönetmenin etkileyici dili sayesinde Baran’ın hikayesinde ona ortak olmamanız ise imkansıza yakın gibi. Eğer hala izlemediyseniz bir an önce izleyin derim çünkü emin olun ki çok şey kaçırıyorsunuz.