Michael Radford yönetmenliğindeki Venedik Taciri, Shakespeare’in aynı isimli tiyatro oyunundan uyarlanmış 2004 yapımı filmdir. Bu filmle ilgili pek çok eleştiri okumuş olabilir, görüş duymuş olabilirsiniz ve duyduğunuz şeylerden biri de muhtemelen, filmin yetersiz olduğudur. Çünkü orijinal eser çok başarılı. Fakat ben bu kanının aksine, filmin sıradan bir film gibi değil tiyatro perdesi sahneleri gibi olmasından; öfkelendirmesinden, bütünlüğü bozmadan pek çok insanın öyküsünü anlatmasından ötürü çok etkilendiğimi itiraf ederek başlamalıyım.
Hikâye, Venedik’te, Yahudilerin ötekileştirildiği, kamusal haklardan mahrum bırakıldığı ve azınlıkları gözetim altında tutmak için baruthanenin yanında oluşturulan, kötü koşulların hakim olduğu Getto isimli mahallede yaşayarak belirli saatlerde dışarı çıkabildiği 1596 yılında başlıyor. İbranice bir sözcük olan Getto, ilk kez Venedik’teki baruthanenin yanına kurulmuş ve daha sonraları bütün Avrupa şehirlerinde yaygınlaşarak Yahudilere ayrılan ikamet mahallelerinin ismi olmuş.
Esere ismini veren Venedik Taciri Antonio (Jeremy Irons) , arkadaşı Bassanio’ya (Joseph Fiennes) umutsuzca aşıktır. Bassanio ona gelir ve Belmont’ta yaşayan güzel, zengin bir kız olduğunu, ona ulaşmak için paraya ihtiyaç duyduğunu anlatır. Shylock (Al Pacino) onlara 3 ay vade ile 3 bin duka borç verir fakat geri ödenmemesi durumunda istediği bedel çok ağırdır.
Bu noktadan sonra 3 öyküyü bir arada izliyoruz, Antonio’nun Bassanio’a aşkı ve fedakarlığı, Bassanio ve Portia, Shylock’un onuru… Siz hangisi ile özdeşir, yakın hissederseniz ana tema sizin için o oluyor adeta. Kendi penceremden, hislerimden yola çıkarak, bu öykünün Shylock’un gururu, onuru için verdiği mücadelenin öyküsü olduğunu söyleyebilirim.
DÜNYEVİ GÜÇLER, MERHAMET ADALET İLE BİRLEŞİRSE GÜÇ OLUR
Shylock, ezilen gururu için duyduğu öfke ekseninde, Hristiyan asilzadelerle verdiği mücadelede yalnızdır. Bu dönemde insanlar hayvan alır gibi insan satın alıyor, köle ticaretinde kullanıyor, mahkemeler bunu hoş görüyor. Fakat Shylock, yalnızca Yahudi olduğu için türlü zorbalıklara maruz kalıyor. Bu sebepten ötürü, Shylock’un Antonio’dan borç karşılığı istediği bedel, paragöz ya da taş kalpli olmasından dolayı değil, Antonio’un kendisini aşağılamasından dolayı. Bu, intikam için acı bir isteğin hikâyesi. Vazgeçmesini söyleyen insanlara, “bana vurursan canım acır, gıdıklarsan gülerim, aynı mikroptan hasta olup aynı ilaçlarla iyileşiyoruz, vazgeçemem çünkü beni aşağıladı, yüzüme tükürdü neden çünkü Yahudiyim” diyor. Al Pacino bu sahneleri adeta yaşıyor. Öyle ki gözlerindeki öfkeyi, üzüntüyü, yalnızlığı kalbinize geçiriyor.
Bugüne kadar Yahudi karşıtlığı ile ilgili çokça eser yapıldı, bu eserin ana teması bu olmamasına rağmen sanırım ben bu ayrımı en çok bu eserde hissedebildim çünkü bu ötekileştirmeyi; aşırı dramatize etmeden, vurgulamadan sunuyor. Hristiyan olmak çok kutsal, Yahudilik utanç verici. İnsanlar ötekileştirildiği için kendi kabuklarında, duvarlarla yaşıyor, ama zaten normali bu. Günlük hayatın çok olağan bir parçası olarak yansıttığından mıdır, göze çomak sokar gibi anlatmayışından mıdır dersiniz, siz bunları da görüp öfkeleniyorsunuz. İstenmeyeni, sevilmeyeni hissediyorsunuz. Bu bakımdan da filmin, “uyandırıcı” bir yapım olduğunu söyleyebiliriz.
Shakespeare’in alışık olduğumuz ögeleri bu yapımda da karşımızda. Gizli eşcinsellik, aşk , bir karakterin karşı cins kılığına girerek olayın seyrini değiştirmesi, tragedya, komedya.
Shakespeare’in, tam bir dil cambazı olduğunu ve İngilizce’ye sayısız kelimeler kattığını biliyoruz. “Jessica”, tarihte ilk kez bu eserde kullanılmış ve daha sonra bu sözcük isimleşmiş.
Her kim olursa olsun, Shylock ile özdeşebilir çünkü Shylock anlaşılabilir bir insan; hayatını idame etmeye çalışan, öfkeli, sinir bozucu, gururlu.. Bizim gibi. Shyock’un kalbi gerçekten yaralı bir gurur duvarı.
Uyandırdığı hisler ile, tarihi ögeleri başarılı taşıması, oyuncu kadrosu ve şiirselliği ile zenginlerin masalı Venedik Taciri. Hangi karakterin masalına kendinizi kaptırırsınız bilmiyorum fakat her yönü ile görülmeye değer bir şaheser.