Ana Sayfa İnceleme Nuh Tepesi (2019): Oğullar ve Kamburları

Nuh Tepesi (2019): Oğullar ve Kamburları

Nuh Tepesi (2019): Oğullar ve Kamburları 6.0
0
Cenk Ertürk’ün yazıp yönettiği ilk uzun metraj olan Nuh Tepesi, dünya prömiyerini yaptığı Tribeca Film Festivali’nde En İyi Aktör ve En İyi Senaryo ödüllerine layık görülmesinin ardından Adana’da Altın Koza dahil olmak üzere dört ödül kazanmıştı. Ali Atay’ın tescilli performansına Haluk Bilginer, Mehmet Özgür ve Hande Doğandemir’den oluşan oyuncu kadrosunun eşlik ettiği film; yakın dönem Türkiye sinemasında başarısı tasdiklenmiş bir formülü (en yakın örnekler Ahlat Ağacı ve Bozkır) erkeklik, inanç ve bürokrasi gibi temalar aracılığıyla uygulayarak sorunlu bir baba-oğul ilişkisi üzerinden coğrafyamızın sosyokültürel analizini sunuyor. Babalar ve oğullarına odaklanan hikâyelerin günümüzdeki popülerliği ile hem küresel hem de yerel siyasette otoriter rejimlerin yükselişi arasında bir paralellik bulunduğunu belirten Cenk Ertürk, projenin altı yıl süren hazırlık süreciyle doğru orantılı olarak ortaya koymayı başardığı olgun yönetmenlik dolayısıyla tebriği hak ediyor. Teknik kalitesi sayesinde ilk film acemiliğini seyircisine hissettirmemeyi başaran yapım; Yorgos Lanthimos filmlerinden tanıdığımız, aynı zamanda Sivas (2014) ve Ana Yurdu (2015) gibi yerli yapımlarda da çalışmış Yorgos Mavropsaridis imzalı kurgusuyla da dikkat çekici.

‘’Yıllar önce ailesini ardında bırakarak aşık olduğu kadının peşinden Paris’e giden İbrahim, köyündeki tepeye kendisinin diktiğini iddia ettiği bir ağacın altına gömülmek isteğiyle oğlu Ömer’den yardım ister. Ölmek üzere olan babasının son arzusunu kabul eden Ömer ise hamile olan eşinden boşanma aşamasındadır. Köye vardıklarında yerel halk tarafından ağaca kutsallık atfedildiğini fark eden baba ve oğul, bir yandan geçmişleriyle hesaplaşırlarken diğer yandan da muhtarın ve köylülerin inançlarına ve ekonomik çıkarlarına ters düşen amaçlarını gerçekleştirmek için bürokratik bir mücadeleye girişeceklerdir.’’


Nuh Tepesi’nin ana eksenini oluşturan İbrahim ve Ömer arasındaki gerilim, sadece bir ebeveyn ile çocuğunun karmaşık bağını resmetmekten ziyade film boyunca bireyin iktidar aygıtları ile kurduğu ilişkilerin temsiline de imkân tanıyan bir kaynak olarak kullanılıyor. Bu sembolik anlatı, İbrahim’in kendi iradesi uğruna bir anlamda kurban ettiği oğlu Ömer’in adaleti tesis etme inadıyla birleşerek karakterlerin isimlerine kadar sinmiş durumda. Ömer açısından bakıldığında, çocukluğu boyunca babasının yokluğunun açtığı yaralar, iyileştirici bir etki göstermesi beklenen gecikmiş ailevi birleşme yolunda karşılaşılan bürokratik engeller nedeniyle politik ve kültürel iltihaplara bulanıyor. Muhtar karakterinde vücut bulan itaate dayalı hiyerarşik düzenin yarattığı baskı kişisel hayatındaki sorunları toplumsal alana taşıyarak Ömer’i bir kez daha çaresiz bırakıyor. Terapi niteliğinde bir ritüel olarak babanın defni ve bu süreçte yerine getirilmesi zorunlu olan vasiyetin uygulanışı, toplumsallığın teminatını sağlayan siyasal erk tarafından kısıtlanarak bireyi kurallara uyduğu takdirde içinden çıkmasının imkânsız olduğu bir çatışmaya sokuyor. Nuh Tepesi, bu çelişkiler yumağının kişisel boyutuna yönelik ayrıntılı ve tutarlı bir gözlemin ürünü olması bakımından oldukça başarılı. Fakat muhtarın konumlandırıldığı pozisyon ile bilinçli bir şekilde muğlak bırakılmış motivasyonu arasındaki uyuşmazlık büyük bir sorun yaratıyor. Kurnaz ve sinsi bir feodal otorite izlenimi veren muhtarın ağaca verdiği değerin samimiyeti sorgulanmaya açık. Karakteri canlandıran Mehmet Özgür’ün Antalya Film Festivali’ndeki söyleşide belirttiği üzere sorumlu olduğu köyün ve burada yaşayan insanların refahını düşünerek hareket ettiğini kabul edersek, muhtarın haklı ya da daha hafif tabirle sevimli gösterildiği her sahne otomatik olarak din ve inanç sömürüsüne dair bir onay da içeriyor. Bu mantıksal çıkarımı, daha da tehlikeli bir ima, siyasi figürlerin çoğunluğun yararı için hukuktan azade hareket edebilecekleri fikri takip ediyor. Dolayısıyla karakter motivasyonlarına yönelik belirsizlik kurgusal bir tercih olarak seyircinin filmle kurduğu ilişkide farklı izahlara olanak sağlaması sebebiyle avantajlı olmakla beraber, yol açtığı alt metinlerin içerdiği mesajlar düşünüldüğünde şüpheli bir sonuç yaratıyor. Bu nedenle belki de İbrahim ile muhtar arasındaki ağaç anlaşmazlığını mülkiyetin sahipliği bağlamında değerlendirmek daha doğru olur.

Üretilen, yetiştirilen bir değerin bireye mi topluma mı ait olduğu tartışması, filmde üstü kapalı bir biçimde sorgulanan konulardan bir diğeri. Uzun zaman önce köyü terk eden İbrahim, ağacı diken kişi olsa bile, onu sulayıp bakımını yapan kişi kendisi olduğu için muhtar ağacın sahibi olduğunu iddia edebiliyor. Aynı sorunsal üzerinden Ömer ile ağaç arasında kurulabilecek benzerlik de ilginç okumalara gebe. Ömer, hayatı boyunca yaşadığı zorlukların sebebi olarak gördüğü babasını, kendisinin agresif ve sorunlu bir karaktere dönüşmesinin ana sebebi olmakla suçlarken içinde yaşadığı toplumun etkisini ve onu şekillendiren sosyopolitik ve kültürel unsurları göz ardı ediyor. Bu anlamda Nuh Tepesi, bürokrasiyi bir katalizör olarak kullanıp; bireyin, yetişme sürecinde ait olduğu coğrafyanın kendi üzerindeki görünmez etkisiyle yüzleşme hikâyesini anlatıyor.



Filmde ilgi çeken bir diğer karakter ise köy imamı Ahmet. Son yıllarda birçok yerli yapımda (
Ahlat Ağacı, Kelebekler, İtirazım Var…) karşılaştığımız cana yakın ve sağduyulu din adamı tiplemesi Nuh Tepesi’nde de kendine yer bulmayı başarmış. Yakın dönem Türkiye sinemasındaki bu sempatik imam fetişinin nedeni düşünülünce ilk olarak anlatılan hikâyelerdeki belirli temalar (din, inanç vs.) sebebiyle gelmesi muhtemel tepkilere yönelik bir defans mekanizması akla geliyor. Ancak Cenk Ertürk, senaryoyu yazarken karakterlerine şefkatle yaklaşmayı hedeflediğini belirtirken, Orhan Pamuk’a referans vererek bu tercihini gerekçelendiriyor. Günümüz Türkiyesi’nin dinamikleri göz önünde bulundurulduğunda inandırıcı ve tutarlı karakterler yazmayı birincil amacı olarak ifade eden yönetmenin maalesef bu karakter özelinde iyimserliği nedeniyle başarılı olamadığını söylemek gerek. Fakat genel anlamda Ertürk’ün hümanist yaklaşımı, seyircinin deneyimli fakat dikkatsiz bir sinemacının elinde yüzeyselleşme tehlikesi barındıran bu hikâye ile yoğun bir empati kurmasını sağlamakta. Yönetmen, Ömer’in babası ve eşi ile yüzleştiği titizlikle yazılmış sahneler aracılığıyla her karakterin perspektifini ayrı ayrı sunarak tarafsız bir yaklaşım sergilemiş. Bütüne bakıldığında filmin, Ömer’in eşi Elif’in filmdeki tek kadın karakter olmasıyla paralel bir biçimde ataerkil toplum yapısına yönelik örtük bir eleştiri barındırdığını da iddia etmek mümkün. Siyasal ve sosyal itaat beklentisinin cisimleştiği bir form olarak erkeklik, nesilden nesile aktarılan belirli davranış biçimleri aracılığıyla İbrahim ve Ömer’in geçmiş ve gelecek ile alakalı tercihlerinde açığa çıkıyor. Ömer’in pratik faktörleri hesaba katmadan doğacak çocuğunun velayetini almaya çalışması babasının hatalarını tekrarlamamak adına verilmiş radikal bir karar olsa da, bu telafi çabasında dahi Elif’in tercihlerinin göz ardı edilmesi ataerkil toplumlarda cinsiyet rollerinin yarattığı kördüğümü gözler önüne seriyor. Final sahnesinde babasını bir kambur gibi sırtında taşıyan oğul imajı bu bağlamda son derece çarpıcı. Sonuç olarak Nuh Tepesi, atalarının kusurlarını yüklenen erkeklerin hâletiruhiyesini kusursuza yakın bir biçimde görselleştiriyor ama bu sorunun çözümüne dair herhangi bir öneri getirmek konusunda fazlasıyla ürkek.

Puanlama

6.0

6.0
Kullanıcı Oyu: ( 3 oylar ) 9.4

Ziya Aydı 1993, Bursa doğumlu. Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu. Lisansüstü eğitimine Belçika’da devam ediyor. Film izliyor, düşünüyor, eleştiriyor, arada bir de şiir yazıyor.

Bir Cevap Yazın