Ana Sayfa İnceleme Marriage Story (2019): Bitmiş Bir Evliliğin Anatomisi

Marriage Story (2019): Bitmiş Bir Evliliğin Anatomisi

Marriage Story (2019): Bitmiş Bir Evliliğin Anatomisi 9.8
1

Birini sevmek için baba olmaya dair her şeyi, gece geç saatte uyanmak gibi herkesin sevmediği şeyleri bile sevmesi yeterli mi? Belki de her zaman güzel giyinmeyi başarabilmesi veya film izlerken kolayca ağlayabilmesi yeterlidir. Peki ya dişinizde yemek kaldığını her söylediğinde size kendinizi kötü hissettirmemeyi başarabilmesi? Marriage Story’de Scarlett Johansson’ın canlandırdığı Nicole için bunlar yeterli. Peki ya bir evliliğe devam etmek için sadece eşinizi sevmek yeterli mi? İşte Marriage Story bu soruları soran ve cevapları ararken de merkezine aldığı iki karakteri tarafsızca dinlemeyi başaran bir film. Açılış sekansında odağındaki çiftin birbirlerini neden sevdiklerini bu şekilde uzunca anlattıkları film, daha o andan ilerleyen dakikalarda yaşayacağımız tüm duygulara işaret ediyor. Başrollerindeki Scarlett Johansson ve Adam Driver’ın devleştiği film, samimi, sade ve bir o kadar da duygusal bir anlatı sunmayı başaran bir başyapıt. Ve yılın belki de en iyi filmi!

Amerikan bağımsız sinemasının önemli isimlerinden biri olan Noah Baumbach, şu ana kadarki “en kişisel” filmini belki de en iddialı filmi haline getirmeyi başararak ödül sezonuna çokça dikkat çekerek girdi. Venedik Film Festival’inde galasını yapan filmin başrollerinde Adam Driver ve Scarlett Johansson bulunurken bu ikiliye Laura Dern, Merritt Wever gibi isimler de eşlik ediyor. Marriage Story’de yönetmen sadece kendi en iyi işini ortaya koymakla kalmıyor, başroldeki ikili başta olmak üzere tüm oyuncuları da en iyilerini sergilemeye iterek ortaya oldukça özel bir film ortaya çıkarıyor.


Marriage Story, izleyenlere boşanma eşiğine gelmiş bir çifti merkezine alan ve bunun üzerinden bir ilişkiyi tüm hatlarıyla inceleyen bir hikaye sunuyor. Bir tarafta LA’a taşınıp artık kendi için yaşamak isteyen Nicole varken diğer tarafta da New York’ta kalmaya devam etmek isteyen ancak oğlunu da kaybetmemek için savaşan Charlie var. İkisinin de yaptıkları seçimlerle ve davranışlarıyla empati kurabilirken trajikomik durumun içinde buluyoruz kendimizi. Her cümle, her diyalog bizi hem güldürürken bir yandan da üzebiliyor. Sakin anların çoğunlukta olduğu filmde yaşanan dev kavgalar ön plana çıkıyor ve sakin geçen her anın fırtına öncesi sessizlik hissi yaşatmasına neden oluyor.

“ I realized, I never really come alive by myself. I was just feeding his aliveness.”

“Asla kendim için yaşamadığımı fark ettim, sadece onun yaşamını destekliyordum.”

Nicole’un bu cümlesi karakterin hislerini hem oldukça iyi özetleyen çarpıcı bir cümle. Film bunun gibi inanılmaz diyaloglar ve monologlara sahip. Ancak bunları üst seviyeye çıkaran kişiler diyalogları beyaz perdeye taşıyan oyuncular. Adam Driver’ın en basit cümleleri bile duygu katarak aktarmayı başarması ve Scarlett Johansson’ın monologlardaki olağanüstü performansı gibi bir sürü etken ustaca yazılmış senaryoyu gözler önüne sererken filmi de zirveye çekiyor. Tabii ki ikilinin oyunculuktaki başarıları bunlarla da kalmıyor, film boyunca karakterlerin tüm yaşadıklarına ortak olmanızı, onlarla sempati kurmanızı ve her şeyi beraber hissetmemizi sağlayan muazzam oyunculuklar var karşımızda. Nicole’un kendini bulma ve hayatını istediği noktaya çekmedeki çabası, Charlie’nin oğluna iyi bir baba olduğunu göstermek için elinden gelen her şeyi yaparken zaman zaman bocalaması bizi etkilemeyi başarıyorsa bu tamamen Driver ve Johansson’dan kaynaklanıyor. İkisi de muhteşemler!

Başroldeki ikiliye eşlik eden Laura Dern’in ise onlardan aşağı kalır yanı yok, kendisi filmin en iyi performanslarından birini sergiliyor. Big Little Lies’ta canlandırdığı Renata Klein’i andıran Nora adındaki bir karakterle karşımızda olan Dern, özellikle Johansson’la birebir olan sahnelerinde dikkat çekiyor. Nicole ile Charlie’nin arasında geçenler filmin temelini oluştursa da filmde en öne çıkan sahnelerden biri Nora ile Nicole’un yakınlık kurdukları sahne. Johansson’ın ekranda Dern’le olan uyumunun en az Driver ile olan uyumu kadar iyi olduğunu söylemek lazım. Bu durum da ortaya izlemesi oldukça keyifli sahnelerin çıkmasını sağlamış. Laura Dern’in ustalıkla canlandırdığı bu rolle artık Oscar’ı almasının zamanı geldi belki de.

Baumbach’ın asla gerçekçilikten uzaklaşmayan hikayesi, samimiyetini de bir an olsun kaybetmiyor. Komik, duygu yüklü ve içten diyaloglarıyla sizi kendine bağlayan film, Baumbach filmografisine inanılmaz birkaç monolog daha ekliyor. Laura Dern ve Scarlett Johansson’ın bu filmdeki monologlarını Frances Ha’da Greta Gerwig’in muazzam “What I Want? (Ne İstiyorum?)” monoloğunun yanına koymak mümkün. Baumbach’in etkileyici monologları ile oyuncuların bunları sunmadaki başarısı bir araya gelince izleyenleri ekrana tamamen çeken anlar ortaya çıkıyor. Ancak bunlar filmdeki akıllardan çıkmayacak sahnelerden sadece birkaçı.

Richard Linklater’ın Before serisine benzer hisler veren ve tıpkı oradaki gibi gerçekçi bir ilişki anatomisi yaratan Marriage Story, Noah Baumbach’e özel detaylar da içermiyor değil. Before serisinde Jesse ve Celine’in ilişkilerini üç filmde, hayatlarının farklı üç döneminde izleme şansı bulurken Marriage Story’de bir ilişkinin sonuna tanık oluyor ve geçmişi, tüm yaşanmışlıkları ana karakterlerden dinliyoruz. İlişkilerinin detaylarını, geçmişi anlatırken Johansson ve Driver’ın anlatıcı olarak bize filmin merkezindeki çiftin yaşadıklarını hissettirebilmeleri, o sahici ilişkiyi yaratabilmeleri ve karakterlerle empati kurmamızı sağlayabilmeleri ise filmin en özel yanlarından biri.

Ethan Hawke’ın tanımladığı gibi Before serisinin üç filmine yayılan ilişkiye dair “ne olabilir”, “ne olmalı” ve “ne oldu” fikirleri ise burada bir filmde birleşiyor. Ve Baumbach bunu çiftimizin ilişkilerine dair tüm detayları muazzam bir şekilde harmanlayarak yapmayı başarıyor. Filmde Nicole ve Charlie’in aşkının gelişimini dışarıdan gözlemlemek yerine onlardan dinliyoruz ve hikayelerin iki tarafını da onların bakış açılarıyla görebiliyoruz. Tıpkı Before serisindeki gibi iki tarafın hikayede eşit ağırlığa sahip olması ve kendilerini serbestçe anlatabilmeleri hikayeyi daha çekici hale getiriyor.

Marriage Story de ön plana çıkan sahnelerden biri ise büyük bir kavga sahnesi, tıpkı Before Midnight’ta olduğu gibi burada da bu sahne çiftin gerçek hislerini ortaya koymalarını, kendilerini rahatsız eden şeyleri açıkça söylemelerini ve bir nevi evliliklerinde yaşadıkları iletişim sorununun ötesine geçip birbirlerine tamamen dürüst olmalarını sağlıyor. Ve bu kavga sadece boşanma sürecinde değil aralarındaki ilişki için de kritik bir nokta oluyor çünkü artık her şey ortaya koyulmuş oluyor. Filmin sonlarında ise çiftin ilişkilerinin bitmesine rağmen aralarındaki bağlantının nasıl devam ettiğini görüyoruz. Bu bağı veren küçük detaylar ise filmi çok özel hale getiriyor.

Boşanma portresi ortaya koymak isteyen başka bir film olsa dram dolu olacakken Marriage Story’de ağlamaktan gülmeye geçmeniz için bazen bir kelime bazen de bir hareket yeterli oluyor. Baumbach’in sade ve samimi bir anlatıma sahip filmi seyirciye olabilecek tüm duyguları yaşatmayı başarıyor ve bunu ustalıkla yapıyor. Ayakkabı bağlamak, saç kesmek gibi sıradan şeylere bile büyük anlam yükleyebilen, küçük çaplı ancak dev hissettiren bir film bu. Baumbach’in Frances Ha’dan beri en iyi işi olan Marriage Story, sadece Adam Driver ve Scarlett Johansson’ın kariyerlerinin en iyi performanslarını görmek için bile izlenebilir. Ya da Adam Driver’ın “Being Alive”ı söylediği o müthiş sahne için bile. Son yılların en etkileyici filmlerinden birini kaçırmak istemezsiniz!

Puanlama

9.8

9.8
Kullanıcı Oyu: ( 3 oylar ) 7.8

Yorum(1)

Bir Cevap Yazın