Ana Sayfa İnceleme The Tragedy of Macbeth (1971): İçimizdeki Şeytan

The Tragedy of Macbeth (1971): İçimizdeki Şeytan

The Tragedy of Macbeth (1971): İçimizdeki Şeytan 7.5
0
William Shakespeare, tiyatro salonlarında en çok sahnelenen oyunların sahibi olsa da metinlerini hakkını vererek sahneye koymak, oynamak bütün sanatçılar için büyük bir testtir. Aynı zorluk sinema sanatında katlanarak etkisini gösterir. Tiyatro salonunda abes durmayacak bir sahne beyaz perdede eğreti durabilir. Yönetmenin ilk misyonu mizanseni gerçekçi kılmak, tiyatralliğini biraz olsun törpülemektir. Fazla lirik sahneler, uzayan tiratlar seyirciye izlediğinin sinema filmi olduğunu unutturabilir. Bir bakıma sinema yönetmeninin işi tiyatro yönetmeninden daha zor görülebilir. Shakespeare uyarlamaları söz konusu olduğunda sinemada henüz bir başyapıt izleyememiş olmamız bu zorlukların tezahürüdür.

Fair is foul, foul is fair

Shakespeare’in alametifarikası olarak sayabileceğimiz iyi ve kötünün birbirine karıştığı bir evrende, insan olmanın trajedisini, bu iki kutup arasında gidip gelmenin mecburiyetini yaşayan karakterlerin iç savaşıdır ana tem. İnsanoğlunu ve dolayısıyla yaşamı karmaşıklaştıran yegane itki. Filmin henüz başında cadıların ağzından aynı anda çıkan bu tek cümlelik özet, Shakespeare’in Doğu felsefesi ile ilişkisini, birbiri içinde dönen, dönüşen, değişen aydınlık ve karanlık tarafları yani Yin ile Yang’ı anımsatır.


Rosemary’s Baby 
(1968), Chinatown (1974), The Pianist (2002) filmleri ile ünlenen Leh yönetmen Roman Polanski, görece az bilinen Macbeth uyarlaması ile yukarıda bahsettiğim zorluğu aşmayı bir nebze olsun başarır. Baştan sonra hâkim olan karamsar atmosfer Macbeth’in trajedisinin, gelecekteki kara bulutların erken habercisidir. Buna ilaveten Lady Macbeth ve kocası arasındaki sahnelerde, Jon Finch ve Francesca Annis‘in başarılı oyunculukları, filmin diğer Shakespeare uyarlamalarından ayrı bir yere konumlandırılmasını sağlar. Filmin ders niteliğindeki girişinde; üç cadı sahilde toprağı kazar, bir kolu ve hançeri gömer. Anlaşılmaz sözler fısıldarlar ve uzaklaşırlar. Sisin ortasında bir çatışma yaşanır, kılıç sesleri, haykırışlar, at kişnemeleri birbirine karışır. Sesler kesilir, sis dağılır ve ölü, yaralı bedenlerle dolu savaş meydanı bizi karşılar. İskoçya kralı III. Duncan, savaş meydanına gelir ve olan biteni öğrenir. Macbeth ve Banquo’nun komutanlık ettiği ordusu, ayaklanan Norveç ve İrlanda güçlerini bozguna uğratır. Artık ikisi de yeni unvanlarını, yeni kalelerini hak etmişlerdir.

Macbeth’in vahim yazgısı ile ilgili ilk mesaj doğadan gelir. Savaştan dönen Macbeth ve Banquo’yu, yağmurlu, kasvetli bir hava ile karşılar. Macbeth’in cadıları sahne alır. Üç cadı da ayrı hitaplarla selamlar Macbeth’i; ilki Glamis Beyi olarak, ikincisi Cawdor Beyi olarak, en yaşlı ve bilge görünen üçüncüsü ise geleceğin kralı olarak. Çok geçmeden, bir sonraki sabah Macbeth’e Cawdor Beyi olduğu bildirilir ve kehanetin ilkinin tutması Macbeth’in sonunun başlangıcıdır.

Kaderini cadıların ağzından duyan Macbeth, eski Macbeth değildir artık. İçine kurt düşmüştür ve karısı da onu bu yola doğru itmektedir. Lady Macbeth’in gaddar planı hazırdır bile. Esasında Shakespeare’in anlatmak istediği, her insanın gizli tutkusu olan, ruhunun derinliklerinde saklanan iktidar arzusunun nasıl ortaya çıktığıdır. Bir yandan kaderci iken bir yandan kader üstü bir anlatı vardır. Kehanetini işitse de eylemi gerçekleştirmek Macbeth’in elindedir, yani kaderini kendi çizebilir. Görülür ki Macbeth çizemez, Macbeth hırslarının kurbanı olur sonunda. Fakat bu oyunu/filmi izleyen seyirci hırslarından kaçabilmeli, onları baskılayabilmelidir. Shakespeare bunu ister en azından fakat bunu hangi insan başarabilir? Shakespeare insan ruhu konusunda iyi de bir eğitmendir aynı zamanda. Çünkü iyi kötüdür, kötü iyidir bu evrende.

Banquo’nun hayaletinin ziyafet sırasında Macbeth’e görünmesi, oyunun en can alıcı sahnesidir. Polanski bu sahneyi hakkını vererek çekmeyi başarır. Bundan sonra Macbeth ile birlikte karısının delirme süreci de hızlanır. Filmin ismindeki ‘kanlı taht’ simgesinin anlam bulması da devamında Lady Macbeth’in ‘kanlı eller’ simgesi ile lanetlenmesi ile olur. Macbeth’in cinayet hançerini kralın yanında unutması sonucu, Lady Macbeth hançeri alır ve suçlu olarak göstermek istedikleri muhafızların yanına bırakır. Artık hem hakiki hem de mecazi olarak onun ellerine de kan bulaşır, katil iki kişidir. 


İktidarı elde tutabilmek, onu ele geçirmekten daha zordur. Macbeth, kral katili olmanın vicdan azabı ile yaşayamaz, önce karısı sonra kendisi delirir. Bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir. Halkın krala inancı gittikçe azalır ve kaçınılmaz son yaklaşır. 

Yaşam bir kaçığın anlattığı bir masal; şamata ve öfke dolu, hiçbir anlamı yok.”

Karısı kuleden atlayarak intihar ettikten sonra Macbeth’in meşhur tiradında geçen cümle, onun hayattan çıkarabildiği yegane sonuçtur. Macbeth’in nasıl kral olduğunu izleriz. Peki, Macbeth neden kral olmuştur? Cadıların kehanetini duymamış olsa yine de kral olmak ister miydi? Macbeth kral olması gereken bir kişi midir? Macbeth sıradan bir ordu komutanı olarak yaşasaydı ömrü tasasız, daha mutlu geçecek midir?

Puanlama

7.5

7.5
Kullanıcı Oyu: ( 2 oylar ) 7.2

Bir Cevap Yazın