Ana Sayfa Eleştiriler The Power of the Dog (2021): İktidar Çatışması Her Yerdedir!

The Power of the Dog (2021): İktidar Çatışması Her Yerdedir!

The Power of the Dog (2021): İktidar Çatışması Her Yerdedir! 8.0
0

Jane Campion’ın yıllar sonra yönetmen koltuğuna geçtiği The Power of the Dog’u tanımlamak için en doğru kavramlardan biri iktidar. Geçmiş dönemlere olan ilgisiyle bilinen yönetmen bizi bu sefer 1920’lerin Amerikan kırsalına götürüyor. İki kardeşin çiftlik yaşamı sırasında kardeşlerden birinin kocasını kaybetmiş bir kadınla evlenmesi, karısını ve çocuğunu kardeşiyle birlikte yaşadığı eve getirmesi sonrasında yaşananları izliyoruz. Bu saatten sonra evde bazı rahatsızlıklar baş göstermeye başlıyor.

Kardeşlerden Phil oldukça muhafazakâr görünen, arkadaşları arasında dominant karakterde biriyken George onun aksine daha uysal, sabırlı ve cana yakın bir insan. Uzun yıllar beraber yaşayıp çalıştıktan sonra eve hizmetçi dışında birilerinin girmesi, Phil’i ikinci plana itiyor ve bu duruma Phil, Rose ve Peter evlerine girdiği ilk andan itibaren karşı koymaya çalışıyor. Rose’a düzenbaz olduğunu ve George’la parası için beraber olduğunu söylerken, Peter’ı ise kendi ölçütlerine göre bir erkek olarak bile görmüyor, saygı duymuyor. Tüm bunlar evde sürekli bir gerilimin yaşanmasına neden oluyor. Bu gerilime iktidar çatışması diyebiliriz. Aynı ev içine sığamayan insanlar haline geliyorlar. Rose bu çatışma altında eziliyor. Kocasının kardeşi olmasının da verdiği bir frenleme ile kendini savaştan uzağa itmeye çalışırken alkolik halde buluyor. Phil savaşı kazandığını her geçen gün biraz daha hissediyor. Özellikle Phil ve Rose sahnelerine dikkatle baktığımızda iletişimlerindeki sorunu da ciddi bir şekilde görüyoruz. Phil adeta bir hayvanla iletişim kurar gibi Rose’la karşılaşınca ona ıslık çalıyor ya da piyano çaldığı zamanlarda eğlencesini baltalamak ve bir nevi onun evde yalnız olmadığını hissettirmek için kendi müzik aletiyle üzerinde baskı kuruyor.

İşte bu yüzden iktidar çatışması her yerdedir, evin içinde bile! İktidar çatışması gün geçtikçe ilerliyor. Rahatlamak için kendini alkole veren Rose, piyanoda da özgüvenini yaratamadan kaybediyor. Tüm bu olanların hastalık ve ölümle sonuçlanacağı aşikâr dururken devreye oğlu Peter giriyor. Peter bir anda kendini savaşın ortasında buluyor. Çünkü filmin başında da dediği gibi annesinin mutluluğu için her şeyi yapmaya hazır. Aslında filmin başında oldukça duygusal bir tip olarak görünse de zamanla gerektiğinde ne kadar soğukkanlı olabileceğini anlıyoruz. Peter evdeki bu gerilimin ikiliden biri ölene kadar geçmeyeceğinin farkına varınca mükemmel planını işletmeye koyuluyor. Diğer türlü annesini kaybedeceğini anlıyor. Rose bir yandan çökmeye devam ederken diğer yandan bu savaşın en can alıcı hamlesini Phil’in sahip olduğu derileri bir kızıl deriliye vererek yapıyor. O derilerin önemi, yakılacak olmasına rağmen aslında bu iktidar savaşının altında yatıyor. O yüzden bu karara Phil adeta ateş püskürüyor. Aradaki gerilimin hat safhaya çıkması Peter’ı bazı kararlar almaya itiyor.

Peter tabiri caizse düşmanını tanımaya ve onun güvenini kazanmaya koyuluyor. Phil’in eşcinsel yönelimlerinin farkına varıyor. Ata binmeyi kendisine öğreten kişiyle olan olası yaşadıklarını düşünüyor. Onun çıplak erkek fotoğraflı dergisini görüyor, çıplak yüzerken seyrediyor. Tüm bunlar kendisini zaten eşcinsel olarak görmeye eğilimli birinin aklına girmesi için oldukça kolay bir yola dönüşüyor. Hem ona onun yaptığı işleri yapabileceğini göstermeye çalışıp (ata binmeyi öğrenmesi, yeri geldiğinde acımasız olması) hem de onunla yakınlaşarak aklına girmeye başlıyor. Atıyla gidip şarbondan dolayı ölen bir inekten aldığı derileri, filmin finalinde suyun içine koyarak Phil’e veren Peter, Phil’in ölümünü çok zekice planlayıp suçlunun olmadığı bir cinayet gerçekleştiriyor. Bir bakıma annesine de hayat vermiş oluyor. Kıymık sonucu eli yaralanan ve bu yarayı önemsemeyen Phil, o getirilen suya elini sokarak bakterinin kendisine nüfuz edip öldürmesine sebep oluyor. Burada da aslında köpek pençesinin (The Power of the Dog) önemsenmeyecek bir güç olmadığı görülüyor. Power aynı zamanda iktidar olarak da dilimize çevrilir. Zayıf halka olarak görülen köpeğin (Peter) iktidarı ve gücü hafife alınınca ya da en azından gözle görülmeyince sonuçları ağır oluyor.

Jane Campion’dan sakince işlenen harika bir iktidar savaşını finaliyle beraber iyice anlamlandırıyoruz. Bunun yanında geçmiş filmlere yaptığı göndermeleri de oldukça hoş buldum. Mesela The Piano (1993) filminde olduğu gibi piyanosuyla huzur bulamayan bir kadın var yine karşımızda. Yine dikkatimi çeken diğer bir unsur, film boyunca sadece erkekleri çıplak şekilde göstermesi. Bu biraz da sinemada sadece kadın üzerinden çıplaklık sunan yönetmenlere bir salvo. Yine bir filminin daha geçmiş yıllarda geçtiği detayını da vererek diyebilirim ki hem sinemasına sadık kalıp hem de onu geliştiren Campion, bizleri harika bir güç savaşının tanıkları yapıyor.

Puanlama

8.0

8.0
Kullanıcı Oyu: ( 4 oylar ) 6.8

Bir Cevap Yazın