Ana Sayfa İnceleme The House That Jack Built (2018): Dante’nin Cehennemi’nden Trier’in Cehennemi’ne

The House That Jack Built (2018): Dante’nin Cehennemi’nden Trier’in Cehennemi’ne

The House That Jack Built (2018): Dante’nin Cehennemi’nden Trier’in Cehennemi’ne
1

Bildiğiniz tüm seri katil filmlerini unutun. Bundan daha sıra dışı ve okumaya sahip bir seri katil filmi daha izlemeniz mümkün değil.

Sinemadan çıktıktan sonra aldığım çarpık çurpuk 2 sayfa nota geçmeden önce şunu belirteyim; şu Cannes’deki koltuk tekmeleme, kusma vb. atraksiyonların tamamen şov ve Trier nefretinden kaynaklı olduğunu pekiştirdim. Zorlayıcı bir ya da iki sahne vardı. Onlar dahi abartılacak düzeyde değildi Trier sineması için.

Yazı bu andan itibaren sürpriz bozanlar içerir.

 

Işık ve renk kullanımının yanı sıra, oyunculuklar çok iyiydi. Boş diyalog yoktu. Bir kez daha görüyoruz ki Trier, edebi ve felsefi anlamda müthiş birikimli bir insan. İlahi Komedya referansları ve bu referansların başarısı bir mevi modern İlahi Komedya hissi yaşatıyor insana. Yer yer belgesel niteliğinde araya giren gerçek görüntüler filmin vuruculuğunu arttırıyor. Kurgu bu bağlamda çok başarılı.

Jack’in işlediği cinayetler rastgele değil. Her cinayetin farklı okumaları var. Örneğin ilk iki cinayet 7 büyük günaha atıfta bulunuyordu. İlk cinayette Jack’i gördüğü ilk andan itibaren küçümseyen kibrin temsili, ikinci cinayette ise polise kapıyı açmayan ama sırf kocasından kalan emekli maaşı artacak diye sigortacıyı içeri alan açgözlülüğün temsili karakterlerimiz ölümle buluştular. Daha doğrusu Jack’in inşa ettiği evin bir parçası oldular. Jack’in ilk kurbanını krikoyla (ingilizce jack) öldürmesi, özellikle Verge’nin “Malzemene uyarsan iyi sonuç alırsın.” sözünü de düşününce hoş bir ayrıntıydı. 4. cinayet ise kurban ekseninde değil de, toplum ekseninde bir günah atıfı içeriyordu. “Kimse yardım etmek istemiyor!” Jack, kurbanını avlarken bu kimsenin umrumda değildi. Tembellik… Son cinayetteki farklı ırklardan insanları arka arkaya dizip yok etme arzusu, Trier’in Melancholia’nın Cannes söyleşisinde söylediği “Hitler’i anlıyorum…” sözünü akıllara getiriyor, Jack de Hitler’i anlıyor ve böylelikle hem toplumu yok ediyor hem de evinin inşasını tamamlamış oluyordu. 3. cinayette ise Jack sürek avından bahsedip eylemlerini gerçekleştirirken, yine derin bir toplum eleştirisi yapmaktan geri durmuyordu.

En çok hoşuma giden detay ise, Jack’in bu hale nasıl geldiğinin Verge ile olan diyaloglarıyla yavaş yavaş işlenmesiydi. Bu diyaloglardan anlıyoruz ki, Jack çok istediği mimar olma idealini gerçekleştiremeyip bunun yerine mühendis olmuş. Jack bir sahnede mimar ve mühendisin farkını; mimarı şarkıları üreten, mühendisi ise o şarkıları çalan makine olarak tanımlayarak dile getiriyor. İşte burada Jack’in neden toplumdan koptuğunu idrak etmeye başlıyoruz. Şarkısını üretemeyen Jack bir makine olarak toplumun çarklarının arasına sıkışıp kalıyor. Bu durum aynı zamanda her şeye yabancılaşmasına sebep oluyor. Kendi evini yapmayı düşünüyor ama başarısız oluyor çünkü topluma ve benliğine dair her şeye yabancı. Çıkar yolu, “Eski katedrallerin karanlık köşelerinde Tanrı görebilsin diye gurur verici gizli sanat eserleri bulunurdu, aynı şey cinayet içinde geçerli.” demesinden hareketle mimarlığa dair bastıramadığı içsel arzularını cinayette yani yeni sanatında buluyor. “Bazı insanlar kafamızda kurguladığımız vahşi davranışların, medeni hayat içerisinde gerçekleştiremediğimiz içsel arzular olduğunu iddia ediyor. Böylece arzularımız sanatımız yoluyla dışa vurulur.” söylemi de arzularını bastırmasında yeni sanatını yani cinayeti(inşa ettiği evini) işaret ediyor. Verge’nin malzeme vurgusunun önemi de burada ortaya çıkıyor. Cinayetlerin sırası ve yönünü dikkatli okuduğumuzda, Jack’in içinde bulunduğu kurtuluş sürecini görüyoruz. Kendisini mühendis olarak çarka sıkıştıran toplumun günahlarından ördüğü evini, son cinayette toplumu yok ederek tamamlıyor ve mimarlık idealini gerçekleştirmiş oluyor.

 

Son olarak bir şeyler eklemem gerekirse; dünya üzerindeki tüm inançları gördüğümüz cehennem sekansı, hayatım boyunca perdede izlediğim en iyi sahnelerden biriydi. Salonu bir Trier filminin klasiği olarak terk edenler olsa da, sonunda merdivenlerde dahi ilgiyle izleyenlerin olduğunu görmek keyifliydi.

 

“Cennet ve cehennemin tek ve aynı olduklarına inanıyorum. Ruh cennete aittir, vücut da cehenneme.” Ben de buna inanıyorum Jack. Peki hangilerimiz mimar olurken, hangilerimiz mühendis olmaya boyun eğeceğiz? Belki de sadece Tanrı’nın görebileceği gizli sanat eserlerini verip “ev”imizi inşa etmenin zamanı gelmiştir.

 

Ömer Keşan 99 Temmuz'unda kederi başladı, 15 yaşında Tarkovsky'nin Ayna'sında ilk kez kederiyle yüzleşti, o zamandan beri arayışını sürdürüyor.

Yorum(1)

Bir Cevap Yazın