Ana Sayfa Eleştiriler Moonrise Kingdom (2012): İlk Aşk Masumiyeti

Moonrise Kingdom (2012): İlk Aşk Masumiyeti

Moonrise Kingdom (2012): İlk Aşk Masumiyeti 8.0
0
Wes Anderson’ın çoğu filmi biraz büyüme hikâyesi gibi gelir bana hep. The Darjeeling Limited’da olduğu gibi karakterler yaş itibarıyla yetişkin de olsa, ardı sıra gelişen olaylar sonucunda biraz daha büyümüş olurlar. Ama büyüme hikâyesi denince ilk akla gelen elbette Moonrise Kingdom’dır. Sadece Anderson filmografisinde değil, 21. yy büyüme hikâyeleri arasında da farklı bir yeri vardır.  Başroldeki iki çocuk oyuncusuna Edward Norton, Bill Murray, Frances McDormand, Bruce Willis gibi sağlam bir oyuncu kadrosunun eşlik ettiği film, Sam (Jared Gilman) ve Suzy (Kara Hayward) ile birlikte bizi de yetişkinlerin dünyasından bir süreliğine kaçırır. Gilman, Hayward ve geçtiğimiz yıl Manchester by the Sea ile yıldızı parlayan Lucas Hedges kadrodaki ağır toplardan hiç de aşağı kalır bir performans sergilemeyerek filmin yükünü omuzlarlar.

Anderson, 8. uzun metrajında, artık sanatsal çizgisi iyice oturmuş bir şekilde karşımıza çıkıyor. Yönetmenin alamet-i farikaları pastel renkler, sabit kamera kullanımı, klasik müzikleri ve Kubrickvari bir simetri takıntısına Moonrise Kingdom’da da çokça rastlarız. Anderson’ın tarzı o kadar kendine has ki daha filmin ilk karelerinden kimin çektiği belli olur. Çerçevedeki hiçbir materyal, renk tonu ve geometri tesadüfen orada değil; hepsi özenle ayarlanmış ve yönetmenin artistik bakışını yansıtır.  Aynı zamanda Anderson filmleri masalsılıklarından olsa gerek, öyle olmasalar da zamansız ve mekansızmış gibi hissettirir. Moonrise Kingdom’ın da 1960’lar Amerika’sında geçtiğini biliriz ancak bu hikâyelerin evrenselliğinden bir şey kaybettirmez.

Sam, koruyucu aile ile yaşayan yetim bir izcidir. Biraz tuhaf olduğu gerekçesiyle arkadaşları tarafından dışlanır, koruyucu ailesi de onu yetimhaneye geri göndermek ister. Suzy ise mutsuz bir evlilik geçiren anne-babası ve kardeşleriyle yaşar. O da ailesi tarafından Sam gibi tuhaf ve problemli addedilir. Bir kilise gösterisi sırasında tanışan bu ikili mektup arkadaşı olur, birbirlerini diğer herkesten çok daha iyi anlarlar ve ilk kez aşık olurlar. Bir gün 1 haftalığına kamp yapmak üzere kaçarlar. Yoklukları fark edildikten film sonra ise kaçma-kovalamaca hikâyesine dönüşür.

Anderson filmleri ilk bakışta her ne kadar büyülü bir peri masalı gibi görünse de içinde yaşama dair oldukça hüzünlü ayrıntılar barındırır. İngilizce’de “bittersweet” denilen his, Anderson filmografisini en iyi yansıtan kelimelerden biridir belki de. Bunun en belirgin olduğu filmi The Royal Tenenbaums’tur. Moonrise Kingdom da dışarıdan bir “kendini iyi hisset” filmiymiş gibi görülür ancak Sam’in yetimliği ve Suzy’nin mutsuz ailesi üzerinden oldukça melankolik bir havası vardır. Bunun yanında Sam ve Suzy arasında filizlenen aşkın masumiyetini de göstererek naifliğini de kaybetmez. 

Filmin en çok aksayan tarafı fazla basitçe çözülmüş finali olabilir. O ana kadar tıkır tıkır ilerleyen senaryonun finali bana göre biraz aceleye getirilmiş gibi. Örneğin Tilda Swinton tarafından canlandırılan “Sosyal Servisler” karakteri, filmin kötü karakteri olarak çizilir. Sam’in problemli ve saldırgan bir çocuk olduğunu ve şok tedavisi görmesi gerektiğini düşünür ancak final çözümünü kolaylaştırmak için inandırıcı olmayan bir şekilde Sam’i bırakarak zayıf ve amaçsız bir karaktere dönüşür. 

 

Büyüme hikâyesi, yol filmi, dramedi gibi alt türleri başarıyla harmanlayan Moonrise Kingdom, şimdiden modern klasikler arasında yerini aldı bile. Hatta usta yönetmen Jim Jarmusch’un Paterson’ında (2016) Gilman ve Hayward bir cameo ile karşımıza çıktılar ve yıllar geçmesine rağmen hâlâ birlikteler! Aynı anda hem içimizi ısıtıp hem gözlerimizi dolduran film, artık rüşdünü ispat eden yönetmenler kategorisinde anılan Anderson’ın artistik vizyonunu çok iyi yansıtır.

Puanlama

8.0

8.0
Kullanıcı Oyu: ( 3 oylar ) 7.9

Bir Cevap Yazın