Seberg (2019): “Aziz Joan”un Küllerinden Aziz Seberg’e Uzanan Bir Mücadele
Film, Otto Preminger‘ın Saint Joan (1957) filminde oynayan Seberg’in canlandırdığı Joan karakterinin yakıldığı sahneyle açılır. İngiltere-Fransa arasındaki Yüzyıl Savaşları’nda Fransa için mücadele veren ve aziz bir kurtarıcı olarak görülen Jeanne d’Arc’ın, İngilizler tarafından yakalanıp kötü kalpli bir cadı olduğu gerekçesiyle yakılma hikâyesine odaklanır. Seberg filmi, Aziz Joan’daki bu yakılma sahnesinde yükselen alevler nedeniyle gerçekten yanma tehlikesi geçiren Seberg’i gösterir. Bu dakikadan itibaren yönetmen Andrews, bir bakıma güzel oyuncunun aktivist kişiliğiyle atılacağı ateşin sinyalini vermiş olur.
Seberg’in “ateşe atlama”sı, 1968’lerde tüm ezilen sınıfları etkisi altına alan Paris Öğrenci Hareketleri’nin başladığı sırada oyunculuk denemesi için Hollywood’a gittiği uçakta başlar. 60’ların politik ikliminde kendisi gibi aktivist olan ünlü yazar Romain Gary ile evli olan Seberg, bindiği uçakta Hakim Jamal (Anthony Mackie) ile tanışır. Siyah haklarının ateşli bir savunucusu olan Black Panther örgütünün önemli isimlerinden biri olan Jamal, FBI’ın takibindedir. Hava alanında kendisini karşılamaya gelen kameramanlara, Siyah Panterlere katılarak poz veren Seberg, FBI için başlarda sadece sansasyon peşinde olan güzel bir kadından ibarettir. Fakat Seberg’in, bu örgüte maddi ve manevi yardım yapmaya başlaması, odak noktası olmasına neden olur. J. Edgar Hoover tarafından yönetilen FBI, genç kadını topluma örnek olmaması için korkutmaya başlar. Evinin en ücra köşesinden, gittiği otel odasındaki yatağın altına kadar her yere ses kaydı yerleştiren FBI, bu uygulamalarla Seberg’in paranoyaya kapılmasına neden olurken, mahremiyet ilkesini aşarak genç kadını adeta taciz eder.
Bu noktada filmin en büyük kusurlarından biri, başlarda cesur ve korkusuz olan Seberg’i, zamanla kırılgan, zayıf ve korkak göstermesi. Bu denli gözetim ve denetim altındaki bir kadının, hayatından şüphe etmesi anlaşılabilir bir durum iken, odak noktasının Seberg’in, Jamal ile olan ilişkisinin yanı sıra başka insanlarla olan ilişkisine odaklanması Seberg’i başına gelenlerden sorumlu tutacak bir izleyicinin oluşmasına zemin hazırlıyor. Öyle ki, Seberg dahi, bebeğini kaybettiği için kendi aktivist kişiliğini suçlamaya başlıyor. Bu durum, son derece başarılı, yıldız bir oyuncunun ölüme giden yolda, asıl suçlunun üzerini örten bir yaklaşım içeriyor. Bu yaklaşımı, FBI’a hizmet ederek Seberg’in her anını dikizleyen Jack Solomun (Jack O’ Connell)’un, günah çıkarma sahnesiyle daha da pekişiyor.