Ana Sayfa Eleştiriler My Dinner with Andre (1981): Değişmeyen Pratikler, Pratikleşmeyen Değişim

My Dinner with Andre (1981): Değişmeyen Pratikler, Pratikleşmeyen Değişim

My Dinner with Andre (1981): Değişmeyen Pratikler, Pratikleşmeyen Değişim 9.0
0

Tiyatro oyuncusu Wallace’ın, eskiden tiyatro yönetmeni olan arkadaşı Andre ile yıllar sonra bir akşam yemeği için sözleşmesini konu alan My Dinner with Andre, tek mekânda geçen ve hayatın manasını sorgulatırken seyirciyi hipnotize edici alışkanlıklarıyla yüzleştiren bir Louis Malle filmi. Wallace daha filmin başında yemeğe gitmeden önce eskiden zengin ama şimdi fakir bir oyuncu olarak tek derdinin para kazanmak ve rahat yaşamak olduğunu dile getiriyor. Andre ise bazı söylentilere göre mesleğini bırakıp ülke ülke dolaşan, meditasyon ve çeşitli deneysel oyunların içinde kaybolan ve birçoklarına göre aklını kaçırmış olan eski bir tiyatro yönetmeni. Bu buluşmadan önce Wallace’ın kafasında soru işaretleri oluşuyor, nasıl bir halde eski arkadaşını bulacağından emin değil ve açıkçası biraz da çekingen bir halde buluşma gerçekleşiyor. Andre’nin gelmesiyle beraber iki eski arkadaş hayatlarından kesitler üzerine sohbet ediyor ve birbirlerini tekrar tanımanın testine tabi oluyorlar. Farklı iki yaşam biçimine sahip bu iki arkadaşın hayata bakış açısı gün yüzüne bir yandan çıkarken diğer yandan seyirci de sanki masanın 3. misafiri gibi bu gidip gelen fikirler arasında kendine bir yer bulmaya çalışıyor, içine düşülen akarsuyun akıntısına kapılmışçasına doğru zamanda bir dala tutunmanın hevesiyle filme dikkat kesiliyor.

Düşünce saptırıcı etkisiyle veya provokatif olarak tanımlanabilecek bu film ne kadar da sakin ve medite edici bir şekil almayı başarıyor aynı zamanda. Elbette post-modern bir yaklaşımla düşünceden arınmamızı sağlamıyor, tam tersine saf düşünceye yönelmek için bir kışkırtma yaratıyor. Zıt dünya görüşlerinin dahi ortaklaşabileceği bir hakikat varsa Malle onu ortaya koyuyor: hipnotize edici alışkanlıklar ve bu alışkanlıkların çizdiği sınırlar içinde kalan düşünce kalıpları. Günümüzde bu kalıpların ötesinde düşünebilmek daha çok ideolojik bir hal almışken, film meselenin bu tarafıyla pek ilgili değil. Yine de masanın 3. misafiri olarak seyirciyi her anlamda düşünmeye itmesi filmimizin provokatif tarafını ispatlayan önemli bir husus. Andre’nin hayatını ve ailesini bir kenara bırakarak yaptığı ruhani yolculuğu, özünde hayattan birtakım şeyleri taklit eden tiyatrocunun hayatın kendisinin bir taklit üzerine ve tam anlamıyla tiyatroyu anlamsızlaştıracak mükemmellikte bir taklit üzerine kurulu olduğu gerçeğiyle yüzleşmesini konu ediniyor. Düzenli hayatından kaçıp ormanın derinliklerinde tanımadığı insanlarla ortak bir dile dahi sahip olmadan günlerce yaşaması, çeşitli ayinlerin bir parçası olduğu sırada hayatın ritminden uzaklaşması ve hatta canlı şekilde gömülmeye kadar ileri giden, bir şehirlinin oldukça rutini dışına çıkan eylemleri Andre’nin sosyal yapının pratiklerinden kurtulma çabasını özetliyor. Wallace, Andre’nin ayrı ayrı birden fazla filmin senaryosu olabilecek orijinallikteki hikayelerini dinlerken oldukça keyif alıyor. Bunları yapmaya gerek kalmadan sadece dinlemek bile bir anlığına yaşadığı dünyadan başka bir yere ışınlıyor hem onu hem de izleyiciyi. Fakat bu bireysel kaçışın insanı bir başka bunalıma götürebileceği ihtimal dahilinde ve genelin sahip olabileceği bir çözüm yolu olarak sunulabileceği kuşkulu hale geliyor. Çünkü her şeye rağmen liberal motivasyonlarla dolu pratikler dünyası devasa bir şekilde karşınızda duracak ve tam anlamıyla bu buhrandan kaçabilmek için insanlığın azınlık kesimini oluşturan ekonomik rahatlığa sahip olanlar arasında olmanız gerekecek. Böylelikle, sadece hayatta kalmak için yaşayan Wallace gibi milyonların dinlemekle yetinebileceği bir hikayeler silsilesi haline geliyor anlatılanlar. Tüm bu rahatlığa sahip olan Andre’nin bile sevdiklerini, rahatsız olduğu bu dünyadan söküp çıkarması pek ihtimal dahilinde değil ve dönüp dolaşıp bu girdabın içine çekilme şansı oldukça yüksek. Yine de bu sohbetin entelektüel tarafının bir durum tespiti olmakla yetindiğini tekrar belirtelim.

My Dinner with Andre filmi eleştiri

Dolayısıyla önce bu durum tespitiyle devam etmek yerinde olacak. Andre’nin vurguladığı gibi herkesin benimsediği bu ortak yaşam biçimleri şizofrenik bir hale varmak üzere. Birden fazla kimliğimizle gün içinde o kimlikler dünyasının gerekliliklerini yerine getirmek adına aynı şeyleri tekrar edip duruyoruz. Sosyal yapının kuklaları değiliz belki ama bunun böyle olmasının sebebi ayak uydurmamız. İnsanlar farkında olsalar da olmasalar da bu çarkın dönmesini sağlayan ana etmen haline geliyor fakat diğer yandan öyle bir alışkanlıklar silsilesi haline geliyor ki yapılanlar, artık sorgulanmaz bir insan doğasının ürünü hissiyatı uyandırıyor. İki ana karakterin bu fikirler ışığında benzeştiklerini söylemek mümkün. Filmin ikinci yarısı daha çok aykırı oldukları düzlemde ilerlemeye başlıyor. Kısıtlı ve tekrar eden pratiklerimizin vücut bulmuş hali olan ideolojik yapının karşısında durmaya cüret etmek yapılabilecek en makul hareket olması gerekir gibi dursa da bunca insanın bunu yapmaması A. Gramsci’nin dert yandığı gibi bilinçsiz bir halk tabakasından mı kaynaklanıyor yoksa farklı bir nedenle mi yüzleşmemiz gerekiyor? Andre’nin romantik tavrı meselenin sınıfsal boyutunu atlamasına neden oluyor. Hayatta kalmak için pratiklerin ve kabullerin yeniden üretimine ihtiyaç duyan ideolojinin insan üzerindeki olumsuz etkileri yani sonuçları Andre’nin nedenlerine dönüşüyor. Hayatı yaşayamayan tüm insanlar kendilerini ve heyecanlarını hissizleştiren bu yapının yeniden idame ettiricileri olarak varlar. Bunun bilincinde olan Andre, her biri özgün ve hayat dolu deneyimlerinden heyecanla bahsederken arkadaşını aydınlattığını sanıyor. Burada bir Gramsci sendromu olduğu açık. Yalnız Wallace etkileyici bulduğu ve belki de onayladığı bu fikirlerin gerçekleşmesini sağlayamaz. Çünkü o hayatın zor şartları içinde modern dünyanın olabildiğince nimetlerinden faydalanıp hayatı en zahmetsiz ve konforlu nasıl yaşayacaksa onun peşinde. Bu kişilik yapısı sorunun kalan kısmına örnek teşkil edebilir ama Wallace yaptıklarından dolayı tek başına suçlanabilir mi? Yoksa kolektif bir çabanın önemine mi parmak basmak gerekir? Sanıyorum farkındalık eksikliği değil günümüz dünyasının konformist bireylerinin çoğunlukta oluşu bu tartışmanın sonucunu tıkayan nokta oluyor. Wallace adeta S. Zizek’in yarattığı bir karakter gibi çünkü o elektrikli yorganından soğukluğu deneyimlemek için vazgeçmeyecek. Ancak Andre de postmodernist çağın bulanık zihinlerinden birisi. O hiçbir şey yapmayarak ya da hiçliği tek başına deneyimleyerek ideolojik pratiklerden kaçabildiğini sanıyor. Andre, toplumun uyandırılamayacak kadar derin bir uykuda olduğunu söylerken, Wallace ise bunu tiyatro aracılığıyla uyandırmanın imkanını sorguluyor.

Ayrıca İlginizi Çekebilir: 48. Toronto Film Festivali Günlüğü

Zizek’in deyimiyle sinik konformizm kavramı Andre’nin betimlediği insanları özetlemek için biçilmiş kaftan olabilir. Onlar görüyor, anlıyor ama yapılması gerekeni yapmıyorlar. K. Marx’ın ünlü lafı ‘‘Ne yaptıklarını bilmiyorlar ama yine de yapıyorlar.’’ Bir anlamda Peter Sloterdijk tarafından revize ediliyor: ‘‘Ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar ama yine de yapıyorlar.’’ Diğer yandan Andre gibi bireyselliği içinde kaybolan post-truth insanların sahte hakikatin karşısında hakikatsizlik yaratması en fazla bireysel anlık kaçışlarla sonuçlanabilir. İdeolojik yapı kapı gibi orada durmaya devam edecektir. O halde ormanın derinliklerinde kaybolmaktan veya elektrikli yorganı üstümüze örtmekten başka ne yapabiliriz?

Taksiyle evinin yolunu tutan Wallace yol boyunca gördüğü manzaranın nasıl da zihnine işlenmiş olduğunu fark eder. Öyle hayatlar ki yaşadıklarımız, günlük rutinlerimiz görsel ve işitsel zihnimizde devamlı hayat bulmakta. Yıllık iznimizi beklemeden ya da paramızı denkleştirmeyi düşünmeden önce kendimizi sonra dünyanın kalan tüm güzelliklerini deneyimleyebildiğimiz bir yaşam ne kadar da uzak geliyor. Bunun için Andreci bir ruhani arayışa bile ihtiyacımız olmayabilir. Deneyimin anladığımız şekliyle ve basitliğiyle bile oldukça fazla gücü var. Ayrıca hayatımıza amaç ve anlamları kapitalist hırs olmadan da ekleyebiliriz. İnsan bir şeyler yaparak kendisini gerçekleştirebilir. Ancak kapitalizm biz onu terk edince varoluşunun nedeni olan insan doğasına dair ön kabullerini kime anlatabilir? Wallace Andre’ye çoğu zaman hak verse de modernizmin itici gücü kabul edilen kapitalist zihniyete kolay kolay sırtını dönemez. ‘‘Ne yani Batının bilimini bırakıp sadece ruhani arayışlar için Everest’e mi çıkalım?’’. Wallace ideolojik yapının yarattığı yıkımın reddini reddetme ihtiyacı duyar. Belki gelecekte kazanacağı şeyler düşünerek (Elektrikli yorganın varlığı dahi büyük bir nimettir.), belki sadece düzensizliğin belirsizliği yüzünden veya sadece korkutucu ideolojik kaba kuvvetin varlığı onu tepki vermekten alıkoyar. Fakat burada artık ideolojinin sakladığını sandığımız şeyi göstermenin bir anlamı kalmamıştır. Perde çoktan indirilmiştir, yapı farklı motivasyonlarla insanları birbirine bağlarken düşen perdeyi yerden kaldırmaya bile gerek duymaz.  Kapitalizm size olması gerektiğine inandığınız yolda yürümeden önce refleks olarak risk analizi yaptırır. Sahip olunanlar ve olunabilecek şeylerin düzeni hali hazırda varken macera aramak deliliktir. Deliliğin veya aptallığın tanımı da ideolojiktir en nihayetinde. Wallace’ın sohbet öncesi Andre’ye bakış açısı ve sonrasında geçirdiği dönüşüm, bu tanımlamaların altyapısını ayrıca altüst etmiştir.

My Dinner with Andre filmi inceleme

Diğer yandan, bir başka soru: ‘‘Gerçeklik en çok Everest’te mi vardır yoksa New York da en az Everest kadar gerçek midir?’’ sorusudur. Ne yazık ki cevap yine ideolojinin kendisindedir. İdeolojilerin öldüğünü vurgulayan hakim ideoloji, ne kadar az yere bulaşmışsa o kadar özgürlük oralara uğramıştır. Kalanında ise zihinlerin berraklığı kaybolur. Berraklaşan zihinlerin gerçeklik algıları da bozulur. Ormanın derinliklerinde hayatta kalmak için birbirini kollayan iki arkadaş Brooklyn’deki bir apartmanda yabancılaşır. Birinin kimliği apartman görevlisi diğerinin tiyatro yönetmenidir. Artık samimiyet ve hissiyat yerini rutine, alışkanlıklara ve soğuk saygıya bırakır. Yapay bir gerçeklik insanlığın yarattığı birçok dünyanın bileşimi olarak yerini alır. Farkındalık ve kabulleniş, garanticilik ve tembellik ile bir araya gelir.

Son olarak, tüm bu hissiyat eksikliğini hakikat arayışlarına tekrardan yüzümüzü dönerek elde edebilir miyiz? Badiou Mayıs 68 olaylarından bu yana hakikatini çoklukların çokluğu haline getirmişti. Kimlik siyasetine düşmeden sonsuz farklılıkların kabulü üzerine bir hakikat geliştirmişti. Farklılıkları kabul ederek ve siyaseti sürekli değişimin bir parçası haline getirerek bu sohbetlerdeki aydınlanmaların karşılığını bulabiliriz belki de. Hakikate dönüş bize var olandan farklı bir şeyin ihtimalini sunmuş olur. Bir şeye isyan etmek görünüşte imkansız gelen noktalardan ortaya çıkar. Yani özgürleştirici siyaset belli bir ideolojik perdeden -pratikler maskesinden- bakıldığında imkansız gelen şeyi mümkün gösterir. Dolayısıyla hakikate yönelerek hiç ummadığımız bir şeyi inşa etmenin hissiyatıyla dolarız. Uç ideolojilerin tutucu yapısallıklarından sıyrılabilmek pratiklerin dünyasından sıyrılabilmektir. Monotonlaşan hisler, hissizlikle eş değer hale gelince insan elinde kalan son insani tarafı için taksi camının arkasından etrafı izlemeyi bırakır mı? Arendt’in iradesi ve Gramsci’nin bilinci ile Badiou’nun hakikat algısını, hakikat arayışının terkedildiği bir dünyada bir araya getirebilmek değişimi pratikleştirebilmenin en büyük adımı olabilir mi? Andre ve Wallace’ın sohbeti insanı bu noktada sürekli düşünmeye iten harika bir kesittir. Eksik hayatlarımızı ortaya koyma ve konfor alanlarımızı deşifre etme açısından da oldukça değerlidir. Filmin sonu bana hem hüzün hem mutluluk verir. Yakındığı her şeyi 2 dakikalık taksi yolculuğunda tekrar deneyimleyen Wallace, buna rağmen hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı dostluklara ve bakış açılarına sahip olmuştur. Film sanki o an başlıyor gibidir. Zira Wallace ve Andre’nin hayatlarına nasıl devam edeceği muallaktır ama asıl başlayan şey masadan en son ayrılan seyircinin deneyimleyeceği sıkı bir yüzleşme ve idrak sürecidir.

Puanlama

9.0

9.0
Kullanıcı Oyu: ( 0 oy ) 0

Bir Cevap Yazın