Ana Sayfa İnceleme An Elephant Sitting Still (2018): Çıkışsız Bir Dünyaya Ağıt

An Elephant Sitting Still (2018): Çıkışsız Bir Dünyaya Ağıt

An Elephant Sitting Still (2018): Çıkışsız Bir Dünyaya Ağıt
1
“Çöl büyür: vay haline içinde çöl saklayanın”

Film boyunca aklımda, Nietzsche’nin, Türkçe’de Dionysos Dithyrambosları adıyla kitaplaştırılan şiirlerinden birinde geçen bu sözleri yankılanıp durdu. Çinli yönetmen Hu Bo’nun çekimlerini tamamladıktan sonra 29 yaşında yaşamına son verdiği ilk ve -ne üzücü ki- son uzun metrajı An Elephant Sitting Still, izleyicisine 230 dakikalık bir çıkışsızlık trajedisi sunuyor. Birçoklarının isabetle tespit ettiği gibi, bu film Hu Bo’nun intihar mektubu olarak da okunabilir. Kişisel bloguna yazdıklarından ve yakın çevresinin aktardıklarından, Hu Bo’nun son dönemdeki karamsarlığının, özellikle film yapım sürecinden kaynaklanan ekonomik zorluklar ve kız arkadaşının terk etmesi gibi faktörlerle daha da derinleştiği anlaşılıyor. Bu anlamda, film boyunca serimlenen umutsuzluk hissini yaratan maddi kaygılar, güvensizleşmiş ilişkiler ve yabancılaşma gibi gerilimlerin de Hu Bo’nun hayatından izler taşıdığını iddia etmek yanlış olmaz.

An Elephant Sitting Still, aralarında duygusal bir gerilimin de olduğu iki okul arkadaşı, eski çete lideri diyebileceğimiz bir genç erkek ve yaşlı bir adamın, okulda yaşanan bir kavga sonrasında yollarının kesişmesini konu ediniyor. Ancak bu karakterleri bir araya getiren asıl sebep ise her birinin ayrı ayrı içine çekildiği çaresizlik hali. Hu Bo her karakter için sevgisizlik ve umutsuzluktan müteşekkil bir evren yaratmış. Sürekli kendisine bağıran babası tarafından işe yaramazlıkla, hatta evdeki hediye kartını çalmakla suçlanan Wei Bu (Yuchang Peng); oğlunun evinin balkonunda uyuyan ve oğlu tarafından huzurevine konulmak istenen Wang Jin (Congxi Li); Wei Bu’nun okuldan arkadaşı olan ve öfkesini annesinin ilgisizliğine ve bencilliğine yöneltirken kaçışı okul müdürüyle yaşadığı kaçamak birliktelikte bulan Huang Ling (Uvin Wang); reddedildiği kadının verdiği acıyla başa çıkmak için yakın arkadaşının sevgilisi ile birlikte olan, ancak arkadaşının onları evde yakaladıktan sonra gözlerinin önünde camdan atlayarak intihar etmesine şahit olan Yu Cheng (Yu Zhang)…

Bu dört karakterin yaşadıklarından, sorunlu ilişkilerinden ve aslında kendilerinden kaçış düşüncesi ise Manzhouli’deki bir sirkte bütün gün öylece duran bir fili ziyaret etme fikriyle cisimleşmektedir. Wei Bu babasından, Huang Ling annesinden, Wang Jin oğlundan, Yu Cheng ise arkadaşının intiharının sebep olduğu suçluluk duygusundan kaçmaya çalışır. Kendi öznelliklerinde neredeyse aynı cümlelerle dünyaya ve yaşama lanet okuyan bu dört kişinin hikayesi, okuldaki kavgada Wei Bu’nun Yu Cheng’in kardeşini merdivenlerden iterek ölümüne sebep olmasıyla ortaklaşır. Filmdeki çoğu karakterin dünyaya ve yaşama bakışı sık sık benzer cümlelerle ifade edilir: Dünya bir çöldür, yaşam ızdıraplıdır, dayanılmazdır ve tiksindiricidir. İlginçtir ki filmin katastrofik atmosferi ölüm olgusuyla değil; bir çölde olma haliyle, bir çıkışsızlık hissiyle, aslında bir yaşarken ölme durumuyla inşa edilir. Çünkü film boyunca Yu Cheng’in arkadaşı ölür, Yu Cheng’in kardeşi ölür, Wang Jin’in köpeği ölür, Wei Bu’nun büyükannesi ölür, Wei Bu’nun arkadaşı ölür ve nihayetinde Yu Cheng ölür. Hu Bo hiçbir ölüm sekansının üzerinde durmaz, ölümün karakterlerde yarattığı duygu değişimine bile şahit olamayız. Çünkü tıpkı Nietzsche’nin dediği gibi, çöl büyür, ama toplumda ama insanın içinde ve asıl dayanılmaz olan da budur.

Tam da buradan hareketle, filmin felsefi dokusunun varoluşsal ve toplumsal kriz arasındaki geçişli ilişkinin soruşturulmasıyla oluşturulduğu söylenebilir. Diğer bir deyişle, karakterlerin içsel bunalımları maruz kaldıkları toplumsallığın (aile, ekonomi, ilişkiler vs.) bir sonucu olarak görülebilirken, diğer yandan insanlığın bu durumunun kapanmaz bir yara (aslında çöl metaforu) olarak okunması da mümkün. Film boyunca bir hayalet gibi havada dolaşan ve Manzhouli’de oturan bir fili seyretmekle özdeşleşen kaçış idealine karşın hem müdür yardımcısının Huang’a, yeni bir yerin insanın kaderini değiştireceğine inanmanın saçmalık olduğunu, kimsenin varoluşla ilgili kesin bir bilgiye sahip olamayacağını söylemesi hem de yaşlı adam Wang Jin’in Manzhouli’ye gitmek isteyen Wei Bu’ya, neredeyse benzer cümlelerle, nereye giderse gitsin farklı bir şey bulamayacağını, en iyi çözümün bununla yaşamaya alışmak olduğunu öğütlemesi bu ikili okumaya kapı açıyor.

Filmin hemen başında anlatılan, Manzhouli’de bir sirkte gün boyunca oturan, etrafına toplanıp onu seyreden insanların ilgisine, hatta kimi zaman şiddet içeren tacizlerine kayıtsız kalan bir filin, umutsuzluğun kol gezdiği o kasvetli evrenden kaçışın bir metaforu olabileceği gibi, bu fil yaşama, insanlara ve dünyaya dair kayıtsızlık hissine referansla karakterlerin bizzat kendisiyle de özdeşleştirilebilir. Bu anlamda fil metaforunun varlığı, bahsi geçen varoluşsal ve toplumsal bunalımdan bir çıkışın mümkün olup olmadığına, insanın nihayetinde kendi içinde büyüttüğü çölden kaçıp kaçamayacağı tartışmasına bir kapı aralamak için Çinli yönetmen tarafından ustaca işlevselleştirilmiş.

Hu Bo’nun en büyük başarısı, ayrı yerlerde yaşanan bu dramatik hayatların özerk ama aynı zamanda girift bir anlatısını inşa etmesindedir. Senaryo becerisinin yanında Hu Bo bu anlatısını teknik olarak hem paralel kurguyla hem de karakterlerin peşinde dolaşan dinamik kamerasıyla destekleyerek güçlendirmiş. Bu sayede izleyicisine her karakterin kendi yaşamındaki çıkmaz sokaklarını ayrı ayrı deneyimleme imkânı sunarken bir taraf tutma şansı da bırakmıyor. Hu Bo’nun intiharıyla da birlikte düşünüldüğünde, bu 4 saatlik sarsıcı deneyim, şimdiden sadece 2018’in değil sinema tarihinin dönüp dönüp referans verilesi filmlerinden biri olmaya aday.

Yorum(1)

Bir Cevap Yazın