Ana Sayfa Dosyalar Edebiyat Uyarlamaları Sarı Mercedes (1992): Fikrimin İnce Gülü ya da Bir Araba Dolusu Hayal Kırıklığı

Sarı Mercedes (1992): Fikrimin İnce Gülü ya da Bir Araba Dolusu Hayal Kırıklığı

Sarı Mercedes (1992): Fikrimin İnce Gülü ya da Bir Araba Dolusu Hayal Kırıklığı
0

Hayatım boyunca karşıma çıkan öyle yazarlar var ki yazmış oldukları hikaye ya da romanları okumak bana onlarla oturup bir kahve içme isteği veriyor. Çünkü eserlerinde yarattıkları dünya o denli içten, yaşamın renkli bir illüzyonu gibi sizi içine alıverecek cinsten… Yakınlaşıyorum, çok iyi tanıdığım birinin yaşamını dinliyormuşum hissine kapılıyorum ve kayıtsız kalamıyorum olay örgüsündeki tek bir detaya bile.

Adalet Ağaoğlu benim için tam da öyle bir yazar… Yakın geçmişte ebediyete uğurladığımız özel bir kadın… Kişisel tarihi Türkiye’nin kaotik panoramasını içinde barındıran bir insan…Her şeye şahit olmayı ve bu tanıklığı kalemiyle var etmeyi görüyorum onda. Bunu yaparken de korkusuz olduğunu. Bende yarattığı hayranlığın çok bir önemli sebebi daha var: iyi bir yaşam anlatıcısı olması.

Adalet Ağaoğlu’nun ikinci romanı olan ‘’Fikrimin İnce Gülü’’ edebiyatımızın ilk -yol- romanı olmakla beraber ‘’Sarı Mercedes’’ adıyla sinemaya da uyarlanmıştır. 1970’li yılların Türkiye’sinin içinde barındırdığı dramatik tabloyu, yurt dışına yapılan işçi göçlerinin maddi ve manevi olarak yeniden şekillendirdiği insan profilini görmemize olanak sağlayan bir eserdir bu.

Yönetmenliği ve senaristliği Tunç Okan‘a ait olan ve Türk-Fransız-Alman-İsviçre ortak yapımı filmin çekimleri 1987 yılından 1992 yılına dek sürmüştür. Filmin çekimlerinin bu denli uzamasına uzun bir güzergahı barındıran çekimlerin ve buna bağlı teknik aksaklıkların sebep olduğu biliniyor. Romanın yazarı Adalet Ağaoğlu’nun bu uyarlamadan pek hoşnut olmadığı şu sözleriyle aktarılabilir:

‘’Hiç sevmedim filmi. Herkesin sandığı gibi yönetmen romanımı adım adım izlemediği için değil, tam tersine, adım adım izleyip de kendisi hiçbir yaratıcılık göstermediği için. Adam hem romanı adım adım izliyor, hem de yazarın dünyaya bakışını siliyor, onun anti-militer tavrını yok ediyor. Bayram’ı Bayram yapan şeylerin en önemlileri yok edilince, orada herkesi gıdıklayan bir (Almanya İşçisi) kalmış.”

 Romandan beyaz perdeye uyarlanan filmlerin en büyük çelişkisinin altı çiziliyor bu cümlelerde aslında; bir romanla ondan uyarlanan bir filmi eşgüdümlü ruhla izlemek, iki ayrı sanat dalını bir kabul edip eşit çıkarımlar yapmak en büyük paradoks… Roman sayfaları arasında satır satır okuduğumuz cümleleri bir sinema perdesinde satır satır takip etmek sinema ve edebiyatı ayrıştırmamaktan öteye giden bir eylem değil. Yazar bu ayrışımsızlıktaki eleştirisini dile getirmiş, o zaman selam olsun onunla aynı fikirde olmanın güzelliğine!

Eser “Fikrimin İnce Gülü” şarkısından bahisle kaleme alınmış, her ne kadar farklı bir isimle sinemaya aktarılsa da bu şarkı filmin de dekoru olabilmiş. Filmin ve romanın ana kahramanı “Bayram” için Ankara’nın Ballıhisar köyündeki “Kezban”ı ve uğruna her şeyini feda edip elde ettiği, ─Balkız diye hitap ettiği─ “Sarı Mercedes”i  onun fikrinin ince gülleri olmuş. Bir şarkı bir yaşamın hayal perdesinin fon müziği bu noktada. Öyle ki direksiyona geçer geçmez kasetçalardan açtığı bu şarkı bir bismillahtır onun için.

“Elinde değil Bayram’ın. Ne zaman bir direksiyon başına geçse, yüzünde bakışında, duruşunda göreni öfkelendiren bir değişme oluyor.” Bu sözlerle betimlenen Bayram (İlyas Salman) eserde de değişim ve dönüşümün baş kişisidir. O, maddiyatla kendi maneviyatını takas eden bir insandır. Bu nedenle zamanla kendine de yabancılaşan ve yalnızlaşan bir antikahramandır.

Bayram’ın doğduğu köyde küçük yaşlardan itibaren değer görmemesi, sevgisizlik içindeki yaşamı, köyde bir kızı sevse de bu sevgiyi bile doğru ifade edemeyişi onu insan aleminden nesneler alemine iten temel nüvedir. Artık koşulsuz sevgiyi hissettiği ve hatta bu yolla kendini kabul ettirteceği bir şeye tüm sevgisini atfedebilir: Bal rengi bir Mercedes, Balkız, bir yaşama amaç koyan dört tekerlekli bir arzu nesnesi.

Nesnelerin metafor olarak kullanıldığı romanlar, kahramanın nesneyle yüceleşmesi ve varlık sebebini tam olarak nesneyle özdeşleştirmesi edebiyatımızda sıkça kullanılan temlerdendir. Bayram varoluş sebebini bir arabada yakalar, yaşamında ihanet ettiği ya da ihanete uğradığı sevgiye dair tüm değerleri bir nesnede onarmaya çabalar. Ama sevgi ihanete ve samimiyetsizliğe galip gelemez. Forster’ın da belirttiği gibi  “Sevgi konusundaki yanlış inançlarımızdan biri de sevginin hiç bitmeyeceğidir. Bitmediği değil, bitmeyeceği. Oysa hem tarih, hem kendi deneyimlerimiz bize göstermektedir ki, insanlar arasındaki ilişkilerden hiçbiri sürekli değil. İnsanların kendileri gibi ilişkileri de değişkendir, bu ilişkilerin sürekli olabilmeleri için ustaca bir denge içinde tutulmaları gerekir.” Fakat Bayram’ın terazisi bu denge için yeterli değildir.

Bayram’ın Almanya’da çalışıp tabir yerindeyse kazancının bir lirasını bile heba etmeden satın aldığı Mercedes ile köyüne dönüp köylülere “bokböceği”, “incegül”, “deloğlan” kendini kabul ettirmek isteyecektir. Salt “Bayram” olarak göremediği değeri ve sevgiyi bir arabayla kazanmak isteyecektir. Araba onun için bir itibar unsuru ve gazı, freni, vitesi olan bir sevgi makinesidir. Fakat Almanya’dan Türkiye’ye yaptığı araba yolculuğu esnasında zihnindeki süslü hayaller ne yazık ki onu bir bir terk edecektir. Öyle ki romanın son cümleleri bu hezeyanın okuyanı tersyüz eden cümlelerini barındırıyor:

“Bayram arabanın burnunu geriye, geldiği yöne çeviriyor. Ama şimdi sanki bu araba onu taşımıyor. Bayram bu arabayı omuzlarında taşıyor. Bir fikrin ince gülü olmaktan çıkmış, güzelliğini ve anlamını yitirmiş, neredeyse bir ton ağırlığında çelik, demir, kromaj, lastik, yay, tel, cıvata karması ağır bir yük. Bu yükle karşılıklı, güzel ve sıcak bir ilgi nasıl kurulabilir? Köyün dibinde yalnız ve yabancı. Kendisini bu Mercedes içinde görmekten kıvanç duyacak tek kişi düşünemiyor.

Hiçbir yolun ucunda, hiç kimse Bayram’ı beklemiyor. “

Bir Cevap Yazın