Ana Sayfa Eleştiriler The Host (2006): “Yaratıklar”

The Host (2006): “Yaratıklar”

The Host (2006): “Yaratıklar” 8.6
0
Bong Joon-Ho’nun 3. uzun metraj filmi The Host birçok izleyici için ilk bakışta sıradan bir canavar filmi gibi duruyor olsa gerek. Afişinden tutun, yaratığın CGI efektine kadar Joon-Ho, oldukça düşük beklentiler içine girmemize neden oluyor. Aslında bu noktada bile çabası sadece düşük beklentilere sokmak değil, aynı zamanda bir eleştiri örneği daha sunmak. 

İlk önce yukarıda dile getirdiğim eleştiriyi açıklamakla başlayayım. Filmin Güney Kore yapımı olduğunu ve yönetmenin yine Güney Koreli olduğunu hemen belirteyim. Bu filmin birçoklarına göre en büyük sorunu yaratığın görsel efekti olmalı. Bu yetersiz efekt meselesinin sadece maddi yetersizlikler değil aynı zamanda bir tercihin sonucu oluştuğunu düşünüyorum. Yıllarca Hollywood’un bizlere izlettiği 3. sınıf efektli devasa timsah, yılan filmlerine adeta bir gönderme var filmde. Bunu yazıyorum çünkü yönetmenin film boyunca gördüğümüz Amerika eleştirisinin ışığında böyle düşünmemek garip olurdu.


Film oldukça ilginç bir sahneyle başlıyor. Klasik bir Amerikan erkeği tiplemesindeki bir tıp uzmanı, yanındaki Güney Koreli yardımcısına zehirli atıkları nehre akan lavaboya atmasını söylüyor. Oldukça saçma duran bu sahnede emrin sebebinin ilaçların tozla kaplanması olduğunu öğreniyoruz. Sudan sebepten deriz ya hani, işte aynen bu sebeple bir suç işleniyor gözümüzün önünde. Amerikalı, şaşıran Koreliye, koca nehirde buncacık atık ne yapabilir gözünü seveyim, diyor. Aslında her söylemin ve aksiyonun bu kadar saçma olması filmin geneline yayılan kara mizahının da örneklerinden birini sunmuş oluyor. Hepimiz biliyoruz ki o odadaki Amerikalı sandığımız kadar aptal değil. Bir planın sadece başlangıç fitilini ateşliyor, yardımcısı ise el yaman söylenenleri yapmakla sınırlı kalıyor.

Sonrasında filmde ana karakterlerimizle tanışıyoruz, daha sonrasındaysa fazla beklemeden yaratıkla. Yaratık adeta şehirde terör estiriyor, birçok insanı yiyor bazılarını ise depolamak için inine götürüyor. Bunlardan biri de baş karakterin kızı. Daha sonra filmdeki ana aksiyon, bir aile draması ve macerasına dönüşüyor. Kızının ölmediğini anlayan baba ailesiyle karantinadan kaçıp kızını aramak için yola koyuluyor. Bu süreçte sadece kara mizah değil aynı zamanda ailenin dedesi vasıtasıyla saf mizahın da izlerini görüyoruz. Aslında ana ekranda bir aile draması oynasa da büyük pencereye bakıldığında önemli bir siyasi taşlamanın izlerine rastlanıyor. Film boyunca hep bir kargaşa hâkim. Devlet olaya müdahil olmaya çalışıyor, ortada bir virüsün dolaştığını ve canavarla temas eden insanların bu virüsten etkilendiğini dolayısıyla karantinalar kurması gerektiğini anlatıyor. Tüm bu olaylar yaşanırken dikkat edilmesi gereken nokta televizyon aracılığıyla izleyiciye aktarılmaya çalışılan bir mesaj. Çünkü yer yer Amerikalı komutanların yaratıkla yapılan savaşta yaralandığı, şehit olduğu haberleri geçiyor. Bir sonraki sahnede de ABD’nin virüsün önlenmesi için yapacağı ilaç ve silah yardımlarından bahsediliyor. Yönetmen bu sahnelerle beraber anti-emperyalist ve yer yer anti-kapitalist tutumunu çok iyi göstermiş oluyor. Zaten Bong Joon-Ho‘nun diğer filmlerini seyreden izleyici için bu konseptler çok da yabancı olmasa gerek.


Filmin ana akışında elbette kayıplar ve ayrılıklar yaşanıyor, macera son sürat ilerliyor. Ayrılıkların yaşandığı sırada çarpıcı sahnelerden birine şahit oluyoruz. Babayı yakalayan ABD’li bir doktor, canavarla ilk karşılaşan kişide virüs bulamadıklarını, aslında karantinaya yatırdıkları kişiler arasından kimsede beklenen virüsü bulamadıklarını ve mutlaka babada virüs olması gerektiğini söyleyerek babayı beyin ameliyatına yatırıyor. Burada biraz kendini kandırma, biraz da göz boyama sanatını ABD’nin ne kadar iyi kullandığına dair bir eleştiri var. Yaratılan bir senaryo var, hem de en ‘yaratıklısından’. Kısaca Amerika’nın yıllardır yaptığı kargaşa yarat-yardım et politikasına karşı çok ciddi bir taşlamayla karşı karşıyayız. Cesur yönetmen Joon-Ho, diğer filmlerinde olduğu gibi belli başlı eleştirilerine devam ediyor. Yaratığı yaratanlar sattıkları sarı ilaçlarla ve silahlarla insan hayatını hiçe sayarak emellerine bir kez daha ulaşıyor. 

Filmin finali teknik açıdan bir şölen sunuyor. Müzik ve görüntü yönetimi başarıda arşa çıkıyor. Dikkatimi çeken bir nokta daha: Onca çaba ve karantinayı görüyoruz ama filmde devletin yaratığı alt etmesine dair tek bir sahneyle karşılaşmıyoruz. Yaratık ülkede rahatça geziyor, yurttaşlarsa mağaralarına çekiliyor adeta. Sonunda da yaratık ölümünü baş karakterlerin azmi sonucu tadıyor. Filmin finalinde ise karlı ve yalnız bir kış akşamında, kızını kurtaramayan ama bir evlat kazanan baba ve çocuğu yemek yerlerken görüyoruz. Televizyon yine açık ve ABD’nin virüsü bulamadığından bahsediliyor. Ellerinden geleni yapacaklarını dile getiren bu siyasiler topluluğunu 10 saniye bile izlemeyi yönetmenin midesi kaldırmasa gerek, televizyon hemen karakterler tarafından kapattırılıyor. Afişinden, görsel efektine, senaryosundan, diyaloglarına ABD eleştirileriyle dolu, oldukça cesur ve vurucu bir film The Host.

Puanlama

8.6

8.6
Kullanıcı Oyu: ( 1 oy ) 8.2

Bir Cevap Yazın