“Aşağılık kompleksleri zihinde boşluk açar, ben de o boşlukları doldururum.”
Gerçekleri savuruşturup duran bu maske sadece erteler. Oysa gerçekler hep aynıdır ve duygularının, düşüncelerinin, sesinin değiştiğini düşünen Okuyama kendi benliğinden kaçamamaktadır. Kendi benliğinden kaçamayan Okuyama’nın kişiliği de artık önemsiz hale gelir ve nefes alan, yemek yiyen, düşünen, tat alan, sevişen artık o maskedir. Sığındığı maske, bir anlaşma yaparak yüzüyle ruhunu değiştirme transmisyonuna olanak sağlamıştır sadece. Determinizm kapsamında gerçeklerle mücadele etmeyen ve hayat akışına kendi fenomenololjisini sığdıran Okuyama artık gerçekliğin çok ötesinde, bir düşüne sisteminin içinde sıkışıp kalmıştır. Kendi varlığını hissedemeyen Okuyama, maskenin yaşantısına göre hareket eden bir bedendir artık. Bu beden hiçliğin en karanlık zamanına gitmiş, geriye ise gerçekleri örten bir maske kalmıştır. Okuyama maskeyle tanışmadan evvel;”
Medeniyet ışığa muhtaç. Gece bile. Yüzü olmayan bir adam ise karanlığın dünyaya egemen olduğu zaman kendini özgür hisseder. Açığa çıkmış balıklar bu yüzden komiktir.” diyerek; aslında kendini farkındalığını çoktan ortaya koymuştu. Karanlığın ve izole yaşamın onu garip bir şekilde özgürleştirebildiğini hisseden Okuyama, özgürlüğü dışarıda arar bir süre sonra. Bu sefer de maske vasıtasıyla, özgürlüğün esiri haline gelmiştir. Yüzünün kapanmasıyla ruhunun da çürüdüğünü düşünür, oysa yüzünün gerçekleri örtüldüğü vakit o çürüme başlamaktadır. Sargı bezi onun varlığını tastamam hissettirirken, fiziki görünüşünü estetik hale getiren maske ise varlığını alıp götürmüştür ondan. Daimi yalnızlığı normalleşmiş, çağın hastalığı olan yalnızlığından da utanmayacak duruma gelmiştir tıpkı psikiyatristinin de ona söylediği gibi.
Sonuç olarak, maske kendi hayatını yaşamaya başlamıştır ve gerçekten de kişilik görünüşü değiştirmediği sürece, görünüş kişiliği değiştirmektedir.
“Maskelerini takıp yalanlarına sığınarak kendi mezarını kazanlara ithafen.”