Ana Sayfa Eleştiriler Tár (2022): Kötülüğün Seküler Hâli

Tár (2022): Kötülüğün Seküler Hâli

Tár (2022): Kötülüğün Seküler Hâli 9.0
0

Todd Field’ın yönetmenliğe ara verdiği 17 yıllık aradan sonra çektiği 3. uzun metraj filmi olan Tár, izleyiciye ilginç bir deneyim sunuyor. Kurgu karakter olarak karşımıza çıkan Lydia Tár, önemli bir Alman orkestrasının ilk kadın şefi ve zamanının en önemli Batı klasik müziği bestekârı olarak filmin merkezine yerleşiyor. Tár karakterinin klasik bir biyografi filmi karakteri gibi işlendiği sanılabilir. Ne var ki bu film Tár’ın yükselişini ve düşüşünü anlatan bir ezbere sahip değil. Aslında ortada olan şey bir çözülme sürecinin sakin ama etkileyici bir üslupla işlenmesi. Bunun yanında Tár, birey ve toplum özelinde gidip gelen gerilimin ağlarının örüldüğü dışa vurumcu bir sanat eseri.

Başta da söylendiği gibi Tár dikkatleri fazlasıyla üzerine çeken, başarılı, titiz ve idealist bir orkestra şefi olarak bize tanıtılıyor. Öyle ki filmin bir söyleşiyle başlamasının sağladığı gerçekçi atmosferin yanında, karakterin verdiği cevaplardaki elit tavra dikkat kesilmemek elde değil. Yeteneğin doğurduğu bu elitlik seviyesi; saygı kazandıracak üslup ve bilgi birikiminin elit dolaşımın bir parçası olduğu düzende kaçınılmaz bir şekilde Tár’ın da metası hâline gelebilmiş. Filmin bir yükseliş ve sonrasında düşüş hikayesi olmadığını vurgularken söylemek istediğim buydu aslında. Zaten harika bir konumdayken bizleri karşılıyor orkestra şefi. Sonrasında olanları ise düşüşten ziyade bir çözülüş olarak görüyorum ama oraya gelmeden önce elbette söylenmesi gereken şeyler var.

Ayrıca İlginizi Çekebilir: Leila’s Brothers (2022): 40 Altın ve İki Rüya

tar-filmi-konusu

Tár titiz ve idealist tavrını muhafaza edebilmek için başvurduğu fiziki ve psikolojik şiddet şekillerinin izleyicinin gözünden kaçmadığını düşünüyorum. Çünkü yönetmenin hızını kesmeden sahne üstüne sahnelerle gösterdiği Tár ve onun önemli dünyasının işleyişinde hayati olan nüans şeklindeki örtük şiddetler filmin dinamiğini oluşturuyor. Eklemlenen bu sahnelerin yarattığı gerilim, patlamaya hazır potansiyel enerjinin soğrulduğu her sahneden sonra daha güçlü bir şekilde onun sanatçı kimliğine ve toplumsal parçasına bir tehdit unsuru olarak çıkmaya devam ediyor. Peki Tár görünmeyeni yaparken ya da görünmediğini düşündüğü şeylerin peşine düşerken neler yapıyor? Aslında birçok şey. Kimisine göre sıradan kimisine göre korkunç derecede sınıflandırılabilecek bir kötülükler silsilesi. İlk akla gelenler: Çocuğu için başka çocukları tehdit etme, yaptıklarına dair eşine yalan söyleme, şefi olduğu orkestraya sanatçı seçerken tarafsız olunmasını ön koşul eden etik kuralları çiğneme, sömürdüğü birçok kişinin hayatına müdahil olma ve iktidarını onların hayatlarını sonlandıracak kadar ileri götürecek mobingler uygulama.

tar-filmi-konusu-2022

Kötülüğün seküler evrimi, şeytani veya doğaüstü bir varlığın insan üzerindeki kontrolünden insanın düşünce ve eylem biçimlerinin doğasına kafamızı çevirdiğimiz tarihsel bir sürece sahip. Dini temelli kötülük yorumlarına ihtiyaç olmadan insandaki kötülüğün nedenlerini araştırmak isteyen düşünürlerin çabasını kötülüğü sekülerleştirme gayreti olarak yorumluyoruz. Zamanla Tár’ın, kurgusal bir karakter olduğu da gözden kaçmadığında, ‘‘saf kötü’’ -veya radikal kötü- olarak açığa vuruluşunu gözlemliyoruz. Bu seküler anlatımın içini açmak için ilk seküler kötülük yorumcularından Kant’ın düşüncelerini incelemek gerekebilir. Kant kötülüğün iyilik gibi insanın doğasında olan ve insanın ona doğası gereği yöneldiği ve onun bu yüzden kontrol altına alınması gereken bir şey olduğunu söylüyordu. Kötülüğün şekil aldığı 3 insan tipi tanımlamıştı Kant. Ödev ahlâkıyla anlatmak istediği, ahlâken doğru görünen davranışın saf ahlâki doğruluğa olan sorgulanmaz inançla sağlandığı ölçüde ahlâklı olduğunu göstermekti. İlk insan tipi bunun farkında olup zayıf iradesine yenik düşen bireyi tanımlıyordu. Ahlâken doğru olanı yapmak istiyordu, bazen yapıyordu ama bazen de yapamıyordu. İkinci tip, kişisel çıkarlarının cazibesine kapılmaya başlayan tipti. Bazı davranışlarını ödev ahlâkıyla bazılarını ise çıkarları neyi gerektiriyorsa o şekilde icra ediyordu. Son tip, ‘‘radikal kötü’’nün gerçek manada bütüncül bir hâliydi. Sadece kendisine duyduğu sevgiden hareketle çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapıyordu. Kant bu son hâli ve yaşam biçimini sadist birinden ve onun davranış şekillerinden farksız olarak görüyor, yani kendi çıkarlarını evrensel kurallar hâline getirmiş birinin yaptığı davranışlar ahlaken uygun olsa da olmasa da son kertede daha kötü bir kişi olunamaz.

tar-filmi-

Tár kariyerinin doruğunda şöhretinin ellerinden kayıp gitmesinden korkan, diğer yandan sanatı ilahileştirecek kadar sanat üretiminin sadık bir üyesi hâline gelmiş biri gibi duruyor. Temelcilik anlayışından türeyen sanatın yüce tarafına olan inancı (ki öyle olduğuna inanıyorsak şayet) onu belki Kant’ın 3. tip insanının bir karşılığından fazlası ya da ondan farklı olan bir yere konumlandırabilir. Birçok şeyi kendi çıkarları için yapıyor gibi durduğunu tartışmıyoruz. Kararlarını sorgulayan asistan şefini işinden etmesi ve intiharına sebep olduğu Krista yerine yine hoşuna giden ve cinsel tacizlerde bulunabileceği birini (Olga) dahil etmesi, tüm bunlar sadece sanatın yüceliği için yapılan fedakarlıklar gibi görünmüyor. Yine de kişisel çıkarın evrensel ahlâka (Kant) üstün geldiği birçok an varken dahi öğrencisiyle yaşadığı polemik akıllara geliyor. Öğrencisi mizojinist olduğu için Bach’ı çalmaktan ve öğrenmekten hazzetmediğini söylediğinde ortaya koyduğu argüman filmin sınırlarını bile aşabilecek bir tartışma boyutu yaratıyordu. Tár’a göre kötü insandan çıkan sanat yapıtının zamanı aşan etkisi kendisini üreticisinden söküp atmasına neden olur ve estetik yargılar ahlâki yargılara baskın gelir. Bu örneğin can alıcı kısmıysa yaratmak üzere olduğu ve büyük bir etki uyandırmasını dört gözle beklediği senfonisini onun kişiliğinden bağımsız zaman dışı bir yere konumlandırmak istemesi belki de. Kişisel çıkarlar bir yana Tár’ın arzu nesnesinin, özneleri önemsiz hâle getirebilecek bir seviyede kötülük yapmasına neden olup olmadığına dair sorgulamalar yapılabilir.

tar-2022

Öte yandan, Arendt’in kötülüğün sıradanlığı nosyonunu düşündüğümüz vakit, masa başında kitlelerin ölümüne yol açan Eichmann’ın radikal derecede olan kötülüğü yaptığı şeyleri yargılamayacak kadar düşüncesiz olma durumuydu. Katliamlara sıradanmış gibi yaklaşma ve olayları korkutucu bir şekilde normalleştirme söz konusuydu. Zizêk Nazi ideolojisinin büyük çelişkisini organik toplum yaratmanın illüzyonunda buluyordu. Bu fanteziye dair inancın düşünceyi ve daha da önemlisi yargılamayı köreltmesi ve sonucunda yapacaklarınızın kitleler hâlinde sıradanlaşmaya başlaması belki de sizi gerçekten kötü yapan şeydir. Bu noktada insanı ‘‘kötü’’ hâle getiren şey, Kant’ın söylediği gibi düşünce dünyasında öncelenen kişisel çıkarın açığa çıkardığı herhangi bir davranışın ötesine gidiyor. Bu bağlamda arzu nesnesi uğruna yapılacak her şey de ahlâkı dışlayabilir.

Fakat Tár özelinde bu rutin kötülük hâlinin, her ne için olursa olsun bir sıradanlık ya da duygusuzluk/düşüncesizlik yaratmadığını düşünüyorum. Film boyunca duyduğu sinir bozucu sesler başta müzisyen bir dehanın hassas kulaklarının bir ürünü ya da fantezi haline getirdiği ideal sanat eserinin stres yükü gibi dursa da genel manada rahatsız edici bir ahlâk muhasebesinin ve özellikle sessiz gece vakitlerinde gündelik hayatında halı altına süpürdüğünü sandığı kötülüklerin peşini bırakmadığını söyleyebiliriz. Bazen bir insan çığlığı, bazen metronom sesi olarak… Bazense rüyalarında yüreği yanarken bulur kendini. Bilinçaltı ona rahat vermeyecek kadar genişlemiştir. Olga, Tár’ın iktidarından sağladığı istismar gücünü onu görmezden geldiğinde ve hatta kendisinin bir arzu nesnesi olduğunu fark ettiği anda Tár’ın ona olan bağımlılığını bir karşı silah olarak kullanıyor. Olga’nın adeta tacize bir tepki gibi sinirli bir köpek formuna büründüğü izlenimini veren, Tár’ın ıssız binadan kaçış sahnesi Tár için sömürü savaşının bitişini vurgular nitelikteydi. Tár yüce bir arzunun değil kendi arzularının tutsağı olmuştu. Senfoni de her şey gibi bir araçtı. Sadece kötülüklerine hiç olmadığı kadar güzel bir kılıf biçiyordu. Arzu nesnesi son kertede kişinin sembolik kendisini ve pratik çıkarlarını yeniden üreten bir araç hâline geliyordu ama bunun ötesinde gösterilen her şey (örneğin kendisine karışan asistan şefin artık yaşlandığını ve oylamaya gerek kalmadan onu kovacağını söylemesi) kendisi için değil yüce sanata biraz olsun yaklaşabilmek ve ondan nasiplenebilmek için yapılan sıradan bir fedakarlıktan başka bir şey değildi. Kant’ın radikal kötüsüne ek olabilecek özellik, kişisel çıkarların uğruna yapılan herhangi bir şeyin örtük bir düzen üzerinde anlaşılamamasının sağlanmasıydı. Bu sağlamanın peşine düşmek belki de kötülüğe radikalliğini verendir.

tar-

Sona yaklaştıkça Tár her hâliyle çözülüyor ve kendisi dahil kandırdığı herkesin izlediği bir ibret hâline bürünüyor. Kendisini ve ihtiyaçlarını yeniden üretebileceği, karanlık yüzünün bilinmediği Filipinler’de kardeşinden duyduğu ‘’Sanırım ne hâle geldiğinin farkında değilsin.’’ sözü her şeyi açıklıyor. Finalde iptal kültürünün bir parçası hâline gelen Tár yeni bir hayata başlamak zorunda kalıyor. Her zaman küçümsediği ve üstten baktığı popüler kültürün parçası olan oyunların tematik müzik üreticisine dönüştüğü ironik ve ikonik final sahnesi belleklerde güçlü bir iz bırakıyor. Yönetmen adeta Bach’ın yaşadığı dönemden ne kadar farklılaşmış bir toplum yapısı içinde olduğumuzu dillendiriyor. Bach’ı kadın düşmanı olduğu için eleştiren bir bilincin olmadığı ortamda elbette üretilen müzik zamanını aşabiliyor, buna imkân tanınıyor. Tár, Bach’ın eserlerini savunurken Bach’ı bir kenara bıraktığı gibi kendisinin de bir kenara bırakılıp istismarlarının görmezden gelinmesini arzuladı. Postmodernist toplum dinamikleri içinde yer edinebilecek Bach olmanın arzusuyla kendisini aldattı. Bu noktada linç kültürünü detaylı incelemek mümkün değil. Film özelinde, bu kültürün hayatımızdaki iyi ve kötü yanlarını bir kenara bırakmadan söylenebilecek tek söz daha önce hiç olmadığı kadar ahlâkın sanata üstün gelebildiği bir çağda yaşadığımızdır. Aslında film liberal ahlâkın gelişmiş iletişim olanaklarıyla beraber nasıl kitlesel bir kabule ve silaha dönüşebildiğini de gösteriyor. Filmin belki de en çarpıcı tarafı, seküler kötülüğün Tár’da vücut bulduğuna ikna olduğumuz anda karşımıza bir başka yok edici şeyi, linç kültürünü göstererek daha çok düşünmeye teşvik etmesi.

Benzer Film Önerisi: The Bad Lieutenant: Port of Call- New Orleans

Kaynakça:

Calder, Todd, “The Concept of Evil”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Winter 2022 Edition), Edward N. Zalta & Uri Nodelman (eds.),

Kant, Immanuel (2002).  Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi, çev.Ioanna Kuçuradi, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara.

Arendt, Hannah (2009). Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, çev.Özge Çelik, Metis Yayınları, İstanbul.

Puanlama

9.0

9.0
Kullanıcı Oyu: ( 4 oylar ) 7.1

Bir Cevap Yazın