Ana Sayfa İnceleme Bunuel Gerçeküstücülüğü ve Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği Üzerine

Bunuel Gerçeküstücülüğü ve Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği Üzerine

Bunuel Gerçeküstücülüğü ve Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği Üzerine
0
Film zevkine çok güvendiğim bir arkadaşımın “Sinemanın Dali’sidir” demesiyle tanıştığım Luis Buñuel Portolés, bilinçüstü kavramını sürrealizmle kadrajına taşımış İspanyol yönetmen ve yazardır. Çocukluğunda zorunlu olarak Cizvit eğitimi görmüş. Üniversiteyi ise Dali ile birlikte Madrid’de okumuştur. Sonrasında bu dostluk, etkilerini yönetmenlik koltuğunda belli etmiştir. Katolik eğitime maruz bırakılması (planlanın aksine), onu, sıkı bir enstitüleşen organizmaların eleştirmeni haline getirmiştir.

İmza eleştirileriyle ‘The Scourge of the Bourgeoisie’ olarak da tanınan yönetmenimizin filmi Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği, bana, ilk izlediğimde Kafka’nın Şato’sunu anımsatmıştır: Ulaşılamayan bir hedef ve beraberinde yaşanan talihsizlikler. Filmin konusu şık bir akşam yemeği macerasına atılıp pek de başarılı olamayan bir grup üst tabakanın hikâyesini takip eder. Konuyla bütün olarak filmin işleyişinde (birkaç kere daha bahsedeceğim gibi), rüyalar, kapı işlevi kazanmıştır. Olaylar arasında adeta geçit görevi görür, neden ve sonuçları birbirine bağlar. Buñuel, özellikle iç içe geçmiş rüyaları beyaz perdeye reflekte ederken bilincin katmanlarını açığa çıkarmıştır. Sinemada her rüya için ‘Freudyen’dir denilemez. Fakat, Burjuvazinin Gizemli Çekimciliği‘ni izlerken, elitlerimizin içinde bulundukları kıyafetlerin, dekorların, katıldıkları davetlerin ve sığındıkları bürokratik dokunulmazlığın, diğer bir deyişle sahip oldukları tüm ‘persona’ların, rüyalarla gerçek şeklini göreceğiz. Bilinçaltında yatan çıplak karakterin ve vicdan azabının dışarı sızmasına şahit oluruz. Bu yüzden Buñuel’in yaklaşımına Frued perspektifinden bakıldığında, filmi anlamak kolaylaşacaktır.


Helenistik dönem ve Roma zamanından beri yemek yeme statüye göre şekil almıştır. Antik dönemde kusma odaları varken, modern bugüne, yeme adabı bambaşka şekilde yontularak gelmiştir. Yine de değişmeyen şey hizmettir. Ziyafetler her dönemde zenginliği simgelemiş ve beraberinde onlara hizmet etmek zorunda kalan bir kesimi oluşturmuştur. Gösteriş içinde yemek, burjuvazi için bir eyleme bürünmüştür. Luis Buñuel, bizlere bunu göstermek istemiştir. Bu amaç doğrultusunda senaryo, yemek yeme arzusundan kopamayan bir zümrenin etrafında dönmüştür.

Yemek planlarının ilki, Sénéchal çiftinin malikanesinde başarısızlığa uğrar. İletişim kopukluğundan kaynaklı bir başarısızlıktır bu. Zarif ve pahalı  bir restorana gidildiği takdirde, zafer onların olacaktır. Ve yola koyulur, hedefe varırlar. Menü fiyatlarının yeterince pahalı olmaması, pek tatminkâr değildir. Onlar bunu tartışırken, kadrajda, sınıfsal farklılık ilk defa rengini alır. Varılan restoranda, o akşam işletmecinin cenazesi vardır. Cenazelerine rağmen hizmet vermeyi elden bırakmayan çalışanlar, elitlerimiz tarafından ayıplanır. Onlar için bu bir çeşit rezalettir! Burjuvazinin var oluğuna inandığı sınıf ayrımı, nasıl adil oynamadığını burada gösterir. Burjuvanın ziyafetinin önüne, çalışmak zorunda kalan diğerlerinin ölümü dahi geçmemelidir. Sınıfsal ayrılık fikri, elit kesimin kalıba soktuğu adabımuaşeret kurallarıyla güçlendirilmiştir. İlerleyen günlerden birinde, martini içilen sahneyi ele alalım. Eşini aldatan Simone Thévenot, şımarık kız kardeşi Florence, bürokratik açıdan tamamen yozlaşmış M. Thévenot ve Don Rafael, ahlakı ve görgüyü martininin nasıl içilmesi gerektiğinde ararlar. Bu da martini içme testinden geçemeyen şoför hakkında onlara dalga geçebilme yetkisi tanır.


Don Rafael’in peşindeki Mirandalı terörist, paçayı Rafael’in eline verdiğinde, çantasından çıkan ekmek ve birkaç temel gıda yine küçümsenir; çünkü onlar ne bir kaz ciğeri ne de bir havyardır. Bunlar ancak bir teröriste yakışacak yiyeceklerdir. Bunu kanıtlarcasına, Rafael rüyasında et uğruna can vermeyi göze alır, uyandığında bile ete susamıştır, onu mutfağına koşarak görürüz ve kimse yokken, yemenin edepli hâlinden uzaktır.

Hristiyanlık ve özellikle Katolik inanç, Buñuel’in hedef tahtasında çok sık eleştiriye maruz kalır. Bunun filmdeki yansıması Monsignor Dufour (din adamı) olmuştur. Sénéchal çifti tarafından, bahçıvan kılığında olduğu için kapı dışarı edilen Dufour, haç ve dini kumaş parçalarıyla geri döndüğünde, malikânenin onur konuğu olmaya hak kazanır. Din adamının fikirleri alınır ve hatta elleri minnetle öpülür. ‘Ye kürküm ye’dir her şey. Oysaki papazımızın dindarlığı, tartışmalara açık kapılar bırakır. Ona tokat atana diğer tarafını çevirmesi gerekirken, kinine yenik düşer ve intikam uğruna ölü bir adamı tekrar öldürür. Bir ölüye ateş etmek onu katil yapmaz fakat buradaki niyeti onu temiz kılar mı? Burjuvazi ile destek bağı içinde olan din de yozlaşmaktadır, tıpkı bürokrasi gibi.


Temel gördüğüm konulara spot tuttuktan sonra filmin bel kemiği olan rüyalara değinmek istiyorum. Don Rafael, Henri Sénéchal ve Bay Thévenot’un gördükleri düşler (kabuslar), bizi, renkli hayatlarına nasıl ulaştıklarına ve ellerinden güç enstrümanlarının alınması takdirde başlarına neler geleceğine dair bilişsel bir akışa sürüklüyor. Rüyaların ilkinde ekibimiz kendini yemek masasında sanırken aslında tiyatro sahnesinin tam ortasında buluverir. Bulundukları atmosfer, Napolyon şapkasından yere düşen tavuğa kadar tümüyle dekordan ibarettir. Perde açılır ve hayal kırıklığına uğrayan seyirci yuhalar, kalkar ve gider teker teker. Bu üst kesime yakında bakınca aslında gördüğümüz, sahteliğin somutlaştırılmış versiyonudur. Hayatları gerçeklikten uzak ve bir oyundur. Bir sonraki rüyamız Don Rafael üstüne kurulmuştur. Samimi dostu Thévenot’un karısıyla ilişki yaşayan Rafael Acosta, ülkesi Miranda’yı temsil eden bir bürokrattır. Miranda, GSYİH oranı düşük ve insani açıdan gelişememiş bir ülkeyken, Don Acosta, devletinin problemlerinden uzak keyfine düşkün bir hayat sürmektedir. Görülen rüyada Rafael, ülkesinin gerçeklerinin yüzüne vurulmasını kaldıramaz ve dokunulmazlığının verdiği yetkiye dayanarak başka bir bürokratı öldürür. Üstelik herkesin içinde ve süslü bir davette gerçekleşir bütün bunlar. Burjuva kültürünün plastik duruşunu, aynı zamanda da politik imkanlarla neler yapabileceğini gösteren gerçeküstücülük serüveni, son rüyada bir tık daha yoğunlaşır. Bu çarpıcı kabusta, ‘dokunulmazlıkları olmasaydı neler olurdu’ alternatifini görürüz. Nihayet masaya oturabildiklerine inanan dostlarımız, ilk lokmalarını tadamadan saldırıya kurban giderler.

Selin Doğrusöz

Bir Cevap Yazın