Yeraltı (2012): Bir Varoluş Düellosu
‘Yavaş yavaş delirdim, kimse bunu fark etmedi.” – Bir İntihar Notu
”Tanrı yoksa her şey yapılabilir. ” – Dostoyevski
”Sonlu varlığı ile sonsuz varlığı arasına sıkışan insan kendi olma sürecini umutsuzluk içinde yaşar.” – Soren Kierkegaard
Modern insanın gündelik hayatın seyri içerisinde rutin eylemlere sıkışan yaşamı, zaman zaman duygularından kesin çizgilerle tecrit ederek sıralı biçimde gerçekleştirdiği davranış örüntüleri son dönem edebiyatının temel konularından biri olmuştur. ”Bunalım edebiyatı” olarak nitelendirebileceğimiz egzistansiyalist eserlerin bireyin hız ve dinamizmin esiri olarak sürdürdüğü yaşamını -bir an için- durup sorgulaması ve bunun neticesinde iflah olmaz varoluşsal krizlerle baş başa kalmasını anlatan olay örgüleriyle şekillendiği gözlemlenir. Tüm bu eserler ” toplumla çatışan, toplumla çatışmaya lüzum görmeyen ya da yaşamına son vererek bu çatışmayı terk eden” kahramanları bizlere sunar. Peki modern insan olarak tabir edilen bizler bu çatışmanın hangi bloğundayız?
Ayrıca İlginizi Çekebilir: 48. Toronto Film Festival Günlüğü
Yerli sinemanın başarılı yönetmenlerinden Zeki Demirkubuz‘un büyük Rus edebiyatçı Dostoyevski‘nin ”Yeraltından Notlar’‘ romanından serbest biçimde uyarladığı 2012 yapımı ”Yeraltı” filminde kent insanının açmazlarını, kalabalıklar içinde onu delirmeye yaklaştıran yalnızlığını, bunalımlarını ” Muharrem” isimli karakter aracılığıyla gözlemleriz. Muharrem bireysel ve toplumsal yaşamında normal bir insan olma gayretini gösterse de her seferinde varoluşunun duvarlarına çarpacak ve hiçbir deneyimi onu bu korkunç buhrandan kurtaramayacaktır. Filmde sarf ettiği şu ilginç cümle hem çabasını hem de başarısızlığını ortaya koymaktadır: ”İyi olmak istiyorum ama bırakmıyorlar, iyi olamıyorum.”
Bürokrasinin/memuriyetin kesin izleklerini karakterlerle örtüştüren yönetmen, ‘Muharrem’i Ankara’da yaşayan bir memur olarak karşımıza çıkarır. Alelade bir apartmanın üst katında yaşayan Muharrem’in film süresince diyalog kurduğu insanlar evine temizliğe gelen Türkan, kendisini dışlayan birkaç arkadaşı ve günübirlik ilişki kurduğu bir hayat kadınıdır. Muharrem hepsi üzerinde de bir etki kurmaya çalışacak ama kafasındaki etik algısıyla örtüşmeyen bu karakterlerle herhangi bir bağ kuramayacaktır. Bu bağsızlık ve zaman zaman hiçliğe dönüşen benlik algısı Muharrem’i oyun dışı bırakacaktır.
Yönetmenin bir isim vererek karşımıza çıkardığı kahraman, toplumda sadece ismiyle varolan, bireysel ve isterik eylemleriyle ise toplum dışı olan bir insandır. Modern varoluşçu romanlarda çoğu kez isim verilmeyen kahramanları ya da ” Bay C.” ”A.” gibi isimlerinin baş harfleriyle anılan kahramanları görürüz; yazarların bu seçimleri esasen kahramanın toplumdaki silikliğine, isimsizliğine, varlıksızlığına yapılan bir göndermedir. Nitekim Muharrem bir isme sahip olsa da toplumun iki yüzlü yaşam anlayışıyla, menfaatlerle şekillenen düzeniyle barışamaz. Zaman içerisinde direnişi gücünü yitirir ve akışta anlamsızca sürüklenir: ”Akıllı bir adam kendine karşı acımasız değilse gururlu da olamaz. Bense sınırsız gururum yüzünden kendime artık hiç acımıyor, nefret edercesine küçümsüyor, herkesin de bana aynı gözle baktığını düşünüyordum”
Muharrem’in birbirine benzeyen günleri içinde insanlara zaman zaman cinayet işleyecek kadar öfke duyması, zaman zaman onları görmezden gelerek toplumdan ve onun değerlerinden kaçıp özgürleştiğini sanması filmdeki esas çatışmaları yaratır. Nitekim bir sabah işe giderken şu cümleleri sarf edecektir: ”Sabah üstümde cinayet işleyecekmiş gibi bir ağırlıkla uyandım. Beynimin içinde bir şey vınlayarak uçuyor beni durmadan uyarıyordu. Giderek kendime olan güvenimi kaybediyordum.”
Muharrem, -Freud- eksenli düşünüldüğünde insanda doyurulmadığında isteri nöbetleri yaratan ”İD” nedeniyle kadınlarla kimi zaman sonrasında kendisine nedametler getirten cinsel bağlar kurar. Nitekim bu bağlar sevgiden yoksun, sadece ihtiyaçlar doğrultusunda gelişen köksüz bağlardır. Muharrem en sonunda bir hayat kadınıyla beraber olacak, kadın kendisinin saçlarını okşadığında şefkatin sarsıcılığıyla gözyaşları içinde kalacak ama yine de bu bağsızlığından vazgeçmeyecek, kadınla daha sonrasında sağlıklı bir ilişki kurmayacaktır.
Komedi film ve dizileriyle zihnimizde yer eden Engin Günaydın filmde dramatik bir karakter olarak karşımıza çıkarken bayan hisli yüz olarak tabir edilebilecek Nergis Öztürk de bu dramatizasyonda etkin bir kadın kahraman olarak kendini gösterir. Filmde müzik geri planda kalmış, filmin genel seyri kahramanın ruhsal olarak sert notalarla değişimi-dönüşümü ve akışa teslimiyeti ile müzikal bir görüntü halini almıştır.
”Acı en üst sınırına ulaştığında, alçakçasına zayıflamaya, yerini daha önce hiç tatmadığım cinsten başka bir duyguya bırakmaya başladı.
Kendini olanca şiddetiyle hissettiren, diş ağrısına benzeyen, kısmen zevkli bir duygu. Birden başıma gelen tüm felaketlerin nedeninin bu olduğunu anladım.
Artık değişemeyeceğimi, bunu kendimin de istemediğini, başka bir adam olamayacağımı söylüyordu… ”
Değişmeye zorlanmak, değişimi reddetmek ve artık değişimi hiç istememek üçlemesiyle şekillenen bir film… 1 saat 47 dakikalık bir varoluş düellosu… İyi seyirler…