Ana Sayfa Eleştiriler Çizgili Pijamalı Çocuk / The Boy in the Striped Pyjamas (2008)

Çizgili Pijamalı Çocuk / The Boy in the Striped Pyjamas (2008)

Çizgili Pijamalı Çocuk / The Boy in the Striped Pyjamas (2008)
0
Bir çocuğun gözlerinde masumiyet asla kaybolmaz. Bir çocuk için esir olmak demek, çizgili pijama giyip üzerlerindeki numaralara göre bir oyuna dahil olmaktır. Ve çocuk için esaretlik, gittiği yer bir esir kampı bile olsa, olan biteni algılayamayıp oyun arkadaşları bulmaya çalışmaktır. Çünkü büyüdükçe kararır görüşler, değişir tüm bakılan açılar ve masumiyet de en derinlere gömülüp çürümeye bırakılır.
Edwin Starr sorar: “Savaş ne işe yarar?” ve sonra yine kendisi cevaplar:”Kesinlikle hiç bir işe.” Dünya tarihi boyunca savaşanlar insanlar, kazananlar devletler. Ama ölen… Geri kalan herşey… Bu durumda da işte en çok masumiyet…

Çizgi pijamalı çocukların bu dünya üzerinde ne kadar oynayabilecek fırsatları oldu acaba? Esir edildikleri çalışma kamplarını o saflıklarıyla kendi oyun alanlarına çevirebildiler mi ya da kendi oyuncak hikayelerini yazabildiler mi? Yoksa ya bir el arabasında taş taşıyıp ya da boyları kadar bir tahtayı sırtlarına mı yüklemek zorunda kaldılar? Peki ya bizim dillendiremediğimiz, fotoğrafları görünce tüylerimizi diken diken eden, dünyanın bütün oyun alanları onların olabilecekken birkaç metrekarelik odalarda yüzlerce insanla yaşayan çocuklar… En kötüsü de, bu dünya üzerindeki en güzel kokuya sahip yıkamaya kıyılamayan ama gaz odalarında sahte duş başlıklarının altında canlarına kıyılan bebekler…

MV5BNWM4ZTJmNDgtMTNmNS00YzVhLTg2YzMtYjgzOGJiNWFlYTk5XkEyXkFqcGdeQXVyMjMxMDgyNzU@._V1_SY1000_SX1500_AL_
Bütün bunları bilerek, yaşananlar hakkında filmler izleyerek tüm bunlara şahit olabiliyoruz ama onların hissettiklerini ise hiçbir zaman hissedemiyoruz. Çizgili pijamalı çocuk ise bize bir çocuğun gözünden savaşın ne kadar da anlamsız ve anlaşılmaz bir şey olduğunu gösterebiliyor. Çünkü dünya bir savaş değil, onların oyun alanı. O yüzden ne savaşı ne de yaşananları anlamak zorundalar.
Filmin baş karakteri Bruce da hiç anlamıyor zaten. Çiftçiler neden pijama giyiyor, neden onun çiftlik sandığı ama aslında esir kampı olan yerdeki çocuklarla oynamayacakmış? Ama o bir çocuk ve her zaman için bir yolunu bulup ona yapma denileni yapacaktır. Çünkü dünyanın en büyük kaşifi olup kendi yaşıtında iyi bir Yahudi bulmuştur.

MV5BY2M1MmY3MjQtMmFhMC00ZTgxLWEzY2UtNjU1ZjA0MzQ0YzZmXkEyXkFqcGdeQXVyNzIyMTA4MjA@._V1_

Rüzgarda salınan bir Nazi bayrağı filmin açılışını yapıyor. Bruno’nun, görevlerine ve emirlere sonuna kadar bağlı olan, babasının Nazi Almanya’sından Polonya’ya görevlendirilmesi ile ailenin hayatı, değişim sinyallerini vermeye başlamış oluyor. Çünkü geldikleri yer, insanlığın o topraklar üzerinden çoktan yok edildiği bir yer.

Olayların içine girdikçe Bruno’nun annesi de savaş sandığı şeyin ve kocasının esas yüzünü görüyor. Ülkesi için istediklerinin bu yolla elde edilmesine o da katlanamıyor. Ama kendi çocuklarını böyle bir vahşetin ortasından kaçırmaktan başka yapacak hiçbir şeyi yok.

Annesi ile babasının kavgalarına şahit olan Bruno’nun ise aklı karışıyor. Savaşta kim dost kim düşman? En önemlisi de babası iyi biri mi kötü mü? Ama Bruno’nun yaşıtı olan esir kampındaki arkadaşı Shmuel’in ona bir kez gülümsemesi bile onun dost olduğuna karar vermesine yetiyor. Bundan sonra da mutfaktan gizlice yemek alıp kaçarak Shmuel’le vakit geçirmeye başlayıp aralarında tel örgü olsa bile oyunlar oynuyorlar.

MV5BZjk0YTU1YWEtYWQ2Mi00ODhhLTk2ZTUtYjQ2YTQ2ZTNiODU5XkEyXkFqcGdeQXVyNzIyMTA4MjA@._V1_
Peki öyle bir zamanda ve koşullarda bu arkadaşlık nereye kadar sürebilir? İkisi de çoz azimli, çünkü birbirlerini kaybetmek istemiyorlar. Bir zaman geliyor ki aralarındaki tel örgüyü bile aşabiliyorlar. Ama savaşta insanlıktan bahsedilemez, çocuk olmanın anlamı yitirilir ve doğuştan belli bir kimliğe sahipsen masum olmanın esamesi okunmaz. Bütün bunlardan dolayı da sonunda Shmuel ve Bruno, çok farklı bir yola iteleniyor.

2008 İngiltere yapımı, aynı adlı romandan uyarlama olan filmin yönetmenliğini Mark Herman üstlenmiş. Başroldeki Bruno karakterine bürünen çocuk oyuncu ise, bu filmle daha o yaşta oyunculuğunu kanıtlayıp, daha sonra Martin Scorsese’nin 5 Oscar ödüllü filmi Hugo’da Hugo Cabaret’i canlandıran Asa Butterfield. Savaş bile denemeyecek vahşetin en korkunç yüzüne, ama bir çocuğun ise en saf düşüncelerine tanık olmak için izlenebilecek bir dönem filmi.

Öznur Singin 90 yılında dünyaya gelme ayrıcalığını elde edenlerdenim. Okumayı “Deniz Kızı” masalı ile söktükten sonra sevmeye “Çocuk Kalbi” ile başladım. Filmlerin büyülü, farklı boyuttaki dünyasına adım atmam, aynı zamanda ilk defa sinema salonuyla da tanışmamı sağlayan “Leydi ve Sokak Köpeği” oldu. Şimdi ise Biyomühendislik lisansımı tamamladıktan sonra okumalara doyamadığım için devam ettiğim yüksek lisansın yanı sıra film yazıları yazıyorum ve sevgili yazar arkadaşlarım iyi ki beni aralarına almışlar diyorum. Charlie Chaplin demiş ki “Bir filmi herkes anlayabilir, sinema herkes içindir”. O zaman izleyelim, izlettirelim ve sonra da yazalım. Çünkü yazmasaydık deli olacaktık.

Bir Cevap Yazın