Ana Sayfa Eleştiriler Le Havre (2011): Sarının Tonlarında Bir Arayış

Le Havre (2011): Sarının Tonlarında Bir Arayış

Le Havre (2011): Sarının Tonlarında Bir Arayış 7.5
0
(Yazıda filmin içeriğine dair, sürpriz bozabilecek bilgiler yer almaktadır)
Aki Kaurismäki, İskandinav Sineması’nın, nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden biri olarak anılır. Sosyolojik dinamiklere ışık tutma biçimi ve evrensel sinema diliyle, birçok farklı kitleye hitap edebilen yönetmen, soğuk insanlarıyla meşhur olan kuzey coğrafyasında anlattığı iç ısıtan hikayelerle de anlatısında kontrast oluşturur. İşçi sınıfının, toplumun görece daha alt kesiminin anlatıldığı filmleriyle bilinen Kaurismäki, anlatısını çok nahif ve sade bir sinemacılık üzerinden gerçekleştirir. Kaurismäki filmlerinde sıkça rastladığımız bazı temel öğeler vardır ve bu öğeler her filminde tekrar eder, bunları: Köpek, bol miktarda alkol tüketimi, yoğun miktarda sigara içen karakterler ve müzik gibi sayabilir, üzerlerine eklemeler de yapabiliriz. Aslında Kaurismäki için, günümüzün Ozu‘su demek pek de hatalı olmaz; zaten kendisi de sinema dilinin temel kaynağını Ozu olarak gösterir. Kaurismäki de tıpkı Ozu gibi, aslında hep aynı filmleri çeker. 64. Cannes Film Festivali‘nden FIPRESCI Ödülü ile ayrılan Le Havre de; yönetmenin, yine o hep aynı olan filmlerinden biri. Filmlerini üçlemeler şeklinde çeken yönetmenin, mültecilerin problemlerine odaklandığı, Liman Kenti Üçlemesi’nin ilk filmi olan Le Havre’yle; Kaurismäki’nin insana ve hayatın kendisine dair anlatacağı çok şey var.

Fransa’nın Le Havre kentinde yaşayan Marcel ve eşi Arletty, hayata ucu ucuna tutunmaya çalışan bir çifttir. Marcel, geçimini seyyar ayakkabı boyacılığı ile sağlar ve günlük rutinlerinden birinde yolu, kargo gemisinin içinde kaçak olarak ülkeye gelen Idrissa adlı mülteci bir çocukla kesişir. Bu sırada polis de Idrissa’yı aramaktadır. Marcel’in eşi Arletty ise, bilinmeyen bir nedenden ötürü rahatsızlanır ve hastaneye kaldırılır. Geçim sıkıntısı, Idrissa’yı polisten saklama çabası ve hasta eşi ile Marcel’i zor anlar beklemektedir… Kaurismäki, yine temel motifleri ve alışıldık sinema dilinden yola çıkarak oluşturduğu atmosferi sunuyor bize: İyi anlaşan ama geçim sıkıntısı çeken bir karı koca portresi, sıcak mahalle ortamı ve genelini, orta yaşın üzerinde insanların oluşturduğu film kadrosu. 

Açıkçası film Finlandiya yerine Fransa’da geçmesine ve konuşulan dil de Fransızca olmasına rağmen, Kaurismäki anlatım dilinden hiçbir şey kaybetmiyor. Kaurismäki‘nin atmosfer oluşturma ve olay örgüsü ile izleyici arasındaki samimiyet kurma becerisi yine üst düzeylerde. Film dar gelirli ama mutlu insanların o sıcak atmosferine davet ediyor bizi. Günümüzün git gide endüstriyel hale gelen ve kişiyi bireyselliğe sürükleyen dünyasında, var olmaya çalışan Marcel ve Arletty’nin mahallesine konuk oluyoruz. Diğer bir yandan da; üçlemenin de konseptine yönelik olarak, göçe ve insana dair birçok gerçeğe şahitlik ediyoruz. Idrissa’nın yabancı bir ülkedeki ürkek tavırları, ailesinden uzak olmasının getirdiği tedirginlik ve bir yetişkin için bile büyük sayılabilecek problemlerle baş etmeye çalışması, kuşkusuz ki filmin dramatik yönünü en çok besleyen unsurlardan biri. Toplumun ”farklı” olana yaklaşımı, gittikçe büyüyen ırkçılık problemi de filmde kendine yer edinen konulardan. Yine Arletty’nin ani hastalığı ve Marcel’in bu dönemlerdeki çaresizliği, mahallelinin de ona bu dönemdeki desteği, filmin bu yönünü besleyen diğer unsurlardan. Marcel, Idrissa’yı saklamaya çalışırken bir yandan da illegal yoldan, onu ailesine kavuşturmanın yollarını arar. Film de bizi bu maceraya ortak eder.

Teknik olarak tipik Kaurismäki kadrajlarına şahit olduğumuz filmde, 35 mm film ile nostaljik bir ton yakalanmış. Pastel tonlar ile filmin sıcak atmosferi güçlenirken, minimalist çizgiye uyan sade kamera kullanımı da filme çok yakışmış. Film sinematografik gücünü, değişen plan uzaklıkları veya radikal kamera kullanımından ziyade, yerinde ışık kullanımı ve muhteşem renklerinden alıyor. Filmin müzikleri de Kaurismäki filmlerinden alışıldığı üzere, bize eğlenceli dakikalar yaşatıyor.

Donuk suratlar üzerinden işleyen, klasik İskandinav Komedisi, filmde eğlenceli sahnelere vesile oluyor. Her ne kadar Le Havre, Kaurismäki’nin en komik filmlerinden olmasa da; yaşamın içindekilerden yansıttıklarıyla bile tebessüm ettirebiliyor. Marcel ile Idrissa arasında gelişen diyaloglar, kimi zaman hüzünlü kimi zaman da eğlenceli anlara tanık ediyor bizi. Aslında çocuk figürü, Kaurismäki filmlerinde çok aşina olduğumuz bir materyal değil. Filmlerinde, yaşadığı coğrafyanın da sosyolojik yapısına paralel olarak, genellikle yetişkinlere şahit olduğumuz yönetmen; bu filmde en önemli rollerden birine çocuk figürü yerleştirerek, aslında vermek istediği mesajı daha da etkili hale getiriyor. Umudun üzerine inşa edilen tema ise, birkaç karakterin değişen hayatı ile, özellikle de filmin sonuna doğru çok daha anlamlı hale geliyor.

Le Havre, belki en iyi filmlerinden biri diyemesek de; Aki Kaurismäki’nin yeni üçlemesi için hiç de fena olmayan bir başlangıç ve insanlığa dair önermeleriyle de etkileyici bir deneyim. Yazıda da belirtildiği üzere, Kaurismäki filmleri de tıpkı Ozu filmleri gibi aslında hep aynı filmler. Bu yüzden yönetmenin sinemasına başlamak isteyenler için, Le Havre iyi bir tercih olabilir…

Puanlama

7.5

7.5
Kullanıcı Oyu: ( 3 oylar ) 9.7

Bir Cevap Yazın