Ana Sayfa Eleştiriler Ayna / Zerkalo (1975)

Ayna / Zerkalo (1975)

Ayna / Zerkalo (1975)
0
İNSAN;‘SIR’RINI ARAYAN BİR AYNA.
( ve sen anlaşılır bir şekilde ve zorlanmadan konuşacaksın.
Hayatın boyunca yüksek sesle ve anlaşılır bir şekilde konuşacaksın.
Bak bana.
Ellerindeki ve dilindeki gerginliği uzaklaştıracağım.
Bir, iki, üç!
Yüksek sesle ve anlaşılır bir şekilde tekrar et! “Ben konuşabiliyorum.” )
Çocuk-ayna, bakışları topraktan, durdurulamayan zamana kilitlenmiş ;akıp gidenin ne olduğunu anlamaya çalışan ‘insan’. Büyüdükçe, yaşıyla beraber zihninde, ruhunda yanan bir ev, o eve(çocukluğa) geri dönemeyişin pastel yangını. Çocukluk, bir annenin gözlerinde büyüyemeyiş, evden(bilincin yaralı deseni) çıkamamanın imkansızlığı. Yanan o eve,ölü bir ceylanın gözlerine bakar gibi uzun uzun bakmak: “Çünkü şimdi aynada bir bilmece görür gibi görüyoruz”(J.L.Borges) büyümenin kapkara büyüsünü. Şiirin ya da şiirsel olanın bir başka dile tercüme edilemediği gibi yaşamında ‘söz’e tercüme edilemezliği. Aynanın buğusunu, ancak annenin(rüya) elleriyle silmek ve görünen aksini – ki bu sırdır (insan)- o ellerle, aşikar olmasına çabalayış, bu arayış bir ömürdür bir anlıktır bir rüyadır belkide. Zamanın akıp gitmesinin  yorgunluğu ile bazen bedenin bazen ruhun söylediği şu; ‘ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında’(A.H.Tanpınar). Annenin o eski fotoğrafta ki donmuş zamanı hatırlayamayışı, belki de çocukluk iyileştirilmesi gereken bir hastalıktır derhal merhem isteyen bir yara.

Rüya ve şiir dünya dışından iki kelebek; sayfaları yırtılmış bir rint hikayesi.

Çocuk  gözlerle, şair bir babanın son dizeyi yazarken ki doğum sancısı ile gözlerinden akan yaşlarla saçlarını-ruhu- yıkadığı bir annenin, topraktan, yaşamdan, arzdan ve zamansızlık hayalinden yükselişini izleyiş. Bir ömür büyüyemeyişin büyüsüz kalmanın serencamı. Zamanın kurumuş duvarlarının o hayalin üzerinde şiirsiz yıkılışı. Altında kalınan; çocukluk, bir annenin esrik son sigara yakışı,şair bir babanın hep ünlemlerle devam etmesi şiirine-ki kafiyesi olmayan bir şiirdir oğul-.2

Şiirsiz hikayesiz kalmanın kekeme bırakması ruhu, çözülebilecek bir bağ bırakmaması zamanın o karanlık yumağında. Topraktan varoluşa göremediğimiz bir sır ‘ayna’. İnsanın insanı görememesi. Etten çiğ bir ayna,’ben’ denilen. Zihinin ve ruhun içinde, yaşam boyu kavrulup duran o ateşli yumağı, sırtında simsiyah bir sır taşıyanın aksinde aramanın beyhudeliği : “Bir şeyin kendini kendisi vâsıtasıyla görmesi, ‘ayna’ gibi başka bir şeyde görmesine benzemez”(Muhyiddün İ.Arabi).

Aynada görülenin, aynayı gören gözle tanışamaması; simsiyah akan filmin (ki insanın yürüdüğü yoldur ) batından gelen bir farkındalıkla  renkli akıvermesi (ki bu hikayeler anlatan doğulu bir bilgedir).

İçinde taşıdığı evin camlarının (kalp), o çocuk bakışların hatırlanması ile kırılması, o kırık camın ardından bakan kim ? o kırık camların sahibi,evden taşan zaman mı ? Zamanın,-kekeme bir çocukluğun- annenin titreyen ellerine bakarak hatırlanması; dokunmayı bilmeyen, dokunuşların eksik bırakıldığı ellerle.

“Zamanın uzamla “bir”  olması,çok sevgili bir dokunuşun gerçekleşen rüyası ile kendini izleyen bir rüya; aynanın rüyası.Gerçekle çapaklanmış bir göz,ayna.Hatırlanmayan rüyalar,belki de hatırlanmak iste(n)meyen,ucu bucağı olmayan maddesizlik (dokunamama) evreninden ,ucu bucağı madde (hissedemeyiş) olan evrene aktarılamayanlar. “Hiç kimse böyle rüyasız uykulara dalamaz :Eğer dalıyorsa (ki bunu hatırlar) ve sonra uyanıyorsa(bunu da hatırlar) ve bunların arasında ne olduğunu hatırlamıyorsa mutlaka bir şey olmuştur; o hatırlayamıyordur.” (A.Tarkovski,Günlükler)

3
Zamanın buruşmuş bir fotoğrafı olan ‘an’ neydi ?, kurumuş dudakları arasında yanan sigarası ile o yanan evi, çocuğunun, çocukluğunun gözleri ile izleyen anneydi ve annenin susuşu, susayışı oğluna, la ile hiç arasındaki sırattı.

Rengarenk bir bahçeden, ev’e dönüş yolunda koşarken dönüş yolunun -toprağın rüyası aynanın-simsiyah bir kumaşa dönüşmesi.Simsiyah kumaş ; zaman mefhumun olmadığı toprakların pamuklarından dokunmuş,Tanrıyı ve insanı görmemizi imkansız kılan, göremediğimiz ve dokunamadığımız fakat sadece ‘farkında olduğumuz’  bir perde; siyahlık, süveyda. Delilikle değil delilerle çekilmiş bir fotoğraf, zaman. İnsan, zaman aynasının kırılan parçalarından mürekkep,cevheri gözyaşından bir ayna.Varoluşun bilinmeyen dili ile hasbihal eden, hep “kekeme” bir varoluş. Sırrı(siyahı) kalksa zamansızlığa (Tanrıya) kavuşacak olan.

İnsanın yalnızlığı-o kırık parçası aynanın- zamanı kavrayamayışından mülhem bir müphemliğin cezası.Zamana dokunmadan bırakılan bir  eser;ruhun, sessizliğin, Tanrının dokunuşu olmadan insanlığa bırakılan eksik bir eser.
Film’in beyiti 17.yy şairlerimizden Neşatî’den ;
“Ettik o kadar ref’i taayyün ki Neşati
Ayine-i pür tab-ı mücellada nihanız”
( Ey Neşâtî! Görünülürlüğü o derece ortadan kaldırdık ki cilâlanmış, parlak “aynada” sır olduk.”)
Semih Alkan 1985 yılında Ankara da zaman hokkasının içerisindeki farklı renklerin arasında yerimi aldım.Fotoğraf sanatı ile iştigalim.Hikaye anlatmanın kısırlaştığı bir çağda , modern çağın en önemli hikaye anlatma aracı olan sinema ile “Açık hava sinemalarının” son demlerine yetişerek tanıştım.İnsan,zaman hokkasına daldırdığı divit ile hikayesini anlatmaya devam etmekte;sözle-yazıyla- mercekle.Senin hikayen ne ?

Bir Cevap Yazın