Ana Sayfa Eleştiriler Honey Boy (2019): Rüzgâr Gibi

Honey Boy (2019): Rüzgâr Gibi

Honey Boy (2019): Rüzgâr Gibi 7.5
0
Hollywood’un “sorunlu” çocuklarından Shia LaBeouf’ın kendi hikâyesinin anlatıldığı Honey Boy, Otis karakteri özelinde onun çocukluğunda babasıyla olan ilişkisi yüzünden oluşan travmatik sonuçların ilk ortaya çıkış dönemlerine uzanıyor. Sorunlu bir babanın etrafında dolaşan hikâye, LaBeouf’ın çocukluğuna dair hatıralarının masallaştığı spesifik anlara yoğunlaşıyor. Alma Har’el ve Natasha Braier’ın vizyonunun yükselttiği film asıl farkını da burada ortaya koyuyor. Bölünmüş hatıraların, her şeyin artık bir rüya gibi geldiği, beraberinde gerçekliği de sürükleyen hikâyede, son derece kırıcı ve ürkütücü yapının bu iki isim sayesinde hafiflediği ve deneyimi zenginleştirdiği ortada.

Shia LaBeouf’ın, babası rolünde oynaması için Mel Gibson’a rolü teklif ettiği ancak onun kabul etmemesinin ardından kendisinin bu rolü oynaması ve bunun ağırlığının altında kalkması da, oyunculuğunun artık belirli bir olgunluğa eriştiğini gösteriyor. Kendi hikâyesini bütün açıklığıyla anlatabilen bu rütbede nadir oyuncu vardır, LaBeouf bu açıdan da takdiri hak ediyor. Tabii hikâye o kadar sert ki, özellikle Amerika’da film beklenen ilgiden çok daha azını gördü ve bağımsız sinema izleyicisinin dışına çıkamadı. Filme dair belirli eksikler sosyal medya rüzgârını arkasına alamamasını da sağladı, özellikle 22 yaşındaki Otis’in hikayesinin bir yan hikâye gibi dışarıda kalması ve annenin bir telefonun ucundaki Natasha Lyonne’un ötesine gidememesi ve filmin süresinin kısalığı, teknik açıdan çocukluk ve travma konularını bu kadar iyi işleyen bir filmin, hikâyenin sonuna giden yolda aynı derinliği yakalayamaması ile sonuçlanıyor. Bu da finale doğru soyut bir yöne giden filmin Otis’in babasından kalan kırıntılarla barıştığı ana ve ona senin filmini yapacağım demesine uzanıyor: Sonucu da Honey Boy oluyor. Bu sene böyle iki filmden biri Honey Boy, bir diğeri de Pain & Glory idi; iki filmi yan yana koyup ortaya çıkan kontrasta bakarsak iki filminde değerini daha iyi anlayabilirmişiz gibi geldi, bu yüzden iki filmden birini izleyip beğendiyseniz mutlaka diğerini de izlemenizi tavsiye ederim. Bu iki filmin oluşturduğu kontrast, ince bir çizgiyle iki filmin değerini de birbirinden ayırıyor. Almodovar, kurgunun içerisinde olabildiğince gerçeğe bir çıkış ararken, Honey Boy filmi, eninde sonunda bir film olma arayışında, bütün yükü omuzlarınıza bırakmak değil, Lucas Hedges motosikleti sürerken rüzgârın bütün yükü omuzlarınızdan almasını istiyor. Almodovar’ın ve LaBeouf’ın ruh hallerini anlamak açısından da bu önemli. Belki sonunda ikisinin de derin bir nefes aldığı yere gidiyoruz ama Pain & Glory’de o yükü sonrasında sırtınızda taşımaya devam ediyorsunuz, bu garipliği ve kontrastı yaratan şey de budur belki. 


Alma Har’el’e tekrar dönersek, bu sene çoğumuz ismini ilk olarak, ödül dönemi boyunca kadın yönetmenlerin ismini hiçbir yerde göremeyince duyduk. Politik doğruculuk yapmadan gidersek, bu sene kadın yönetmenler için çok başarılı bir sene değildi ancak bazı başarısız erkek yönetmenlerin adaylıklara ambargo koyduğunu da gördük. Har’el hakkının yendiği söylenen yönetmenler içerisinde bana göre başı çekiyor zaten. Amerikan sineması içerisinden bu sene için yanına çok az ismi yanına koyulabilir. Kariyerinde ilk defa belgesel film dışında bir yapımda bulunan Har’el, görüntü yönetmeni Natasha Braier’ın de katkılarıyla, teknik açıdan kendi hikâyesi olmamasına rağmen, hikâyeyle bağ kuran bir anlatım ortaya çıkarmayı başarıyor. Honey Boy’un en güçlü yanı da zaten bu, karakterlerle aşırı doğal bir iletişimi olan kamera ve anlatım. Honey Boy belki yıllarca aklımızda kalmayacak, Alma Har’el’in sinema vizyonunu belirleyecek film de olmayacak ama Shia LaBeouf’ın kişisel hikâyesini, belki de Sean Baker’ın aklımıza soktuğu imajların da payıyla, tanıdığımız bir sinema dilinin eşliğinde, klişe bir hikâyenin farklı versiyonunu orijinal bir şekilde perdeye yansıtmasıyla, bir değer atfedeceğiz. 

Puanlama

7.5

7.5
Kullanıcı Oyu: ( 0 oy ) 0

Bir Cevap Yazın