Çöl İşaretçileri / Wanderers of the Desert (1984)
Kırık camlarından pencerelerin, menekşe değil çiğ insan kokusu geliyor. Uzun gecelerde, zamanın arka bahçesini görmüş yaşı beyazlamış erkek ve kadınların anlattığı masallar süslemiyor artık ruhu. Ruhun rengi, göz yoran dünyaca kirlenmiş, pastel bir sesle dalınmıyor doğulu uykulara. İnsan sesi, kalabalığın sesi. Toprağı avuçlanan yollarda değil betonda eğleşiyor çocuklar. Ezan sesi metalik bir yansıma.
“ Bir adam düşün ki çölde bulunuyor.
Birilerinin gelmesini bekliyor.
Ve biri gelir gelmez…
…tüm insanlar da geliyor. “
Çölün ortasına gölgesi zakkum binalar dikilmiş, apartman sakinleri gündüzleri rüyasız uykulara dalıyor beyaz perdelerin önünde. Kimse gelmiyor uzaklardan, uzaklar sadece bir ‘anı’, rüyalardan hatırlanan. Kimse; görmemizi buğulandıran kum fırtınası, şehrin içinde ‘ben’ denilenin uzağında. İnsanlar çölün denize en uzak noktasında, ruhuna esenlik verecek harflerden bir gemi bekliyor, insanlığı-renkleri tek renge ulanmış bir nokta olarak görmek arzusu ile. “Tek renge boyan da renk verme”(Şeyh Galip) ki çölde kalanın masalları uyutsun şehirleri, şehrin vehimli sakinlerini.
“ Geçip gidiyorlar!
Gezginlerin hayatı sonsuz bir dolaşmadır.
Kumdan başka bir şey görmezler.
Tozdan başka bir şeye neden olmazlar. ”
Hacı, hazine nedir?
O bir hazine değil, o bir inanç.
Sen de biliyorsun ki kader daima inanca götürür.
Giydikleri temmuz güneşiydi; içtikleri, cihanı yakıp
yandıran yalım.
Vadileri kumluktu, gam şişelerinin kırıklarıydı; kumlar
sayısınca da hüzün ve matem vardı o vadide.
Çadırları, mahrumiyet ahının dumanıydı; sohbetleri, hep
ney gibi feryad ü figandı.
Her biri, bir güzele vurgundu; hepsinin de ağzı kılıç gibi
kanlıydı.(Şeyh Galib).
“Beni kınama, kınanmak benden uzaktır.
Allah’ım beni koru, ben yalnızım.
Bu hitabımın hükmünü isteyenler
Okuyun ve bilin ki ben şehidim!”(Hallac-ı Mansur)