Ana Sayfa İnceleme Shi (2010): Azgınlık ve Güzellik, İnsanlık ve Şiir

Shi (2010): Azgınlık ve Güzellik, İnsanlık ve Şiir

Shi (2010): Azgınlık ve Güzellik, İnsanlık ve Şiir 7.4
0

“Nasıl başa çıkar bu azgınlıkla güzellik
Bütün gücü bir çiçeğin açışı kadarsa eğer”
   William Shakespeare

Kentin yoksul mahallelerinden birinde kıt kanaat geçinen, torunuyla birlikte yaşayan altmışlı yaşlarda bir kadın olan Mija bir gün kolunun uyuştuğu bahanesiyle hastaneye gider. Doktora, koluyla ilgili sorunun yanı sıra son zamanlarda unutkan olduğunu, bazen kelimeleri dahi hatırlayamadığını söyler. Hastaneden çıkarken acıdan, üzüntüden kıvranan, delirmenin eşiğine gelmiş bir kadını görür. Bir süre sonra da kadının lise öğrencisi olan kızının intihar ettiğini ve torunu Wook ile aynı liseye gittiğini öğrenir. Torununun arkadaş grubunun ebeveynleriyle olan yemekte intihar olayının gerçek yüzü ortaya çıkar. Wook’un da aralarında bulunduğu altı kişi Agnes’e öldüğü güne kadar aylarca tecavüz etmiştir. Ebeveynler bu olayın kızın ailesine para vererek örtbas edilmesini ister. Şiir (Shi) bir yandan bu olaya odaklanırken diğer yandan da Mija’nın şiir sanatıyla olan ilişkisine odaklanır.

İlk filmini 1997’de çeken Güney Koreli yönetmen Lee Chang-dong’un Cannes Film Festivali’nde en iyi senaryo ödülü kazanan kariyerinin beşinci uzun metrajlı, son filmi Şiir huzur verici görüntülerle başlar. Nehir, suyun sesi, ağaçlar, güneşli bir hava, kuşların sesi ve oyun oynayan çocukların sesiyle huzurlu bir atmosfer hakimdir. Ancak bu huzurlu atmosfer kısa sürede bozulur. Nehirde üzerinde lise üniforması olan bir kızın cansız bedeni sürüklenir. Başlangıçta tasvir ettiği huzurlu yaşamdan sonra insanın yazgısı olan ölüm karşımıza çıkar. Sanki yönetmen yaşarken hayattayken bu yazgıyı unutmamamız gerektiğini söylemek istemektedir.

Altmış altı yaşında yüzünden gülümsemesini eksik etmeyen Mija geçinebilmek için de hasta bakıcılığı yapmaktadır. Bir gün hastaneden çıkarken acıdan kıvranan bir kadını görür. Liseli genç bir kız köprüden atlayıp intihar etmiştir. Mija daha sonra bu durumdan hasta bakıcılığı yaptığı adamın gelinine, kadının çalıştığı markette bahseder. Daha doğrusu bahsetmeye çalışır. Çünkü insanlar gündelik yaşamın telaşına, kendi işlerine o kadar yoğunlaşmışlardır ki Mija’nın bahsettiği intihar olayını duymazlar bile. Albert Camus bu konuyu balyoz gibi indirmiş, insanların yüzüne çarpmıştır. Sisifos Söyleni adlı denemesinde şöyle der: “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir. Gerisi, dünyanın üç boyutlu olup olmadığı, düşüncenin dokuz mu, yoksa on iki ulamı mı bulunduğu, sonra gelir” (Camus, 2015: 21). Camus’ye göre yalnızca çabalamaya değmez demektir kendini öldürmek. Sağlam insanlar arasında bile kendi intiharını düşünmemiş bir kimseye rastlanamaz (Camus, 2015: 23-24). Mija’nın markette anlatmaya çalıştığı liseli kızın intiharı konusunda kimsenin onu dinlememesi Camus’nün (Camus, 2015: 33) ölüm konusundaki şu sözlerini hatırlatır: “Gene de herkesin sanki hiç kimse bilmiyormuş gibi yaşamasına ne kadar şaşılsa azdır.

Mija’nın otobüs durağında gördüğü bir afiş onu geçmişine götürür, belleğini tazeler. Öğretmeninin elli yıl önce söylediklerini hatırlar. O dönemlerde şiir yarışmalarına katılan Mija’ya öğretmeni günün birinde şair olacaksın demiştir. Bunun üzerine şiir kursuna katılır ve bir şiir yazabilmek ister. Ancak neden yazmak istediğini kendisi de tam olarak bilmez. Kursta öğretmeninin ilk derste anlattıkları ise görmeyi yeniden öğrenmek, bir şeye bakmakla geçiştirmemek gerçekten görmek üzerinedir. Edmund Husserl’ın fenomenolijsini akla getirir. Bunun üzerine Mija eve gittiğinde öğretmeninin söylediklerini yapmaya çalışır, şeyleri yeniden görmeye, düşünmeye çabalar. Evinin önündeki ağaca bakar, görmeye çalışır kendi deyişiyle fısıldadıklarını duyabilmek için. Ancak bu konuda başarısız olur. Elmaya bakarken “bakacağıma yerim daha iyi” der. Çünkü henüz Mija’nın içinde bir şeyler yoktur, içinden net bir şey gelmez. Hatta kursta hocasına ilham ne zaman gelir, ne kadar denersem deneyeyim bir türlü gelmiyor der. Şiir yazmak bu tarz kalıplarla çözülebilecek bir mesele midir? Yaşama aklın yanı sıra gönül gözüyle de bakabilmek gerekmez mi? Kendini hayata açıp bu gözle de bakabilmek, görebilmek, hissedebilmek.

Mija aslında aklın yanı sıra gönül gözüne de sahiptir fakat bunu kendisi de bilmemektedir. Kurstan çıktığı bir günde torunu Wook’un ebeveynleriyle görüşür. Görüşmede intihar eden Agnes’in intihar sebebini öğrenir. Torununun da aralarında bulunduğu altı kişi Agnes’e intihar ettiği güne kadar aylarca tecavüz etmiştir. Başlangıçta iki kişinin başlattığını zaman geçtikçe diğerlerinin de dahil olduğunu öğrenir. Ebeveynler ölen kız sözde üzüldüklerinden bahseder ancak şu anda oğullarımızı düşünmek daha önemlidir der. Herkes bu olayı örtbas etmek ister oğullarını düşünen ebeveynler ölen kızın ailesine para ödeyip susturmak ister. Okul yönetimi okulun adının çıkmaması için bu olayı göz ardı etmek ister. Aynı şekilde polisler de soruşturma açmak istemez. Herkesin vicdanı susmuş gibidir. Sadece Mija intihar eden kızın acısını hissedebilmektedir. Nitekim konuştukları sırada, ebeveynlerin soğukkanlı konuşmalarına katlanamaz dışarı kaçarcasına çıkar. Bu olay aracılığıyla hayatın sert yüzü, kötülük problemi karşısına çıkmıştır. Dışarı çıktığında çiçeklerle ilgilenir. Horozibiği çiçeğinin dilindeki anlamdan bahseder, ona göre bu anlam bizi koruyan bir kalkandır. Mija da acıya kalkan olarak güzelliği seçmiştir. Mija ebeveynleri anlayamaz, torununun hiçbir şey olmamış gibi davranmasını, vurdumduymaz tavırlarını anlayamaz. Acıyı gerçekten hisseden sadece Mija gibidir. Anton Çehov’un “Bunalım” adlı öyküsündeki Vasilyev karakterini hatırlatmaktadır. Vasilyev’in de yüreğinde başkalarının çektiği acıya karşı ince, olağanüstü bir duyarlılığı vardır. Ruhunda başkalarının acısını yansıtan, gözyaşı görünce ağlayan, başkasının acısına kayıtsız kalamayan biridir. Bu tavırlarından dolayı arkadaşları ona enayi demektedir. Arkadaşlarının ve aklını kaybettiğini düşündükleri için getirdikleri doktorun kendisinin bahtsız olarak nitelendirdiği hayat kadınları hakkındaki soğuk konuşmaları ona garip gelir. Doktor ve arkadaşlarına şöyle der: “Gene de aklımın almadığı bir şey var. İki fakültede okumuş olmamdan dolayı bana kahraman gözüyle bakıyorlar. Üç yıl sonra bir köşeye atılıp unutulacak bir tez yazdığım için de öve öve göklere çıkarıyorlar. Ama düşmüş kadınlardan şu sandalyeler gibi soğukkanlılıkla konuşamadığım için beni deli yerine koyuyor, tedaviye çalışıyor, bana acımaya kalkıyorlar” (Çehov, 2006, 241-247).

Ölen kızın acısını derinden hisseden Mija da kilisedeki törene gider ancak daha fazla dayanamaz ve ağlayarak kiliseden çıkar. Yüzündeki eski neşe kalmamıştır. İnsanlığın bütün acımasızlığı karşı şiirle direnmeye çalışır. Gittiği şiir dinletisinde bir kadın ona “eğer hissedebiliyorsan şiir yazabilirsin” der Mija da hisseder, Agnes’in acısını derinden hisseder ama bir türlü dile getiremez. Daha fazla hissedebilmek için de kızın intihar ettiği köprüye gelir, herkes hesap kitap peşindeyken o Agnes olmaya, daha iyi görüp hissetmeye çalışır.

Filmin ilerleye dakikalarında diğer ebeveynler tarafından Agnes’in annesini ikna etmek için yaşadığı yere gidip onunla konuşmaya zorlanır. Ancak Alzheimer hastalığı ve gittiği çiftlik evinin güzelliğinden etkilenerek oraya gitme sebebini unutur.

Mija vicdanının sesini bastıramaz acının ağırlığı altında her geçen gün daha çok ezilmektedir. Belki de torununu sınamak, bu olaydan dolayı acı çekip çekmediğini görebilmek için daha önce kiliseden çaldığı Agnes’in fotoğrafını yemek masasının üzerinde bırakır ancak Wook vurdumduymaz bir halde televizyon izlemeye devam eder. Kendi üzerine düşen, ödemesi parayı bulduktan sonra diğer ebeveynlerle buluşan Mija kızın ailesinin ikna edildiğini, parayla susturulduğunu öğrenir. Hatta bundan dolayı küçük bir kutlama partisi dahi yapmaktadırlar. Olan bitenleri unutmuş gibidirler ya da unutmaya çalışmaktadırlar. Oysa Karl Jaspers’e göre unutmak ihanettir.

Ağır ağır ölür alışkanlığın kölesi olanlar/ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler/ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde” incelik” taşımayanlar/(…) anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir (Aktaran, Savaş, 2017, 181)

Kötülük de, çirkinlik de vardır bu dünyada; nasıl iyilik ve güzellik de varsa. Kötülükle, çirkinlikle, zorbalıkla baş etmenin tek yolu iyiliği, inceliği, güzelliği var etmek. Çirkinliğin, kötülüğün karşısına güzeli-güzelliği koyan her insanın, şair olsun olmasın sanat ile sanatçı ile ortak bir kimliği, duruşu da paylaştığını söyleyebiliriz (Savaş, 2017: 180) Vicdanının sesini bastıramayan Mija şiir dinletisine katılan bir polise torununu ihbar eder. En sonunda şiirini de yazmayı başarır. Kanlı canlı bir insan olarak kalmayı başarabilmiş, şair ruhlu olarak kalabilmiştir. Vicdanının, ruhunun acısını şiire dönüştürebilmeyi başarmıştır. Şiir sevgisini, güzelliğin peşinde koşmak olarak gören Mija azgınlığın karşısında direnebileceği, tutunabileceği tek şeyin güzellik olduğunun, şiir olduğunun farkındadır. Nitekim onun yaptığı, yapabildiği, elinden gelen budur. Azgınlığa, hayatın salvolarına, insanlığın darbelerine karşı “gücü bir çiçeğin açışı kadar” olmasına rağmen şiiri koymuştur. Çünkü tek yapabildiği budur.

Filmin sonunda kursa katılanlardan şiir yazabilen tek kişi Mija’dır. Kursa katılanlardan biri şiir yamanın çok zor olduğundan bahseder. Oysa öğretmene göre zor olan şiir yazmak değil onu yazacak yürektir. Akıl insanın her şeyidir ancak gönül gözüne de sahip olabilmek, insan kalabilmek de gerektir. Yazılan şiiri de vermek daha faydalı olacaktır.  

Hava nasıl oralarda?   
Issız mı yine?
Günbatımı hala ateş kırmızısı mı?

Orman yolundaki kuşlar şarkı söylüyorlar mı?   
Yollamaya cesaret edemediğim mektubu kabul eder misin?  
Söylemeye cesaret edemediğim itiraflarımı dinler misin?
Zaman geçecek mi? Güller solacak mı?  
Şimdi elveda deme vakti.  
Esip geçen yel gibi, gölgeler gibi. Tutulmamış sözlere  
Sonsuza mühürlenmiş aşklara
Bileklerimi öpen çimenlere ve beni takip eden küçük adımlara  
Elveda deme vakti.
Karanlık çöküyor sanki   
Yeniden bir mum yanar mı?
Kimse ağlamasın diye ve seni ne çok sevdiğimi bil diye, dua ediyorum.
Sıcak bir yaz gününün ortasında uzun bir bekleyiş…

Babamın yaşlı yüzüne benzeyen uzun bir patika
Yalnızlık bile yabani bir çiçek gibi ürkek, yüzünü çeviriyor.

Nasıl sevdim seni.  
Sessiz şarkını duyunca nasıl da titredi kalbim  
Dualarım seninle  
Kara nehri geçmeden önce, ruhum son nefesiyle
Parlak bir günün hayalini görmeye başlıyorum.  
Tekrar uyandığımda, ışıktan gözlerim kör. Seni buluyorum. Yanı başımda duruyorsun.

Filmin başındaki cıvıl cıvıl, hayat dolu, güler yüzlü kadın gitti, gülümsemesi ağır ağır silindi o gülümseme silindikçe vicdan ortaya çıktı, acı göründü, adalet göründü, şiir ortaya çıktı. Filmin sonunda Mija’nın sesinden şiiri dinlerken, Agnes’in sesi şiiri okumaya devam eder. Kalpleri, ruhları artık birleşmiştir. Başladığı gibi nehirde son bulur film. Hayatın döngüsünü hatırlatır. Bu döngüde yoluna devam edenler olduğu kadar azgınlığa, salvolara dayanamayıp düşenler, kurtuluşu düşüşte görenler de olur.

Sonuç olarak Şiir filmi Camus’nün şu sözlerini de hatırlatır: ölüm herkesin başında, ama herkesin ölümü kendine göre. Olsun, güneş gene de ısıtıyor kemiklerimizi (Camus, 2016: 38). Diye düşünmekten kendimizi alamayız. Gücü bir çiçeğin açışı kadar da olsa, azgınlığın karşısında direnebilmek için elimizde şiir vardır, sanat vardır. Filmde Mija’nın yaptığı gibi kalkanımız yanımızda olmalıdır. Nietzsche bu konuda şöyle der: “Hakikat yüzünden ölmemek için elimizde sanat var.” Ülkü Tamer’e göre ise “çocuğun savunmasıdır” şiir. Bataklıkta debelenmemek için başka çaremiz yoktur.

Filmin üzerinde durduğu bir diğer konu da vicdan meselesidir. Adaleti, dolayısıyla insanlığımızı kaybetmemek için vicdanımızın sesini dinlemekten bir gün olsun vazgeçmemeliyiz.

Şiir genel olarak intikam temalı ya da korku filmleriyle ön plana çıkan Güney Kore sinemasında biraz ayrıksı bir yerde durmaktadır. Ele aldığı vicdan, adalet, şiir ve insan ilişkisi, insanca kalabilmek için sanat gibi konularla, gereksiz duygusallığa başvurmayan anlatımıyla başarılı bir filmdir.

KAYNAKÇA

Camus, Albert (2015). Sisifos Söyleni, Can Yayınları: İstanbul

Camus, Albert (2016). Tersi ve Yüzü. Can Yayınları: İstanbul

Çehov, Anton (2006). Bütün Öyküler: 5. Cem Yayınevi, İstanbul

Savaş, Hakan (2017). Rağmen Sinema. Doruk Yayınları: Ankara

 

 

Puanlama

7.4

7.4
Kullanıcı Oyu: ( 3 oylar ) 7.9

İrfan Yalçın Sanat tutkunu,7. Sanat aşığı.Sinemanın düşündüren,sorgulatan,felsefi ve farlılıkları görmemizi sağlayan yanını seven ,sinemanın en güçlü sanat dalı olduğuna inanan sinefil. Eğitimine Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesie Radyo,Sinema ve Televizyon bölümünde devam etmekte.

Bir Cevap Yazın