Se7en (1995)
Yedi Ölümcül Günah kelime öbeğini hayatımızın bir yerinde duymuşuzdur. Genelde duyguları yansıtır bu günahlar. Biz bu duyguların gerçek hayatta, farklı biçimlerde ve olaylarda somutlaşmış halini görürüz. Peki nedir bu 7 günah? Bu günahların Latince yazılışlarının baş harfi birleşince ortaya SALIGIA kelimesi çıkar. Aynı zamanda bu kelimenin literatürdeki karşılığı 7 ölümcül günahtır. Tek tek sayacak olursak: Açgözlülük, kibir, kıskançlık, öfke, tembellik, şehvet düşkünlüğü ve oburluk. Düşününce bu duygulardan en az birine yenik düşmeyen yoktur. Bunun çıkışı çok eski tarihlere dayansa da sık sık bahsedilen ve günümüze kadar gelmesini sağlayan şey Dante’nin İlahi Komedya’sıdır.
Filmimiz Seven ise 7 ölümcül günahı konu alıyor. Emekliliğine sadece 7 gün kalan Dedektif Somerset ile onun yerine gelen Dedektif Mills, Somerset emekli olmadan önce bir cinayette birlikte çalışıyorlar. Sıradan bir cinayet gibi görünse de sonradan olay oldukça ilginç bir hal alıyor. Tecrübeli dedektifimiz Somerset ise bu cinayetin bazı önemli kaynaklarda bahsedilen 7 ölümcül günah ile ilgili olduğunu ve cinayetlerin hız kesmeden devam edeceğini anlıyor. Ki öyle de oluyor. Her biri ayrı ayrı “günah”ları temsil eden bu cinayet zinciri izleyenleri son ana kadar germeye yetiyor hatta yetmekten fazlasını yapıyor.
Filmin iki ana karakteri olan Somerset ve Mills’i sırasıyla o zamanlar da usta oyuncu olan Morgan Freeman ve oyunculuğunun zirvesini yaşayan Brad Pitt canlandırıyor. Morgan Freeman sergilediği sakin tavır ile filme bir dinginlik kazandırıyor. Brad Pitt ise telaşlı bir yapıya sahip. Onun olduğu sahnelerde genel bir gergin hava hakim oluyor.
Yönetmen David Fincher filmlerinde genel atmosferi her zaman sürpriz sonlar üstüne odakladı. İzleyiciyi bir anda vurmak istedi ve bunda hep başarılı oldu. Seven ile beraber aynı zamanda Fight Club’da ve Gone Girl’de de bunu yaptı. Se7en gizemli bir sona ve seri katile odaklanan bir film olduğu içindir ki Fincher filmde karanlık ve yağmurlu sahneler üstünde duruyor. Bu tip sahneler filmin başından nerdeyse sonuna kadar var. Böyle yaparak izleyici filmin içine çekmeye çalışıyor.
Yazının bundan sonrası sürprizbozanlar içerir.
Se7en’ın potansiyelinin üstüne çıkmasının en önemli nedenlerinden bir tanesi filmin büyük kısmında seri katili oynayan John Doe adlı karakterin yüzünün hiç görülmemesidir. “Bizi bu kadar geren acaba kim?” sorusunu bir kaç kez sorduktan sonra Kevin Spacey olduğunu öğreniyoruz ve onu bu role oldukça yakıştırıyoruz. Yine 1995 yılında oynadığı Usual Suspects ile alkışları toplamış, 1999 da ise American Beauty ile kariyerinin zirvesine ulaşmıştır. Seven’da oynadığı sosyopat seri katil rolü Kevin Spacey’in anatomisine ne bir beden büyük ne de bir beden küçük duruyor. Sergilediği oyunculuk ile filmin gücüne güç katıyor.
Filmin karanlık temasına ve gerilimine çok büyük oranda katkı sağlamasa da Se7en’ın müziklerinin birçok unutulmaz film müziğinin altına imzasını atmış olan Howard Shore’a ait olduğunu söylemekte fayda var.
Se7en neredeyse dört dörtlük bir film. İzleyip de kült kategorisine sokmayan nerdeyse yoktur. Film için tek bir olumsuz taraf söylenebilir. Bütün film boyunca meraklandıran bir yapım olmasına rağmen bir süre sonra nerdeyse tahmin edilebilir bir biçime bürünüyor. Son sahne ise 2 veya 3 olasılığa indiriliyor. Fakat David Fincher son sözü kimsenin söylemesine fırsat vermiyor. Film; vizyona girmesinin üstünden 20 yıl geçmesine rağmen etkileyiciliğini korumayı başarıyor. İzlemeyenler için bulunmaz hint kumaşı niteliğinde. İyi seyirler.