Kurak Günler (2022): Obruktan Çıkmak Mümkün
Kasabaya “yabancı” biri gelir: Memur, öğretmen, doktor, yönetmen, savcı. Kırsala hizmet vermek üzere ayrıldığı kenti ve kentli alışkanlıklarını bir kenara atmak zorundadır. Kasabalı ise, kendilerine hizmet verecek bu kişiyi, işinden ziyade kentli duruşuyla, fiziksel görünümüyle, ağzıyla, lehçesiyle, kıyafetleri ile yargılar. Dışarıdan gelen bu “yabancı” ise, bu yokluklar, çürümeler, yobazlıklar dünyasında kendisine itiraf edemediği kadar şaşkınlık ve kibir duyar. Kibir itirafı zor bir duygu; ötekileştirme yapması da söylemesi de kolay bir eylem. Sonuçta ikisi de birbirine öteki, ikisi de birbirine yabancıdır. Ama asıl “yabancı” en kısa zamanda kasabayı terk etmelidir.
Anlatmış olduğum bu kısa hikâyeye/konuya Türkiye sinemasında çoğu film değindi (Vizontele, Kozmos, Karanlık Gece, Yumurta, Kasaba, Uzak vs.). Ya köyüne, kasabasına sığamayan bireyin kaçtığı büyükşehirlere de tutunamama hali ya da kasabaya gelen kentli insanın buraya tutunamama hali çok kez karşımıza çıktı. Sonuncu ise, bugünlerde hem vizyona girmesiyle hem de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın filme verdiği destek fonunu faiziyle geri istemesi konusuyla sosyal medyayı kasıp kavuran Kurak Günler (2022). Emin Alper imzalı filmde Selahattin Paşalı (Savcı Emre), Ekin Koç (Gazeteci Emre), Selin Yeninci (Hakim Zeynep) ve Erol Babaoğlu (Belediye başkanının oğlu) gibi isimler yer alıyor ve ana karakterler de, yan karakterler de rollerinin hakkını veriyor. Özellikle genç, naif ama beklenmedik şekilde azimli, kararlı ve hırslı bir savcı rolü için Selahattin Paşalı’nın seçilmiş olması yönetmenin oyuncu yönetimi konusundaki başarısını da tescilliyor.
Ayrıca İlginizi Çekebilir: Karanlık Gece (2022): Arkaik Bir Arayış
Film dünya ve Türkiye prömiyerlerinin gerçekleştiği andan itibaren muazzam bir şekilde konuşuldu, tartışıldı. İzleyici ve eleştirmenler tarafından çoğunlukla beğenilen Kurak Günler, pek çok kişi tarafından “yılın en iyi yerli filmi” olarak lanse edildi. Cast seçiminden, yönetmenin politik tavrına; homofobiden, cinsel istismara değinen tartışmalar, sosyal medya başta olmak üzere her yerde ele alındı. Filmin bu kadar ses getirmesinin sebebini toplumsal olarak çığlık atmak istediğimiz bir dönemde olmamıza bağlıyorum. Küresel salgınlar, afetler, ekonominin durumu, işsizlik, toplumsal cinsiyet gibi pek çok olay ve olgunun fısıltılar halinde adım başı konuşulduğu bir ortamda, belki de toplum sesini çok yükseltemediği için sesini bu denli çıkarabilen bir filme ihtiyaç duymuştur. Diğer yandan bu kadar çok konuşulduğunu göz önüne alarak filmin analizi/okuması/eleştirisini yaparken, filmdeki her sahneyi tek tek incelemek -ki böyle bir yöntem henüz yeni izleyecek seyirci açısından sürpriz bozabilir- yerine filmde öne çıkan belli başlı temalar, yönetmenin amacı, hedefi, filme ve hayata dair düşüncelerini, diğer filmlerine referanslar vererek açıklayacağım. Metaforik anlamları bulup, bunları kullanma amacına değineceğim.
Ötekilik Silsilesi
Film, Kayseri’ye bağlı bir kasabaya atanan genç bir savcının, burada karşılaştığı politik ve toplumsal zorluklara değiniyor. Emre, geldiği günden itibaren kasabalılar ve belediye başkanı tarafından saygı ve sevgiyle karşılansa da günler geçtikçe bu güler yüzlü tavır yerini komplo, içten pazarlık, tehdit gibi gerilimlere bırakıyor. Sözleri ciddiye alınmıyor, talimatları yerine getirilmiyor. Belediye başkanlığı seçimleriyle çalkalanan kasabayı, savcı Emre’nin müdahaleleri iyice karıştırıyor. Genç savcı, muhalif gazete çalışanı Murat’ın manipülasyonları ile belediye başkanının güler yüzlü tehditleri arasında kalıyor. Bu anlamda filmin açılış sahnesinin tüm bu süreci özetlediğini söylemek mümkün. Genç bir savcı, geldiği kasabada sokaklara dökülen kalabalığın sesini takip ediyor. Bağrışmalar, galeyana gelmeler, militarizm, şiddet, erkeklik… Yaklaştıkça dozu yükselen bir gerilim. Bir yabancı için oldukça ürkütücü ve rahatsız edici ancak bu düzenin yerlisi için “normal”. Gelenek adı altında istismar edilen doğa ve insan… Açılışı, bu filmin tüm derdini ve dozunu artıran ritmini özetliyor. Benim, sinemamızda bugüne dek gördüğüm en iyi açılış sahnesi. Filmin görüntü yönetmeni Christos Karamanis’in dar bir bütçe, zaman ve ekipmanla filmin sonunda da kullanılan bu kalabalık ve aksiyona dayanan prodüksiyonun hakkından gelmesi de büyük başarı. Pek çok sahnede hem kurgu hem görüntü hem ses açısından filmin içeriğine uygun tercihler yapıldığını görüyoruz. Özellikle Stefan Will’in imzasını taşıyan müzikleri, filmin gergin ve her an patlamaya hazır atmosferini çok iyi yansıtıyor: “Bir şeyler var biliyorum ama saklanıyor”.
Hukukun ve siyasetin çürümüşlüğü ve politik bir yozlaşmadan yola çıkan yönetmen diğer yandan homofobi, cinsel istismar, erkeklik, iktidar/sızlık etnik azınlıklar ve kır-kent ayrımı gibi farklı konu/sorunlara da değiniyor. Bu kadar çok temayı aynı anda ele alması, filmin dramatik yapısının sağlam olması açısından risk teşkil etse de hepsini birbirine yedirme noktasında başarılı olduğunu düşünüyorum. Aslında saymış olduğum bu tüm temalar/sorunların özünde ötekileştirme mevzusu var. Alper’in tüm filmografisinde karşımıza çıkan ötekilik, toplumsal cinsiyetten, siyasete kadar gündelik yaşamdaki tüm kurumlar ve alanlara sirayet ediyor. Her yerde birbirine yabancı olma hali söz konusu. Mevcut statükoyu, ülkedeki düzeni, kasabanın yapısını, ahlaki değerlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi hiçe sayan, onu yerle bir eden bir öteki aranıyor her zaman. Tepenin Ardı’nda öteki karşı köy idi. Hayali bir karşı köy yaratılıp, düşman ilan edilmişti. Ailenin ve dolayısıyla devletin işleyişini bozacak olan bu hayali düşman imgesi Abluka’da bilinç dışındadır. Komplo teorileri ve paranoyalar bu ötekileştirmenin kentli ve zihinsel biçimidir. Kız Kardeşler’de ise her ne kadar bir taşra anlatısı olarak lanse edilse de evrensel bir sınıf anlatısı mevcuttur. Sınıflar üzerinden bir ötekilik söz konusudur. Besleme olarak gönderilen köylü kızlar, kentlerin ve kentli değerlerin ötekisidir. Kasabaya gelen “şehirliler” ise kasabanın ötekisidir. Neredeyse tüm filmlerinde bulunan deli karakterler, aklı başında olanların ötekisidir. Kurak Günler de bu anlamda bir ötekilik silsilesinin politize edilmiş biçimi olarak yorumlanabilir. Kentli savcı, kasabalıya öteki; kasabalı savcıya öteki; evleri yakılan, istismar edilen çingeneler, kasabalıya öteki; kadınlar erkeklere öteki; homoseksüel bireyler, heteroseksüellere öteki; belediyeden olmayanlar, belediyeye öteki görünüyor.
Çürümenin Bir Metaforu Olarak Obruk
Tüm bu samimiyetsiz, çürümüş ve gergin ilişkiler ağının yansıması kasabadaki obruk aslında. Obruklar nasıl oluşur? “Son dönemde obruk artışının temel nedeni, aslında insani nedenlerdir. Bunları birkaç başlık altında toplayabiliriz ama en önemlisi yer altı suyunun kullanılmasıdır. Çünkü tarımsal faaliyetler için yer altından derin su seviyelerinden suyu çektiğinizde, orada jeolojik bir boşluk meydana geliyor. Bu boşluk daha sonra çökerek obruklar oluşuyor. Türkiye açısından baktığımızda en yaygın, en sık ve en çok zararın ortaya çıktığı bölge Konya’dır.” diyor Prof. Dr. Ceyhun Göl bir röportajda. Filmde karşımıza çıkan devasa obruğun oluşma sebebi de bu yüzden. Zaten bölge olarak da Konya’da yer alıyor. Bu derin çukurun oluşmasına sebep olan kararları verenler ise belediye başkanlığını tekrar kazanması muhtemel olan mevcut iktidar. Tabii film, bu obruğu, doğa tahribatından yola çıkarak siyasi yozlaşmaya ve halkın içine düştüğü bu durumu unuttuğu kısır döngüye uzanan bir çürümenin alegorisi olarak sunuyor. Adının hakkını da bu anlamda veriyor. Su yok, çözüm yok. Obruk derinden derine kasabayı içine alarak büyüyor. Kasabalı da bu obruğa, kuyuya düşer gibi düşüyor. Tıpkı Ahlat Ağacı’nda (Nuri Bilge Ceylan), Kuyu’da (Metin Erksan), Yusuf Üçlemesi (Semih Kaplanoğlu) ve daha birçok filmde kısır döngü, tekrar, umutsuzluk, başarısızlık ya da kaybetme gibi duygularla karakterlerin içine düştükleri kuyular gibi…
“Beynimizdeki Obruklar”
Obruk demişken, filmde fiziksel ve metaforik olarak konumlanan bu obruklar hem genç savcının hem de onun vasıtasıyla tüm seyircinin kafasında da obruklar oluşturuyor. Savcı, mevcut iktidarın yozlaşmış ve yasal olmayan kararlarına, sokağın ortasında avlanma bahanesiyle silah sıkmalarına, “çingene Pekmez”in defalarca tecavüz edilmesine direndikçe bir obruğa düşürülüyor. (Hikâyenin sürprizini bozmamak adına çok açmak istemiyorum bu konuyu). Gazeteci Murat’la ortak girdiği bir çabanın cinsel gerilime dönüşmesi, tecavüz olayının ortasına çekilmiş olması ve tüm bu anların soru işareti şeklinde bırakılmış olması hem savcının hem de izleyicinin zihninde boşluklar oluşturuyor. Kimileri bu boşlukları filmin dramatik yapısının bir kusuru olarak ele alsa da ben yönetmenin birçok röportajında söylediği gibi, filmi klasik bir anlatıya dönüştürmemek adına bu boşluğu bilinçli olarak yarattığını düşünüyorum. Soruların cevabını vererek, seyircinin kendini özdeşleştirdiği, üzüldüğü, acıdığı bir karakterin aklanmasıyla yaşayacağı katarsis’in önüne geçme gayreti olarak yorumluyorum.
Diğer yandan bu boşluklar başka bir konuya da gönderme yapıyor. Herkesin gerçeği bildiği ama özellikle medyanın (ki filmde ana akım yerel gazeteler bunu çok iyi örnekliyor) manipülatif tavrı nedeniyle “acaba” düşüncesini empoze ettiği gündelik hayatımızda, üstelik herkesin her şeyi konuşup, dezenformasyon yarattığı bir bilgi çöplüğü çağında, kesinliğe ve doğruya ulaşmak kolay mıdır? Kaldı ki aynı zamanda çürümüş, kuraklaşmış ilişkiler ağında, çözümü sunulmayan, görülmeyen, ötekileştirilen olay ve olgular karşısında işin magazinel kısmını merak eden toplumu da yansıtıyor bu sorular. Azınlıkların evleri yıkılıyor, doğa kişisel ve politik çıkarlar adına tahrip ediliyor, kadınlar istismar ediliyor. İnsan haklarının her bireyi, her toplumu, her grubu ve azınlığı kapsamasının ve yaptırımların öneminin konuşulması gerekirken; kimin, ne için yaptığı sorusu bazı olayların kişiselleştirilmesi demektir aslında. Kimsenin, hiçbir sebeple bunları yapmaya hakkı olmamalıdır esasen.
Unutulmamalıdır ki her şey bir bütündür. Her sorun, belirli bir ağın parçasıdır. Ufacık bir yozlaşma, ufacık bir çürüme sanattan, siyasete, ekonomiden topluma bir obruk gibi büyür. Ve bu obruk ancak değişen beyinlerle kapanır. Obruk insan müdahalesiyle açılıyorsa, insanın dönüşümüyle kapanır. Yani filmin final sahnesinde olduğu gibi obruktan çıkmak mümkündür.
[1] 07.06.2019, Muhammed Kaygın’ın haberi. “Obruk oluşumunun en önemli nedeni yer altı suyunun kullanılmasıdır” https://www.aa.com.tr/tr/temiz-cevre-temiz-su/obruk-olusumunun-en-onemli-nedeni-yer-alti-suyunun-kullanilmasidir/1498360