
“Fair is foul, foul is fair“
Shakespeare’in alametifarikası olarak sayabileceğimiz iyi ve kötünün birbirine karıştığı bir evrende, insan olmanın trajedisini, bu iki kutup arasında gidip gelmenin mecburiyetini yaşayan karakterlerin iç savaşıdır ana tem. İnsanoğlunu ve dolayısıyla yaşamı karmaşıklaştıran yegane itki. Filmin henüz başında cadıların ağzından aynı anda çıkan bu tek cümlelik özet, Shakespeare’in Doğu felsefesi ile ilişkisini, birbiri içinde dönen, dönüşen, değişen aydınlık ve karanlık tarafları yani Yin ile Yang’ı anımsatır.
Rosemary’s Baby (1968), Chinatown (1974), The Pianist (2002) filmleri ile ünlenen Leh yönetmen Roman Polanski, görece az bilinen Macbeth uyarlaması ile yukarıda bahsettiğim zorluğu aşmayı bir nebze olsun başarır. Baştan sonra hâkim olan karamsar atmosfer Macbeth’in trajedisinin, gelecekteki kara bulutların erken habercisidir. Buna ilaveten Lady Macbeth ve kocası arasındaki sahnelerde, Jon Finch ve Francesca Annis‘in başarılı oyunculukları, filmin diğer Shakespeare uyarlamalarından ayrı bir yere konumlandırılmasını sağlar. Filmin ders niteliğindeki girişinde; üç cadı sahilde toprağı kazar, bir kolu ve hançeri gömer. Anlaşılmaz sözler fısıldarlar ve uzaklaşırlar. Sisin ortasında bir çatışma yaşanır, kılıç sesleri, haykırışlar, at kişnemeleri birbirine karışır. Sesler kesilir, sis dağılır ve ölü, yaralı bedenlerle dolu savaş meydanı bizi karşılar. İskoçya kralı III. Duncan, savaş meydanına gelir ve olan biteni öğrenir. Macbeth ve Banquo’nun komutanlık ettiği ordusu, ayaklanan Norveç ve İrlanda güçlerini bozguna uğratır. Artık ikisi de yeni unvanlarını, yeni kalelerini hak etmişlerdir.
Banquo’nun hayaletinin ziyafet sırasında Macbeth’e görünmesi, oyunun en can alıcı sahnesidir. Polanski bu sahneyi hakkını vererek çekmeyi başarır. Bundan sonra Macbeth ile birlikte karısının delirme süreci de hızlanır. Filmin ismindeki ‘kanlı taht’ simgesinin anlam bulması da devamında Lady Macbeth’in ‘kanlı eller’ simgesi ile lanetlenmesi ile olur. Macbeth’in cinayet hançerini kralın yanında unutması sonucu, Lady Macbeth hançeri alır ve suçlu olarak göstermek istedikleri muhafızların yanına bırakır. Artık hem hakiki hem de mecazi olarak onun ellerine de kan bulaşır, katil iki kişidir.
İktidarı elde tutabilmek, onu ele geçirmekten daha zordur. Macbeth, kral katili olmanın vicdan azabı ile yaşayamaz, önce karısı sonra kendisi delirir. Bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir. Halkın krala inancı gittikçe azalır ve kaçınılmaz son yaklaşır.
“Yaşam bir kaçığın anlattığı bir masal; şamata ve öfke dolu, hiçbir anlamı yok.”
Karısı kuleden atlayarak intihar ettikten sonra Macbeth’in meşhur tiradında geçen cümle, onun hayattan çıkarabildiği yegane sonuçtur. Macbeth’in nasıl kral olduğunu izleriz. Peki, Macbeth neden kral olmuştur? Cadıların kehanetini duymamış olsa yine de kral olmak ister miydi? Macbeth kral olması gereken bir kişi midir? Macbeth sıradan bir ordu komutanı olarak yaşasaydı ömrü tasasız, daha mutlu geçecek midir?