Ana Sayfa Eleştiriler The Meyerowitz Stories (New and Selected) (2017): Baumbach Stili Aile Draması

The Meyerowitz Stories (New and Selected) (2017): Baumbach Stili Aile Draması

The Meyerowitz Stories (New and Selected) (2017): Baumbach Stili Aile Draması 8.5
0
2005 yapımı The Squid and the Whale filmiyle En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar adaylığı bulunan Noah Baumbach, bu kez 2017 yılında yine aynı başarının bir benzerini getirebilecek bir projeyle sevenlerinin karşısına çıktı. Başrollerini Adam Sandler, Ben Stiller ve Dustif Hoffman’ın paylaştığı, Oscar ödüllü Emma Thompson’ın ve son dönemlerde adını önemli projelerde sıkça duyduğumuz Elizabeth Marvel’ın yardımcı oyuncu olarak dâhil olduğu film, kısa sürede güçlü kadrosuyla dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. İlk önce Cannes Film Festival’inde daha sonra sırasıyla New York ve Londra Film Festivallerinde gösterime giren film, sinema salonlarında gösterilmeden Netflix ile izleyicilere sunuldu.

Klasik Baumbach filmlerinde olduğu gibi bu filmde de aile dramasının işlendiğine tanık oluyoruz. Baumbach, baba-çocuk ilişkilerinin, kardeşler arasındaki kopukluğun hüzünlü tarafını, izleyicilere ölçülü ve sevimli bir şekilde gözler önüne seriyor. Pek çok kişinin küçüklükte yaşadığı sevgi eksikliğini ve ebeveynler arasındaki boşanmaların çocuklar üzerindeki etkisini dramatikleştirip izleyicide duygu sarsıntısı yaratmadan, komedi unsurlarıyla seyirciye sunması, filmi klişelerden uzak, kendine has bir hâle getiriyor. Baumbach yine de öyküsünün altyapısını oluştururken merkeze Meyerowitz’lerin çocuklukta yaşadığı travmaları koyuyor. Böylece film karakterlerinin kişilik özellikleri belirginleşiyor.


Filmde Hoffman, birçok kez evlenmiş ve boşanmış heykeltıraş bir baba olan Harold’a hayat veriyor. İlk evliliğinden olan iki çocuğu Jean ve Danny’ye karşı başından beri sevgi konusunda yetersiz bir baba olan Harold, ikinci evliliğinden olan Matthew’a karşı ise sevgi paylaşımı konusunda oldukça cömert. Bu durum Jean ve Danny’yi düş kırıklığına uğratmış olsa da babalarından nefret etmiyorlar. Jean içine kapanık bir kadına dönüşüyor, Danny ise babasının aksine çocuk yetiştirmeye adıyor kendini. Çocukluğunda, diğer kardeşlerine oranla fazla ilgiye maruz kalmış Matthew ise babasının çocuklarına ayrımcılık yapmasından kendini sorumlu tutuyor. Dolayısıyla kendini suçlu hissettiren babasına karşı öfkesini gizleyemiyor. Matthew zamanla iletişimlerini kaybettikleri üvey ağabeyi Danny’nin aksine, çocuk yetiştirme konusunda tecrübesiz, ancak yine üvey ağabeyinin aksine para kazanma konusunda oldukça başarılı. Üç kardeşin ortak noktası, huysuz, aksi ve her şeyden önemlisi sanatçı olduğu için kendini çocuklarından üstün gören bir babadan şikâyetçi olmaları. Bu durum zamanla çocukların babalarından ve üvey kardeşlerin birbirinden kopmasıyla sonuçlanmış. Bu kopuk aileyi birleştirecek şey ise aniden gelişen babanın hastaneye yatırılması oluyor.

Baumbach, The Squid and the Whale filminde sıklıkla Kafka’dan alıntılar verdiğini biliyoruz. Bu filmde de Danny’nin yaşadıkları aslında Franz Kafka’nın babasıyla olan ilişkisiyle benzerlikler taşıyor. Baumbach’in Kafka’dan etkilendiğini bu filmde de görmek mümkün. Ancak bu filmi Kafka kendi buhranlı düşünceleriyle yazmış olsaydı ne derece kasvetli bir film ortaya çıkmış olurdu inanın kestiremiyorum. Baumbach, her ne kadar Kafka etkisinde olsa da kendine özgü bir üslupla anlatıyor hikâyesini. Baumbach’ı Baumbach yapan şey de aslında tam olarak bu. Kendi tarzından hiçbir zaman ödün vermiyor. Frances Ha (2012) filminde bir kadının hayat mücadelesini, geçim sıkıntısını, yalnızlığını nasıl esprili bir şekilde anlatmışsa, bu filmdeki trajediyi de anlatırken aynı hissi yaşatıyor bize. Ayrıca söz etmeden geçemeyeceğim bir ayrıntı da tıpkı The Squid and the Whale filminde olduğu gibi Meyerowitz Stories’te de park yeri bulamama sorununu yine bizlerle paylaşıyor Baumbach. Aradan yıllar geçse de New York sokaklarında park yeri aramanın yarattığı gerginlik günümüzde de devam ediyor olacak ki bu duruma bir nevi selam çakarak esprili bir şekilde eleştiriyor.


Baumbach’ın, Hollywood’un kalemi güçlü yazarlarından olduğunu ayrıca belirtmek gerekir. The Meyerowitz Stories’te senaryo, diyaloglarla zenginleştirilmiş ve her bir diyalog hayatın sahici yerinden koparılmış da metne eklenmiş gibi. Diyaloglardaki güldürü ögelerinin şahaneliği, filmin altyapısını oluşturan dramatik havayı bozuyor ve böylece eğlenceli bir filmle baş başa kalıyoruz. Dustin Hoffman ve Adam Sandler’ın bu konudaki etkisine ayrı bir parantez açmak gerekir. Baumbach’ın etkisiyle birlikte Hoffman’ın ortaya koyduğu kibirli, huysuz ve aksi baba rolü izleyenlerin yüzünde gülümsemeye yer bırakıyor. Yalnız bana kalırsa filmin parlayan yıldızı Adam Sandler. Sandler’ın hayat verdiği Danny, yeri geldiğinde kızına karşı çok iyi bir baba, yeri geldiğinde hoşlandığı kadına karşı utangaç, romantik bir adam, yeri geldiğinde üvey kardeşine karşı kafadar bir arkadaş, yeri geldiğinde babasına karşı uysal ve itaatkâr bir evlat olmayı ustalıkla başarıyor. Danny’nin zaman zaman yaşadığı kısa vadeli öfke patlamaları Sandler’ın dokunuşuyla komediye dönüşebiliyor.

Filmin Netflix yapımı olması, Akademi’deki akıbetini etkiler mi etkilemez mi bilmiyorum ancak Noah Baumbach en azından En İyi Özgün Senaryo Oscar adaylığını hak ediyor. Neredeyse her sene Razzie Ödüllerine aday olan Sandler ise her ne kadar başarılı bir performansa imza atsa da kamuoyu tarafından oluşan algı, onun Oscar adaylığını imkânsızlaştırıyor. Ben, Sandler’ın bu performansının es geçilemeyecek kadar iyi olduğunu savunanlardanım.

The Meyerowitz Stories filmi, çoğu ailede görülen, kötü gelişmiş baba-çocuk ilişkisinin gülünç yanlarını bol diyaloglu, yumuşak ve eğlenceli bir anlatımla ortaya koyuyor. Zamanın nasıl geçtiğini tam anlayamadan film noktalanıyor. Karakterleri ve filmin hikâyesini o kadar benimsiyorsunuz ki film bitince buruk bir his bırakıyor izleyicide. Baumbach’ın yazarlığını ve yönetmenliğini üstlendiği bu yapım senaryo açısından bakacak olursak 2017 yılının en iyi filmlerinin başında geliyor bana göre. Gönül rahatlığıyla tavsiye edeceğim bir yapım.

Puanlama

8.5

8.5
Kullanıcı Oyu: ( 4 oylar ) 7.9

Ali Rıza Koçak 1995 yılında İstanbul’da doğdum. Sinemaya olan ilgim küçük yaşlardan itibaren başladı. Hayatın sıkıcılığından uzaklaşmak için izlediğim sinema filmleri, bana yeni hayat tecrübeleri kazandırdı. Aslında sinema hep bizle birlikteydi, hayatımızın bir parçasıydı ancak onu bulup keşfetmek biraz zaman istiyordu. Ne mutlu bana ki onu erken keşfedenlerdenim.

Bir Cevap Yazın