Ana Sayfa Eleştiriler Otomatik Portakal / A Clockwork Orange

Otomatik Portakal / A Clockwork Orange

Otomatik Portakal / A Clockwork Orange
1

Kült film nedir sorusuna en iyi yanıt olabilecek film, Otomatik Portakal’ dır belki de. Üzerine söylenecek sözü bol, defalarca izlenesi, her sahnesinden anlam çıkarılası bir yapım.
1962 basımlı romanı, 1971 yılında sinemaya taşıyan isim; teknik kusursuzluk arayışı, mükemmeliyetçiliği, entelektüel sembolizmi fazla kullanmasıyla bilinen ABD’ li yönetmen Stanley Kubrick’ tir. Usta yönetmenin 9. Filmi olan ve sinemasal zekasını ortaya koyduğu Otomatik Portakal, 4 dalda Oscar adaylığı almış. 136 dakika uzunluğundaki yapıt, dram, psikolojik, müzikal, suç türlerine dahil edilebilir.
Anthony Burgess’ ın eseri olan Otomatik Portakal; antisosyal kişilik bozukluğu olan bir grup gencin kurduğu dehşet saçan çetenin işlediği suçları ve bu çerçevede, var olan düzeni ele almaktadır. Geleceğin Britanyasında, bağımlı bir sokak çetesi her gece şiddet gösterilerinde bulunmaktadır. Adam dövüp, hırsızlık yapıp insanlara tecavüz etmektedir. İlginç olan şudur ki bunları yaparken zevk duymaktadırlar, bu eylemlerini bir seremoni haline getirmektedirler. Bir gece, çetenin başı Alex, grup arkadaşları tarafından polise ihbar edilir. Hapse giren Alex’ in cezasının hafifletilmesi için önünde bir seçenek vardır: Bir deneye (aversif terapiye) tabi tutulmak. Bu sözde tedavi yöntemi, Alex’ i “mükemmel ve iyi” (!) insan yapacak, Alex şiddetten tamamen uzak kalacaktır. Ve sonuçta Alex’in hayatı tümüyle değişecektir.
Film adına söylenecek/yazılacak pek çok şey vardır. Öncelikle filmin adı incelenmelidir belki de. Doğadan gelen, sınırları belli olmayan ve dairesel portakal ile, doğal olan şiddet dürtülerine; başı sonu belli olmayan, hep var olacak olan karakterlere değinilmektedir. Otomatik kelimesi ise, toplumun otomatikleştirmeye çalıştığı modern insana tekabül etmektedir.
Filmin açılış sahnesi oldukça etkileyici. Böyle bir başlangıç belki de hızlı ve tokat gibi geliyor seyirciye. İlk sahneden de başlıyor simgeler. Çete üyelerinin kendilerine özel bir mekanda buluşup beyaz içecekleri ile değişimleri ile başlıyor film. İçtikleri süt benzeri şey onları gerçek/asıl kişiliklerinden çıkarıp bilinçlerini kaybetmelerine, değişmelerine ve kötülüğe uygun hale gelmelerine sebep oluyor. Tıpkı ilk beyaz içeceğimiz olan ve bizi her yudumuyla değiştiren ve aslında kötülüğe yaklaştıran anne sütü gibi. Filmde bunun gibi pek çok simgesel öğe bulunmaktadır. Tablolar, müzik, kıyafetler, renkler/renksizlikler, hayvanlar, objeler…
Filmin en önemli unsurlarından biri de klasik müziktir. Çete üyeleri suç işlerken klasik müzik dinlemektedirler. Bu müzikler gençler üzerinde büyük etkiler yaratmaktadır. Bunun en büyük örneği, Alex’ in müziği kapattı diye arkadaşına vurması ve grubun dağılmaya başlamasıdır. Nitekim Alex’ in tedavisinde de müziklerin yeri büyüktür. Beethoven müziklerinin Alex’ i bu denli etkilemesi ve imajinal suç sahneleri yaratması aslında oldukça şaşırtıcı. Çünkü Beethoven gibi dostluk, eşitlik, hürlük yanlısı besteleri olan hümanistik bir kişinin tam tersidir marjinal anti-kahraman Alex.clockwork-orange-milk-xlarge

Filmin rengi nedir diye düşünürsek sanırım tek yanıt ‘beyaz’ olur. Her ne kadar şiddet, suç içeren bir film olsa da saflığın simgesi beyazdır filmin tema rengi. Bu kadar beyaz bir dünyada siyah olan ise gece ve gece işlenen suçlardır. Masum insanlara hiç akla gelmeyecek şekilde işkence yapıp nedensiz şiddet uygulayan bu gençler, düzenli işleyen toplumun üzerine kara bulut gibi çöküyor. 

Alex’ in ailesinde de çarpık ilişkiler söz konusudur. Alex’ den fazlasıyla sıkılmış olan aile içinde Alex yalnız. Tıpkı toplumdaki yalnızlığı gibi. Alex’ in evdeki odası da konuşulmaya değer. En başta oda şifreli bir odadır. Sadece sahibi kullanabilir. Aile üyelerinin hiç birinin odada yeri yoktur. Fakat odada yeri olan başka objeler vardır; örneğin, kanayan İsa figürü. Alex dine bile sığınmıyor, dine karşı da uzak, o açıdan da yalnız. Hıristiyanlığa göre insanoğlunun iyiliği için çarmıha gerilen İsa bili filmde kanlı işlenmiş. İnsanlıktan ve huzurdan uzak bu gençlerin öyküsünü izlerken düşünmek işten bile değil.  

Kötülüğü odak noktası olarak kullanan, toplumsal dayatmalara, devlet kurumlarının uygulamalarına ilginç bir dille değinen Otomatik Portakal’ ın başrollerinde; Malcolm McDowell, Steven Berkoff, Adrienne Corri, Patrick Magee ve Warren Clarke vardır. ABD-İngiltere ortak yapımı film, yayınlandığı vakitte, filmin ve yönetmenin önüne geçen, fazlasıyla eleştiriye maruz kalsa sinema tarihinin en şiddetli, en cesur, en yıkıcı filmi olarak anılır. Bu kadar ‘en’ i barındıran, 20. Yüzyılın en önemli filmlerinden kabul edilen Otomatik Portakal’ ı izlememiş ve üzerine düşünmemiş olmak hatırı sayılır bir kayıp olabilir.

Yazan: Ceren Gökdağ

 

Yorum(1)

Bir Cevap Yazın