Ana Sayfa Eleştiriler Aftersun (2022): Sıradanlığın Hüznü

Aftersun (2022): Sıradanlığın Hüznü

Aftersun (2022): Sıradanlığın Hüznü
1

Aftersun, bir el kamerasının oradan oraya salınan en sıradan hareketleriyle, vizörünün çerçevelediği en sıradan imajlarla, sevdiğimiz biriyle geçirilen en sıradan anların hatırasına yazılmış bir şiir gibi. Durdukça zihnimizin içinde demlenen, genişleyen ve nüfuz eden bir şiir. İskoçyalı yönetmen Charlotte Wells’in ilk uzun metrajı olmasına rağmen olgun ve özgün aktarımı ve 90lar estetiğinden mülhem güçlü görsel dünyasıyla kendisine hayran bırakan Aftersun’da kusur bulmak çok zor. Aramak da nafile zaten. Film baştan sona basitliğin, minimalizmin ve sıradanlığın bir gövde gösterisi adeta. Gücü de buradan geliyor, hayatın tam da içinden olmaktan. Aftersun’ın hikayesinde inişli çıkışlı, maceralı, bulmacalı, şaşırtmacalı bir olay örgüsüne yer yok. Yalnızca bir baba ve kızın beraber geçirdiği tatilin, bazen neşeli bazen buruk ama bir şekilde hep yan yanalığın kıymetini bildikleri anlarını gösteriyor film.

Ayrıca İlginizi Çekebilir: TIFF Notları 7,8 ve 9: Triangle of Sadness, No Bears ve Daha Fazlası

Genç baba Calum rolünde Normal People dizisinin yıldızı Paul Mescal yer alırken kızı Sophie’yi şimdiden oyunculuk alanında geleceğe damgasını vuracağı şüphesiz Frankie Corio canlandırıyor. Calum ve Sophie’nin 90larda baş başa geçirdiği bir Türkiye tatili, yıllar sonra babasının yokluğunda Sophie için yeniden ziyaret edilen bir hatıralar anıtına dönüşüyor. Yönetmen Charlotte Wells, 90ların popüler teknolojilerinden dijital kamerayı, Sophie’nin hafızasının bir uzantısı, adeta bu hatıraların depolandığı bir müze olarak filmin anlatısının içine yerleştiriyor. Böylelikle kayda alınırken hiçbir şey ifade etmeyen, hatta bazen görüntüleneni rahatsız eden anların duygusal olarak değerlendiği, ağırlaştığı, hüzünlendirdiği bir hatırlama deneyimine dönüşüyor Sophie için. Filmin hemen başında kamera görüntüleri başa sarıyor ve Calum ve Sophie ile birlikte Türkiye’deki bir tur otobüsünde buluyoruz kendimizi. Zaman zaman araya giren günümüze ait karanlık dans kesitlerinden bu nostaljik gözü şimdi yetişkin bir kadın olan Sophie’nin zihninden, kamerasının kadrajından ödünç aldığımızı anlıyoruz. Charlotte Wells, tıpkı el kamerasının o rastgele hareketinin kayda aldığı görüntüler gibi kuruyor filminin görsel estetiğini. Perdede gördüğümüz, Sophie’nin hafızasının anımsadığı ya da el kamerasının kadrajına sığdığı kadarı. Bu yüzden filmde sıklıkla yakın planlar ve bütünün parçalarına odaklanan kadrajlar yer alıyor. Yetişkin Sophie’nin belleğinin bir gözcüsü gibi, onun gözünün iliştiği yerlerde—otel odasında uzanan babasının sırtında, teknede babasının ellerini tuttuğu ellerinde, geleneksel Türk halılarının ilgi çekici desenlerinde, cinselliklerini yeni keşfeden diğer çocukların birbirine yakınlaşan vücutlarında ya da ilk öpücüğünü aldığı havuza yansıyan ışık halesinde takılı kalıyor Charlotte Wells’in kamerası.

aftersun-filmi

Bu nostalji hissini, sıradan ve keyifli görünen vakitleri anımsamayı yıllar sonra kederli yapan yalnızca babasının artık hayatta olmayışı değil Sophie için. Video kayıtlarının gizleyemediği şey, o sıradan anlara sirayet etmiş olan incecik bir hüzün. Aftersun’ı sinemasal bir deneyim olarak eşsiz kılan da bu: minimalist görünümünün ardındaki insanı yakalayan, korumasız bırakan o duygu-yoğun aktarım. Baba ve kızın birlikte geçirdiği vakitlerde açığa çıkmayan, ancak sezilebilen, izi sürülebilen bir hüzün bu. Tıpkı birlikte dondurma yedikleri sahnede beklenmedik bir anda arkada çalan “Gamsız Hayat” şarkısının “çok mu kalender sandınız dert anlatmayınca” sözlerindeki gibi, anlaşılmayı, duyulmayı bekleyen bir hüzün. Henüz 11 yaşında olmasına rağmen olgunlaşmış ve ebeveynlerinin boşanmasını çoktan aşmış gibi davranan Sophie’nin, bir yandan laf aralarında babasına ilgisizmiş gibi sorduğu, “İskoçya’ya dönmek istiyor musun”, ya da “anneme neden telefonda seni seviyorum dedin” gibi sorularda ortaya saçılan hüzün. Ya da başka bir sahnede babasına, “bir keresinde sizin yeniden evleneceğinizi düşünüp heyecanlanmıştım ama o zaman küçüktüm, yalnızca 7 yaşındaydım” derkenki hüzün.

Calum tarafında ise otel odasında yalnız olduğu her vesilede içinden taşan, eşiyle ayrılığının, Sophie’den uzakta olmanın, Sophie’ye bir baba olarak yeterli maddi imkân sağlayamamasının hüznü. Böyle anlarda Sophie ile birlikte henüz en fazla birkaç gün önce kaydettikleri görüntüleri tekrar tekrar izlerken, değil uzak geçmiş, şimdiki zamanın bile nostaljisi içinde kırılganlaşıyor Calum. İçinde yaşanılan zamanın, sahip olduklarımıza yönelik bir tedirginlikle nostaljiye dönüşmesinden daha hüzünlü ne olabilir?

aftersun konusu

Bütün bu gösterişsiz anların izleyicide orantısız bir duygusal çarpan etkisi yaratmasına değinirken oyuncu seçimi ve oyunculuk performanslarına değinmemek eksik kalır. Aftersun biçimsel ve anlatısal olarak zaten etkileyici ama sadeliği ve güçlü hisleri aynı anda taşıyabilecek oyuncuların yokluğunda bambaşka bir filme dönüşebilirdi. Paul Mescal ve Frankie Corio’nun baba-kız ikilisi olarak müthiş uyumu, sahnelerin açıkça ele vermediği duyguları bir şekilde seyirciye geçirmeyi başarmaları ve aralarındaki şefkat ve çatışmayı bir arada barındıran ilişkinin duygu geçişlerini iyi yönetebilmeleri filmin vadettiklerini yerine getirebilmiş olmasında çok özel bir yerde duruyor. Bunların yanına filmi baştan sona bir nostalji anlatısına dönüştüren 90lar renk paletini, ses kurgusunu ve “Gamsız Hayat”tan “Losing My Religion”a arkada çalan şarkıları da ekleyelim. Hepsi birlikte, seyircinin filmle çok özel bir bağ kurmasının tesadüfi olmadığı bir eser çıkarıyor karşımıza.    

Yorum(1)

Bir Cevap Yazın