Ana Sayfa Dosyalar Edebiyat Uyarlamaları Çeşitli Adaptasyonları Işığında Emma İncelemesi

Çeşitli Adaptasyonları Işığında Emma İncelemesi

Çeşitli Adaptasyonları Işığında Emma İncelemesi
0

“Dayanılmaz bir kibirle herkesin duygularının sırrını bildiğine inanmıştı; bağışlanamaz bir kibirle herkesin kaderini öngörmüştü. Evrensel olarak yanıldığı kanıtlansa da Harriet’e, kendisine ve çok imtina ettiği Bay Knightley’ye fenalık getirmişti.”

Jane Austen – Emma

Sinemada uyarlama filmleri inceleyecek olursak herhalde en sık İngiliz edebiyatının güçlü kalemi olan Jane Austen (1775-1817) ile karşılaşırız. Onun hemen hemen tüm eserleri ya bir filme ya da bir diziye konu olmuştur. Hatta serbest uyarlama diyeceğimiz şekilde de en çok esin kaynağı olan yazarlardan biridir. Bu yazımızda biz de Austen’ın en kıvrak zekalı, en komediye yakın eseri olan Emma (1815)’nın sinemaya izdüşümünü inceleyeceğiz.

Emma yazarın hayli komediye yakın bir üslupla kaleme aldığı eseridir ve kitap o dönemin prensine (George IV’e) ithaf edilmiştir. Hatta Austen kardeşine yazdığı mektuplardan birinde baş karakterden şöyle bahseder: “Benden başka kimsenin pek sevmeyeceği bir kadın kahramanı seçeceğim.” Gerçekten de böyle bir karakter ele alır ve şu anda ister kitap okuyucularına bakalım isterse adaptasyon seyircilerine, kimisi Emma’yı neredeyse hiç ama hiç sevmez. Fakat ben karakter adına o kadar katı değilim ve bir genç kadın olarak zaman zaman her insanın düşebileceği yanılmasamaları okumaktan/izlemekten son derece keyif alıyorum.

emma 1996 konusu

Jane Austen, hayatı boyunca kendisini üzecek çok az şeyle karşılaşan, zengin, her anlamda oldukça rahat büyümüş ve hatta sıradan hayatının akışından sıkıldığı için çöpçatanlık ile çok fazla ilgilenen ve fakat evlilik hayatına da bir o kadar yanaşmayan 21 yaşındaki sosyetenin gözdesi olan Emma Woodhouse’un hayatını anlatıyor. Çocukluktan beri aile dostları olan ve kendisinden büyük olduğu için hem abi-kardeş gibi hem de zaman ilerledikçe kadın-erkek olarak birbirini görmeye başlayan Woodhouse ve Knightley, anlatının baş çiftleri. Her eserinde olduğu gibi Austen kadın karakterlerinin kendisinin kişisel gelişiminde destek olması gereken bir erkek karakteri vardır. Yani Emma hatalar yapar ve sevgili, karizmatik ve oldukça olgun olan erkeğimiz Emma’ya yol gösterir. Evet, Jane Austen’a neden bazı yönlerden eleştiri getirmemiz gerektiğini düşündüren hususlardan biri de burasıdır elbette. Her neyse, erkek, dönemin kurallarına ve yaşayış anlayışına uygun olarak tasvir edilir, hatta o kadar ki baş erkek karakterin zıttını yan rollerde başka karakterlerle oluşturarak kabataslak sayılabilecek şekilde bir dönem kişilerinin resmini çizer. Filmde ya da kitapta şu oldu, bu oldu diye yazıma devam etmeyeceğim. Çünkü zaten bunu çok kolay şekilde öğrenebilirsiniz. Ben kendi kendime izlerken sorduğum soruların ya da izine düştüğüm husuların başlıklarını sizlere aktarmaya çalışacağım.

emma film uyarlamaları

Emma’nın adaptasyonları aslında kabaca şöyledir; Amy Heckerling’in 1995 tarihli kült klasiği  Clueless , (bu bir çağdaş uyarlamadır), Douglas McGrath’ın 1996 Emma’sı, Diarmuid Lawrence’ın 1996 Emma’sı, Rajshree Ojha’nın 2010 Aisha’sı (bu pek de bilinmeyen bir adaptasyondur), ve son olarak da Autumn de Wilde’ın 2020 Emma’sı. Şöyle kısaca bahsedecek olursak ve en bilinmeyenden başlarsak eğer bir tufan şeklinde kendisine yer edinen Bollywood dünyasının eseri olan Rajshree Ojha’nın yönettiği Ayesha, Emma filmleri içerisinde aslında epey dolaylı bir uyarlamadır çünkü bu eser aslında başka bir Austen uyarlaması olan Clueless’in  Hint versiyonudur. En tabii rom-com ve biraz da komedi tadında olan Clueless’in birebir kopyası oluşu üzerine çok fazla şey söyleme olanağını kısıtlar.

Amy Heckerling’in 1995 tarihli  Clueless’e gelecek olursak, burada sinemanın kendine has araçlar kullanarak yönetmen, 1800’lülerin eserini alıp, günümüz insanının yaşamına taşıyor. Aslında bu noktada bir filmin iyiliğini yahut kötülüğünü konuşmazdan evvel, bir romanın başka bir sanat dalı olan ve en değerli özelliği seyredebilmek ve zaman olan sinema sanatına uyarlanmasında ne gibi artılar ve ne gibi eksiler oluşmaktadır hususu tartışılabilir. Sinema bir “öykü” anlatmalı mıdır? Kendisine has olan “yaşayan görüntülerin” varlığı bir roman anlatısının zeminine ne denli bağlı kalmalıdır?

Clueless, Emma Woodhouse’un dünyasını ve statüsünü, şirin Highbury kasabasında yaşayan Regency döneminin zengin sosyetesinden alıp, Austen’ın orijinal kahramanı gibi aynı kendini beğenmişlik ve benzer görgü kurallarıyla meşhur Beverly Hills lisesindeki en popüler kız olarak bilinen 16 yaşındaki Cher Horowitz (Alicia Silverstone) görünümünde yeniden işliyor. Silverstone’un zengin, şımarık ve soğukkanlı Cher’i canlandırması sevimli gibi görünse de ve anlatı ile ilişkilendirilebilir bir yanı olsa da ve Austen dünyasına has olan o bir “şeyi” tam yansıtamayarak klasik bir Hollywood anlatısı olduğu için bu yazının yazarının nazarında sınıfta kalmıştır. Fakat şu gerçek ki 1800’lülerin balina kemiğinden yapılan korselerin yerine liseli mini eteklerin gelmesi, Emma’nın evlilikten babasını bahane ederek kaçınmasını, Cher’in liseli erkeklerle çıkma isteksizliğine dönüştürmek gibi açıkçası iyi bir anlatı manevrasını oluşturması elbette sinemada zaman aksın gitsin diyen seyirciler adına keyif verici. Evet, sevgili okur burası da sinema üzerine çok önemli bir soruyu taşıyor içerisinde: sinema sanatı modern insana zamanı unutturacak bir “şey” midir? Sinemanın bize bir şeyleri unutturma ya da bizi uyuşturma gibi bir sorumluluğu var mıdır? Şayet evet derseniz, sizleri iyi birer ana akım seyircisi olarak Netflix’in başlangıç sesi olan “daaann” ile baş başa bırakmaktan mutluluk duyarım. Çünkü bana göre sinema insanı uyuşturan, insanın gönlünü eyleyen ya da sadece boş zaman aktivitesi değildir.

emma-1996-emma-2020

Douglas McGrath‘ın Emma (1996) adlı eseri tam görsel bir ziyafettir ve Austen’in romanlarının en romantik versiyonlarından biridir. Filmin pastoral ortamı, epey detaylı olan set tasarımı ve görkemli manzaraları, Donwell Abbey’in lüks malikanelerinde dönem kostümleriyle eğlenirken dönemin romantizmini aktarabilmek adına iyi bir iş çıkarıyor. Emma eserine naçizane benim en yakıştırdığım adaptasyon Gwyneth Paltrow’un Emma olduğu yapım ile Anya Taylor-Joy’un Emma oluğu 2020 yapımı filmdir. Nedenini biraz bakışımızı kitaba döndürerek açıklamak istiyorum: kitapta, Austen sinematografik anlatıya direkt pay bırakmıyor aslında. Pay bırakmaması da sinemanın kendi araçlarını kullanarak daha eşsiz bir eser ortaya çıkarabilmesine olanak sağlıyor. Austen bilindiği gibi doğa tasvirlerinden kaçınan bir yazardır ve o çoğunlukla insan figürlerinin tasvirlerine odaklanır. Evin konumundan çok orada yaşayan insanların karakteriyle ilgilenir. Ayrıca şu da var ki, Akşit Göktürk’ün dediği gibi Jane Austen “hiçbir çağa kolayca yerleştirilemeyecek bir yazardır.” Bu yüzden onda romantik temaları görürken aynı zamanda klasik karakterlerle de karşılaşıyoruz. Bu kadar benzersiz olması, filme uyarlanmasını da çok kolaylaştırabiliyor neticede. Çünkü belirlenmiş bir sınır yok. Hoş sınır olsa dahi iyi bir yönetmen iyi bir manevrayla bu durumu lehine çevirebilir.

Emma’yı okurken, sanki dünyada hiç yoksulluk yokmuşcasına  renkli kıyafetlerin, sanki tam yazıldığı dönemde İngiliz asilzadelerin Afrika kıtasına yaptıkları sözde keşif olan sömürü düzeni yokmuşcasına balolar, şiir akşamları, doğa gezileri, kağıt oyunu geceleri ve evet çay saatlerinin müthiş bir düzen içerisinde, kendisine has kıyafetleri oluşturacak kadar ciddiyetle yaşanması ve sanki modernleşmişlik adına şatafatın olduğu ve kadının ancak yıllık verebileceği çeyiz ile toplumda yer edinmesi, tüm bunların karşıtlık oluşturarak tuhaf bir ironiye evrilmesi zaten kabarık elbiseleri sevsem dahi Jane Austen’ı en temelde eleştirdiğim hususlardır. Tüm bunları görmezden gelerek Emma’yı okuduğumuzda, elbette yazarın klasik konusu olan evlilik ile karşılaşıyoruz. Sosyete baloları, aile toplantıları, ayrılıklar, aşık kavgalar vs. bunları sinemaya aktarmak kesinlikle son derece cezbedici gelebilir. Çünkü eser de kendi içerisindeki döneme ait olduğu için görsele dönüşmekte pek zorluk çıkarmayan bir eserdir. Paltrow’un Emma oluşu ile T. Joy’un Emma oluşları, kitaba en yakın çizilen karakterlerdir. Pembe pembe yanaklar ama kendinden fevkalade emin ve biraz donuk bakışlar, üstten bakışı gizlemeye çalışan kırılgan ve zarif bir o kadar da kibirli hareketler, kitap anlatısı ile neredeyse paralel. Yan karakterlerde yazarın esneklik sunarak bol karakter tasviri sunması da iki filmde yönetmen kamerası tarafından işin aslı iyi yakalanıyor. Anlatının kendi içinde oluşan mizahi havasını daha güçlü yakalayan ise 2020 yapımı olan, bol ve capcanlı renkleri seçerek şölen oluşturan Autumn de Wilde’ın eseri oluyor. Hiç riske girmeden kitabın akış hızı ile neredeyse tamamen paralel ilerleyen iki filmde de Austen çerçevesinden hiç çıkılmıyor. İki film de sadece renkler, diyalogların yeri ve bazı birkaç küçük anlar dışında çok da birbirinden iyi-kötü olarak ayrılabilen bir köşeye ulaşamıyorlar.

Emma-1996wide

Her iki yapım da kendisine has dönem severler için ilgi çekici olacaktır. Şahsen benim için de hayli keyifliydi izlemesi, çünkü ben o dönemin kıyafetlerinin bilhassa bir hayranı olarak konuştuğumda filmlerden memnun ayrılıyorum. Fakat yine ben eleştirel seyirci olarak sadece Emma’nın hayatını merak ettiğimde açıp kitabını okuyabileceğimi bildiğimden, yönetmenlerden de doğal olarak sinemanın kendisine has araçlarını kullanarak -evet yine kitaptan esinlenilerek- daha başka bir anlatı görmeyi beklemeyi de seviyorum.

Ek olarak; Romola Garai’nin başrol oynadığı 2009 Emma TV mini dizisi de var kaynaklarımız arasında. Açıkça söylemek gerekirse, klasik anlatı yöntemi ve tadında olan dizi, dönem yapımlarını sevenler için ilgi çekici olabilir ama ritmi biraz daha yavaş ve bir tv kanalı için ısmarlama iş olarak çekildiğini hissettirebiliyor.

Sedef Açıkgöz 'Germanistik deryasında Tarkovski karakteri gibi elimde mum ile 'Işık'ın peşindeyim'

Bir Cevap Yazın