Sessiz sedasız filmlerin Edward Norton vari oyuncusu John Cusack‘ten erkek erkeğe dertleşme sayılabilecek hoş bir filmdi High Fidelity. İlginç bir şekilde, erkeğin başrol olduğu romantik komedi tadında izlediğim ilk filmdi de diyebilirim. Rob karakterine hayat veren John Cusack, plakçıda çalışan sessiz ve biraz da melankolik bir adamdır. Müzik haznesindeki coşku özel hayatına hiç yansımamış ve neredeyse tüm ilişkilerini sıradanlığa kurban vermiştir. Şimdiki kız arkadaşı Laura da (Iben Hjejle) kendisini terk edince, ilişkilerini bir film şeridi halinde gözden geçirmeye başlar ve bu esnada film de bize, Rob’un gözlerinden kadın erkek ilişkilerini anlatır.Stephen Frears’ın en iyi filmi olarak gösterilen High Fidelity’de ayrıca Jack Black, Joan Cusack ve Catherine Zeta Jones’u da görmek mümkün.
Özellikle Rob’un monologları filmin akışında önemli yer tutuyor ve ben de bunlardan bir tanesini, filmin mottosu olabilecek şu cümleyi siz sevgili okurlara bildiriyorum:
“What came first, the music or the misery? People worry about kids playing with guns, or watching violent videos, that some sort of culture of violence will take them over. Nobody worries about kids listening to thousands, literally thousands of songs about heartbreak, rejection, pain, misery and loss. Did I listen to pop music because I was miserable? Or was I miserable because I listened to pop music?”
İzlemenizi tavsiye edebileceğim filmler sıralamasında ilk 5te mutlaka High Fidelity vardır. John Cusack’in baygın bakışları altında erkek gözünden bir ilişki analizi, her zaman işlenen bir konu olmuyor.