Ana Sayfa Eleştiriler Between Two Worlds (2021): Herkesin Yeri Ayrı!

Between Two Worlds (2021): Herkesin Yeri Ayrı!

Between Two Worlds (2021): Herkesin Yeri Ayrı! 7.0
0

Başrolünde Juliette Binoche’un bulunduğu Between Two Worlds (2021) filmi ile tanıştım yönetmen Emmanuel Carrère ile. The Guardian, adını daha önce duymadığınız en önemli Fransız yazar olarak tanıtıyor Emmanuel Carrère’yi. Kendini büyük bir yazar değil; bir gazeteci ve film yapımcısı olarak gören Emmanuel Carrère, film eleştirmenliği ile ilgilendikten sonra senaristlik ve yazarlığa devam ediyor. 1993 yılında, eserleri Blade Runner ve Total Recall gibi filmlere ilham veren kült bilimkurgu yazarı Philip K Dick‘in hayatına değinen I Am Alive and You Are Dead’i yayınlıyor. Paris’te üst düzey bir yönetici ve tarihçinin oğlu olarak kendi tabiriyle “bir burjuva” olarak doğan yazar-yönetmenin kaleme aldığı öyküler ve senaryolar, o gösterişli hayattan ziyade daha sıradan ve küçük dünyalara ait. Bu açıdan aslında çok da ait olmadığı dünyalara hayal gücü sayesinde giriyor denilebilir.  Ayrı Dünyalar filmi de tam olarak bu konuyu dile getiriyor: Yeni çıkaracağı kitabı için mavi yakalı işçilerin arasına giren, onları yakından tanıyıp gözlemleyen bir yazarı anlatıyor.  Farklı iki sınıfın karşılaştırıldığı öyküye adını veren de bu çatışma zaten, ancak filmde daha çok alt sınıfın hayatını deneyimliyoruz Marianne ile birlikte.

ayrı dünyalar 2021

Filmi, sanat filmlerinin günümüzde popüler dijital kanalı olarak görülen MUBI’de izledim ve kapattığım zaman bir “sınıf” filmine yakın konumundan ötürü müdür bilmem, hemen yazma isteği uyandırdı bende. Belki de mavi ya da beyaz yakalı fark etmeksizin içinde olduğumuz sistemin dezavantajlarını sonuna kadar hissettiğimiz içindir, özellikle de bu dönemde. Evet, Ayrı Dünyalar bir sınıf filmi sayılabilir. Tıpkı Dardenne Kardeşler’in 1999 yapımlı Rosetta, 2014 yapımlı Deux Jours, Une Nuit (İki Gün, Bir Gece) filmi ya da American Honey (2016, Andrea Arnold) gibi. Türkiye Sineması’ndan Nefesim Kesilene Kadar (2015, Emine Emel Balcı), Zerre (2012, Erdem Tepegöz) ve Toz Bezi (2015, Ahu Öztürk) filmleri yine alt sınıfın çalışma şartlarını ve hayat mücadelesini konu edinen iddialı filmler. Bu tip filmlerin ortak noktası; gece-gündüz insanüstü bir çaba ile insanüstü şartlarda çalışan emekçilerin; patronlarından, muhatap oldukları şeflere, amirlere ya da başrol kadınsa erkek çalışma arkadaşlarına kadar maruz kaldıkları sömürü düzenidir. Ayrı Dünyalar, aynı sömürü düzenini yüzümüze vuruyor film boyunca ancak bir farkla: Başrolümüz bu sömürüye çok da alışık olmayan entelektüel bir karakter. Yani izleyici bu zorlu çalışma koşuluna, kimliğini onlardan gizleyen Marianne ile şahit oluyor. Bu noktada film öncüllerinden, bir araştırmanın ve araştırmacının sahip olması gereken etik ilkeleri konu edinmesi açısından ayrılıyor. Yani film, emekçilerin çalışma şartlarını göz önüne sermesi bakımından toplumsal gerçekçi sinemaya yakın dursa da konuyu diğer işçi sınıfı filmleri kadar sert ve iddialı bir şekilde dile getirmiyor. Örneğin, türün hakkını sonuna kadar veren Ken Loach’un I, Daniel Blake filmi işsizlik ve yaşam mücadelesine ilişkin daha derinlikli, daha gerçekçi ve sert eleştirilerde bulunuyor. Ayrı Dünyalar ise aksine çatışmasını sınıf eşitsizliğinden ziyade etik değerlerin sorgulanması üzerinden kuruyor.

Ayrıca İlginizi Çekebilir: Son 30 Yılın Altın Palmiye Kazananları

Bu noktada bir parantez açmak gerekirse, film mesleki ilkeleri bir gazeteci değil bir yazar aracılığıyla eleştiriyor. Yani hikaye aslında Fransız gazeteci Florence Aubenas’nın kimliğini gizleyerek çalıştığı günleri ve gözlemleri anlattığı kitabı Le Quai de Ouistreham‘dan esinlenilerek sinemaya aktarılmış. Ancak yönetmen Carrère verdiği bir röportajda[i], gazetecinin bu tip saha araştırmalarına girerken daha başından bazı riskleri ve dezavantajları göze aldığını ve bu konuda içine girdiği toplumsal grupla arasına mesafe koyabildiğini söylüyor. Oysa yönetmenin filmde yazar aracılığıyla yaratmak istediği şey; araştırma konusu olan grup/sınıf ile yazar arasında bir etkileşim kurmak. Yani Juliette Binoche’un canlandırdığı Marianne karakteri profesyonel bir araştırmacı olmaması, onun araştırdığı toplulukla bağ kurmasına neden olmuş, kurduğu ilişki bir araştırmanın ötesine geçmiştir. Bu nedenle izleyici film boyunca, “onun yazar olduğunu öğrendiklerinde kötü bir tepkiyle karşılaşacak” diye düşünüyor.

ouistreham konusu

Bir araştırmacı ve metin yazarı olarak şunu söylemeliyim ki, bir topluluğu ya da grubu yakından gözlemlemek adına yapılan bu tip etnografik araştırmalarda öncelikli risk, araştırmacının, incelediği grupla özdeşlemesidir. Yani, ne için araştırma yaptığını unutup, onlar gibi düşünüp, davranabilir. Bu da araştırmanın tarafsızlıktan ziyade o topluluğun bakış açısını yansıtması bakımından güvenirliğini zedeler. Filmde Marianne’nin girdiği topluluktan biri olma durumu, bu tip araştırmalarda görülen olağan bir risk. Ancak film; topluluktan dışlanma, zarar görme, araştırmaya onay verilmemesi gibi daha önemli riskleri gündeme getirmiyor. Yani karakter, bu kadar zahmetli ve riskli bir işin ciddiyetini yansıtamıyor maalesef.

Yanı sıra, filmin Türkçe çevirisine adını veren “Ayrı Dünyalar”ın filmin içeriğini tam olarak yansıttığını söyleyemeyiz, zira üst sınıfın dünyasına dair yeterli görsel ya da sözel bir ayrıntıyı bulundurmuyor. “Zengin arkadaşın varsa şanslısın” gibi bir iki cümle ve satın alınmak istenen şeyler dışında bu dünyaya ait bir şey yok filmde. Yalnızca mavi yakalılar ve onları anlamaya çalışan Marianne. Daha önce eline bir süpürge bile almamış Marianne tuvalet temizler, gemide çalışır, sabah 4’te uyanır tıpkı çalışma arkadaşları gibi. Ancak aralarında bir fark vardır: Bu insanlar iş kurumunda çalışan bir beyaz yakalının da söylediği gibi “bu şartlardan bıktıkları zaman işi bırakamazlar”. Yani, bu insanların işten bunalmak gibi bir lüksleri yoktur. Marianne, araştırması bittiği an, kitabı için gerekli argümanları topladığı an elline bir daha temizlik bezini almayacaktır ki filmin sonun da tam da bu gerçekleşir. Oysa diğer işçiler, her günkü gibi gece yarısı uyanıkları yataklarından, üstelik daha yeni yatmışken uyanacak ve kendilerinin varlığını bile görmeyen insanların yataklarını ve tuvaletlerini temizlemek üzere işlerine gideceklerdir. Kısacası, Marianne’nin deneyimi, onları anlayıp gözlemlese de bir alt sınıf olmasına yetmiyor. Ki bu durumu amatör olmasına rağmen müthiş oyunculuğuyla kendisine hayran bırakan Chrystèle (Hélène Lambert)’in karakterinin filmin sonunda söylediği söz çok da iyi özetliyor: “Herkesin yeri ayrı”.

ayrı dünyalar 2021

Filmde yeri ayrı olan iki sınıf sadece zenginler ve yoksullar değil. Kadınlar ve erkekler de aynı iş yerinde farklı muamele gören iki ayrı sınıf aslında. Öyle ki, çalışma şartları çok ağır olan yolcu gemilerinin temizliği sırasında erkekler, daha da zor olan tuvalet temizleme ya da yatak kılıfı değiştirme işini yapmıyor. Marianne böyle bir kural olup olmadığını sorduğunda ise; “böyle bir kural yok ama yapmıyorlar” cevabını alıyor. Bu da ataerkil zihniyet yapısının sınıf fark etmeksizin her topluluk, meslek ve grup da yer aldığının altını çiziyor. Kadınlar evin ve çocuklarının bakımına ek olarak iş yerinde de en ağır yükü sırtlanıyorlar -sırtlanmak zorunda bırakılıyorlar-.

Ayrı Dünyalar, tartışmaya açtığı etik ve ahlaki değerleri konusunu Marianne’nin gözünden, onun üstüne fazla gitmeden -ki araştırmacıyı masum gösterdiği bile söylenebilir- vurgulasa da günümüzde sigortasız, güvencesiz ve düzensiz çalış mavi yakalıların karşılaştıkları zorlukları gözler önüne sermesi açısından iyi bir girişim bana kalırsa. Sadece temel ihtiyaçları için çalışan, hiçbir lüksleri ve hatta hobileri bulunmayan -bulunamayan- bu emekçilerin gündelik konuşmalarının her anının para meselesine çıkması bile, içinde yaşadıkları hayatın zorluğunu anlatmaya yetiyor. Bowling oynayabiliyorlar ama bowling oynadıkları eğlence merkezinde bira içemiyorlar. Çalışılamayacak kadar sıcak olan bir işte, çalışabilmek adına kendilerince önlemler alıyorlar (kimsenin görmeyeceği bir yerde üstünü çıkarıp, iç çamaşırıyla çalışmak gibi) ama bunu için bile işten atılıyorlar. Bu da günümüzde katı sınıf ayrımlarının ortadan kalktığını dile getiren liberal söylemlerin, bir yanılsamadan ibaret olduğunu hatırlatıyor bizlere. Kurmaca olan bu filmin, gerçek bir araştırmaya dayanması bu hatırlatmanın acı tarafını da gözler önüne seriyor. Ve bizler tıpkı Marianne gibi, film boyunca şaşkınlıkla izlediğimiz bu durumu, tek bir tıkla ya da tuşla kapatıp hayatımıza devam ediyoruz. Sonuçta “herkesin yeri ayrı.”

[i] Emmanuel Carrère – Director of Between Two Worlds

Puanlama

7.0

7.0
Kullanıcı Oyu: ( 0 oy ) 0

Bir Cevap Yazın