Fahrenheit 451 (1966)
Çatılarda bulunan antenlerin görüntüsüyle başlayan film boyunca, tıpkı 1984 romanında (George Orwell) ve tabi filminde bolca olduğu gibi, kelimelerin anlamları değişmiş durumda. İtfaiyecilerden bahsediyorum, koruma amaçlı olan günümüz itfaiyecileri, bu distopik dünyada cezalandırıcı konumunda ve bunu yaparken de yangını kullanıyor. İtfaiyeci yangını kendisi başlatıyor, hatta görevi bu.
Şahsen, pek çok kitabın içindeki bilginin; bırakın insanı özgürleştirmeyi, insan zihnini köleleştirdiğini düşünüyorum, ancak filmin altını çizdiği noktayı kaçırmamalıyız, insanların yönetilebilmesi için benzer özelliklere sahip olması, hareketlerinin öngörülebilmesi ve devletin beklentisi dışında bir eylemin olmaması gerekir. Bu filmde de benzer şekilde, insan günlük yaşamını anlamsız şekilde meşgul eden bir yapı var. Bu anlamsız meşguliyet, televizyon izlemek ve cinsellik olarak filmde vurgulanmış, günümüzde bu tür araçlar hayatımızda değil mi? Belki b
ir distopyanın içinde yaşamıyoruz, veya içinde yaşadığımız distopyanın farkında değiliz, sen ne dersin Montag?Clarisse ona “Mutlu musun?” diye sorduğunda, Montag’ın aklından şunlar geçiyordu;
“Şüphesiz mutluyum. Ne zannediyor? Mutsuz olduğumu mu?
Bunu sessiz odalara sordu. Yüzündeki gülümsemenin eriyip yok olduğunu, sanki düşlemsel bir mumun uzunca bir süre yandıktan sonra, içindeki don yağının çöktüğünü, mumun söndüğünü hissetti. Karanlıktı. Montag hiç mutlu değildi. Mutlu değildi. Bu sözleri kendi kendine söyledi. Mutluluğunu bir maske gibi takmıştı ve Clarisse maskeyi kapıp çimenlerin üzerinde koşmuştu; gidip kapısını çalarak maskesini geri isteyemezdi. ” (Fahrenheit 451 adlı kitaptan alıntıdır, İthaki Yayınları, syf 32-34)
Böylece filmde Montag’ın çemberin dışına çıkma çabasını görürüz ve ardından btün bir sistemi tüm çıplaklığıyla uzaklardan izleyişini…