Ana Sayfa İnceleme My Night at Maud’s (1969): Maud’larda Bir Gece, Pascal ve Nietzsche Eşliğinde

My Night at Maud’s (1969): Maud’larda Bir Gece, Pascal ve Nietzsche Eşliğinde

My Night at Maud’s (1969): Maud’larda Bir Gece, Pascal ve Nietzsche Eşliğinde
0

Maud’la Bir Gece, dini bütün bir Katolik olan Jean-Louis ile güzel, entelektüel kadın Maud ve Marksist arkadaşları Vidal arasında geçen açık, etkili, nükteli, bir sohbeti merkezine alıyor. Her Pazar kilisesini kaçırmayan Jean-Louis, orada devamlı gördüğü ve platonik âşık olduğu Françoise ile evlenmeyi kafasına koymuştur. Hayatının büyük bölümü matematikle ilgilenmek geçen Louis, bir gün eski arkadaşı Vidal ile karşılaşır. Hayata dair başlayan sohbet, Vidal’in davetiyle Maud’un evinde devam eder.

Vidal ile Jean-Louis arasındaki tek benzerlik hayatlarına anlam katma biçimlerinde yatmaktadır. Film boyunca Rohmer, Pascal’ın ünlü bahsini karakterleri aracılığıyla dillendirir. Kısaca, Pascal’a göre Tanrı’ya inanan kişinin sonsuz mutluluğa sahip olacağı varsayımı, çok düşük bir ihtimal dahi olsa vaat ettiği sonsuzluk özelinde girilmesi gereken bir bahistir. Yani Tanrı ve din, bir mantık çerçevesine oturtulmaya çalışılır. Matematik ve olasılık sayesinde insanların dine olan inancı açıklanır. Tanrı’nın var olma ihtimali sonsuz acı ve mutluluğun habercisi, olmama ihtimali ise sonlu acı ve mutluluğun göstergesidir. O halde olma ihtimali, olmama ihtimalinin getirebileceği ve götürebileceğinden daha fazladır. Çok düşük olma ihtimali bile olsa, siyaseti ve tarihi anlamlı görüp geleceği bir umut üzerine inşa etmek Marksist Vidal’in benzer bakış açısına sahip olduğunu gösterir. İnanışların içeriği farklıdır ancak beklentilerin açabileceği kapılar düşük ihtimallerin karamsarlığını yener.

Ayrıca İlginizi Çekebilir: Rohmer’in Mevsimler’i Işığında Karmaşık İnsan İlişkileri

Spinoza ile aynı dönemin düşünürü olarak Pascal, Spinoza’dan farklı olarak dini ve Tanrı’yı tek ve sonrasında yoruma açık olmayacak biçimde ele alır. Spinoza, dini kitapların her kişi için farklı şekillerde yoruma açık olduğunu ve dolayısıyla ortak bir mantık penceresinden Tanrı ve dinin ele alınamayacağını söylüyordu. Pascal’ın bahsi, iki seçim arasındaki bariz mantıklı olanı gösterme gayretidir. Fakat bu öte yandan, sanki seçimi bize bırakılmış gibi gözükse de aslında ortada düşünülecek pek de bir şeyin olmadığı göstermektir. Yani, Tanrı’ya inanmak, eninde sonunda muhakeme yeteneği olan her canlının tek çıkış noktasıdır. Ancak hem yaşadığımız Dünya’da hem de Maud’un fikirleri aracılığıyla gördüğümüz üzere böyle homojen bir inanış ve mantık birlikteliği yoktur. İnanışı açıklamak için olasılık yetmez, bu dünyaya ve varsa öbür dünyaya dair anlam arayışı ayrıca önemlidir.

Jean-Louis için Katolik olmak, evliliğin şartlarından biridir. Kendisi gibi biri ile evlenmeyi hayat konforu ve olası çatışmaların önlenmesi adına önemli görür. Maud evlenip boşanmış bir kadındır ve Jean-Louis’in aksine dini hayatının ortasına almayı savunmamaktadır. Sohbetin bir noktasında Vidal evden ayrılmak ister. Jean-Louis aynı şekilde gitmek ister ancak yağan kar vesilesiyle Maud onu geceyi evinde geçirmeye ikna eder. İkili, Vidal’in ayrılışından sonra uzun soluklu sohbetlerine devam eder. Jean, Katolikliği savunmasına savunan ama arzularından kopamayan örnek bir insanlık trajedisidir. Evliliği kutsallaştırır, perhizi savunur ama Hristiyanlığı ile aşk hayatının çelişkilerine çözüm bulamaz. Din ile dini itibar ve diğer yandan insani içgüdü ve ihtiyaçların savaşı o gecede filizlenmiştir. Başta koltukta işkence çekercesine uyumaya çalışır, sonra Maud’un yanına gelir ve en sonunda aynı örtü altında bir araya gelirler. Gece boyunca hissettikleri cinsel çekimin tam da meyvelerini toplayacaklarken bir kez daha Jean-Louis kendi iç savaşının bir taraf değiştireni olur. Filmin en stabil karakteri, yaşamdaki inişli çıkışlı zamanlarına rağmen Maud’dur. Nettir, hayata dair bakış açısı çoktandır verilmiş bir savaşın sonucu olarak ortaya çıkmış ve kabullenilmiştir. Jean ise Maud’un deyimiyle utangaç bir Hristiyan, utangaç bir Don Juan’dır. Nietzsche ağzıyla söylersek, bir an hayata karşı, diğer an ise hayatı kucaklar vaziyettedir. “Doğuştan gelen mizacım, umutlarım ve potansiyelim aziz olmamı engelliyor belki de.” derken yaptığımız tespite dair içsel farkındalığını dışa vurur.

Maud Nietzsche, Jean-Louis Pascal’dır. Platon’dan beri gelen varlık ve oluş ayrımı buradaki iki karakterin çatışmasında yer bulur. Varlık, en başından beri var olandır. Değişmez ve dolayısıyla Batı felsefesinde yüceltilen bir konumdadır. Oluş ise öngörülemeyen ve zaman içinde farklı formlarla karşımıza çıkan şeylerdir. Nietzsche, bu ayrıma en başta karşı çıkmış, her şeyin bir oluş olduğunun altını çizmiştir. Hayatın belirsiz ve insan etrafında dönmeyen nötr hali kabullenilmeli, değerler atfederek hayatımıza anlam katmalıyız. Yaşamı olduğu haliyle, tüm trajikliğiyle ve gerçekliğiyle beraber kabul edip kucaklamak, “evet diyebilmek” asıl meseledir. Bunu kabullenen insan hayatta bir hiyerarşik değer tablosu oluşturur. Oluşan tablo, her insanın yararına göre şekillenir. (En tepede sağlık sonra eğlenme vb.).  Değerler tablosu, Katolik inancında bir gerilim sebebiyetidir. “Beyond Good and Evil” eserinde Nietzsche bu meseleyi iyice açar. Değerlerine göre yaşayan insan bencildir. İyi olan şey ancak ve ancak egoistik olmayan şeydir. Dolayısıyla dindar insan çoğu zaman kendisine acı çektirir, iyi olan adına. Nietzsche yaşamdan kopuk, onu hiçe sayan bu tavrın nihilist olduğunu da ayrıca dile getirir. Hristiyan ahlakı “Evil”ı merkezine koyarak iyiyi belirler. Bu yöntem, insanda hınç birikmesine sebep olur. Kötü şeylerden ne kadar uzaklaşırsanız o kadar iyiye yakınlaşırsınız. Jean-Louis perhizi savunur çünkü oburluk bir günahtır. Evli olmadığı bir kadınla aynı yatağa girmek istemez. Evlilik olmadan yapılan bu eylem günahtır. Günahlar, kişinin doğruyu bulmasında yol göstericidir.

Utangaç Katolik Jean, tüm bunları sözde savunmasına rağmen güzel yemek yemekten, iyi bir şarap içmekten ve o gece her şeye rağmen Maud ile aynı yatağı paylaşma içgüdüsünden vazgeçemez. Kötülükten uzak durmak için kendisine koyduğu kurallara uymakta zorlanan Jean, yine de o gecenin sabahında yapmayı arzuladığı şeyi yapmaktan vazgeçer. Hayatının en etkileyici gecelerinden birini geçiren Jean, Nietzsche’nin tabiriyle yaşamın kendisine sunduğunu kucaklamak yerine yapay dünyasının gerekliliklerini yerine getirme çabasıyla platonik aşkı sarışın Katolik Françoise’ya açılır. İkili benzer bir kaderi yaşayarak geceyi aynı evde geçirmek zorunda kalır. Bu sefer sohbet daha sade ve kısadır. Jean-Louis’in arzuladığı gibi ayrı odada yatma imkânı vardır. Sigarasına çakmak aramak için – ve belki başka içgüdülerin itici gücüyle- odasından çıktığında Françoise ile karşılaşır. İstediği ateşe ulaşır ancak bu sefer karşısında Katolik anlamda oldukça soğuk ve önyargılı bir karşı cins vardır. Evliliğin bir kısım şartları sağlanmış gibidir.

Nietzsche’nin “Good and Evil”ın karşısına koyduğu “Good and Bad” ahlakı merkezine “iyi” olanı koyar. İyi olan, insan için iyi olandır. Jean-Louis, Pascal’ın kumarında mutlak kazanan olmak ister. Katolik inancının gerekleri neyse ona göre hayat düzenini kurar. Yıllar sonra eşi ve çocuğuyla yaptığı tatil sırasında Maud ile karşılaşır. Maud aşk hayatında şansının yaver gitmediğinden bahseder. Her şeye rağmen, iniş ve çıkışlarıyla hayatındaki belirsizliğin bir heyecanı ve “yaşamsal” bir tarafı vardır. Jean ise tam tersine hayatını belli bir düzene oturtmuştur. “Oluş” değil “Varlık” çabanın adıdır. Her şey kâğıt üstünde doğru dursa da Maud ile geçirdiği o gecenin heyecanı bir daha yanına uğramaz. Nietzsche, Katolik inancının pişmanlıklarla yoğrulan hınç kültüründen bahseder. Zamanında yapılmayan her eylem insanın “geviş getirme” sine (rumination) yol açar. Hayvanlar sindiremediği yiyeceği mideden ağızlarına getirip tükürük bezleriyle tekrar öğütmeye çalışır. Bu işlem defalarca sürebilir. Oldukça akıllıca olan bu benzetme ile Nietzsche, insanın zihninden silinmeyen anıların nasıl geviş getirircesine karşısına sürekli bilinçdışından gelebildiğini ve onu sinir edebildiğini, rahatsız ettiğini gösterir. Jean-Louis Maud’u unutamamıştır. 5 sene sonra karşılaştıklarında akılları deneyimlenen o geceye gider. Düzenini kuran Jean’in içinde bir şeyler ukde kalmıştır. Maud’la 5 sene sonra bir daha görüşmenin buruk umuduyla oradan ayrılır. Rohmer filmin sonunda izleyiciye oldukça yapay bir “mutlu aile tablosu” sunar. Bu din üzerinden yapılmış bir toplum eleştirisidir. Herkesin aynı kalıplar içinde mutlu olacağına dair toplumsal inancın samimiyetsizliğini ortaya koyar.

Nietzsche için unutma kabiliyeti insanlığa verilmiş en büyük nimettir. Geviş getirmenin karşısında konumlanan unutma, insanın yaşamı kucaklamasıyla ancak mümkün kılınabilir. İnsan şeylere değer atfederek ve bu yolda bir yaşam sürerek unutamayacağı olayların esiri olmaktan kurtulur. Maud’la geçen gece, Jean-Louis için ömür boyu unutulmayacaktır. Pascal’ın kumarını oynayan Jean, birçok şeyi elde ettiğini düşünmektedir. Sahi, onca sahip olunan şeye rağmen unutmak bu kadar zorsa bu bahis kime karşı ve ne uğruna kazanılmıştır? Nietzsche’nin fikirlerini genişleterek söylemem gerekir ki her kim amacı din olsun ya da olmasın (daha seküler anlamda şeref, haysiyet uğruna yapılan örnekler akla gelebilir.) insanı ve yaşamı her açıdan kucaklayacak olgunluğa erişemez ve çabalamazsa o zaman yaşamın deterministik boyutunu çok yanlış anlamış olur. Böyle bir kişi için geviş getirmek, yaşam boyu en kötü alışkanlıklardan biri haline gelir.

Bir Cevap Yazın