Ana Sayfa İnceleme Happy Together (1997): “Olsun Biz Yeniden Başlayalım”

Happy Together (1997): “Olsun Biz Yeniden Başlayalım”

Happy Together (1997): “Olsun Biz Yeniden Başlayalım” 8.2
0
William Dickson’un 1895 yılında çektiği The Gay Brothers filmi, konuya imalarla yaklaşması ve iki erkeğin birlikte vals yapmalarını göstermesi açısından queer sinemanın öncüsü olarak kabul edilir. İki erkeğin dansından bugüne kadar uzanan queer sinema çeşitli kademeler ve yolların ardından günümüz sinema camiasında en nihayetinde kabul edilir hale gelir. 60’lı yıllarda başlayan “Sinemada LGBT Hakları” meselesi öncesinde eşcinsellere ilişkin basmakalıp durum ve tiplemeler yakın zamana kadar neredeyse hep aynı kalmıştır. Klişelerin yanında lezbiyen vampir, sadist gay gibi karakterlerle queer sinema aykırı olarak lanse edilmiştir. 80’li hatta 90’lı yıllara geldiğimizde queer sinema hak ettiği değeri görmeye başlar. Eşcinsel karakterler, sinemaya hakim olan beyaz erkek kahramanlarla eşdeğer konuma gelmeye başlar. İki erkeğin valsiyle başlayan akım Kar-Wai Wong‘un yönettiği 1997 yapımı Happy Together filmindeki tangoyla devam eder ve zamanla akımın mihenk ta
şlarından birine dönüşür.


Her şeye sıfırdan başlamanın, beklentilerin, hayallerin belki de anı yaşamanın, gellerin ve gitlerin filmidir Happy Together. İlişkileri yapboz parçasına dönen Lai Yiu-Fai (Tony Chiu-Wai Leung)  ve Ho Po-Wing (Leslie Cheung) bir kez daha denemek için soluğu Arjantin’de alırlar. Birbirine çok zıt olan Lai ve Ho’nun amacı Iguazu şelalesini görüp yaşadıkları yer olan Hong Kong’a geri dönmektir. Daha yolun başındayken ayrılma kararı alırlar ve tabii ki bu Ho’nun isteğidir. Ho, vurdumduymaz, sadakatsiz, gününü gün eden bir karakterdir. Lai ise Ho’nun aksine sadık, duyarlı bir karakterdir. Filmin baş kahramanı olmasıyla birlikte filmde sesiyle de yer alır. Lai, “voice-over” olarak adlandıran ses terimiyle ilişkisini anlatır. Homoseksüel bir aşkı kendine konu edinen Happy Together, sosyolojik hatta psikolojik çözümlemelere yer vermeden tamamen bireysel varoluş üzerine filmin iskeletini kurar. Bu açıdan film diğer queer sinema örneklerinden ayrılır ve çok daha farklı bir konumda kendine yer bulur.

Dünya sinemasında bolca örneğini gördüğümüz homoseksüel hikâyelerde hep bir zorluk vardır. Hep bir kavuşmaya çalışma ya da aşk için tüm dünyayı karşına almak vardır. Karakterlerden biri ölümcül hastalığa yakalanır ya da ailesine homoseksüel olduğunu açıklamanın sancılarını çeker. Uzak Doğu Sineması’nın başarılı yönetmenlerinden biri olan Kar-Wai Wong, Happy Together ile bu bağlamdan uzaklaşıyor. Pek çok queer filmin yaptığı gibi AIDS, ‘coming out’ gibi spesifik olarak LGBTİ bireylere ait sorunlara değil, heteroseksüel bir ilişkide de oluşabilecek sorunlarla ilgileniyor. Kadronun tamamı erkeklerden oluşmasına rağmen hiçbir cinsiyetçi ayrıma girmiyor. Yaşadıkları topluma hatta kendilerine homoseksüel olduklarını açıklama girişiminde bulunmuyorlar. Yönetmen bununla birlikte toplumda homoseksüelliğe karşı bakışa da yer vermiyor, tamamıyla özgün bir hikâye sunuyor. İlişkilere dair nötr bir dil kullanarak evrensel bir duyguyu anlatıyor.


İlişkilerinde birbirlerini ne kadar çok sevseler de ne kadar çok aşık olsalar da bir yerden sonra bunlar yetersiz kalıyor. Beklentiler ve hayaller farklılık göstermeye başlıyor. Beklentiler farklılaşmaya başladıkça kişinin iç dünyası, karakteri gündeme geliyor ve böylece aşkın dahi üstesinden gelemeyeceği durumlar gün yüzüne çıkıyor. Lai ve Ho da tam olarak bunu yaşıyor. Birbirine çok zıt olan iki karakter bir yerden sonra aşklarına son veriyor. İkinci bir barışmaya kadar siyah-beyaz olarak akan film Lai ve Ho’nun barışmasıyla tekrar renkleniyor. Filmin renklenmesiyle de bu sefer baş karakteri olan Lai’nin iç dünyası kararmaya başlıyor. Lai’nin nahif bir karakter olması Ho’yu kıskanmaya başlamasına kadar sürüyor. Kıskançlığın başlattığı kavgalar, çatışmalar hatta kısıtlamalar Lai’de bir dönüşüme sebep olmaya başlıyor. Ho’nun geçimini ‘rentboy’ olarak sağlamaya başlaması Lai’yi daha farklı bir karaktere dönüştürüyor ve büyük bir duygusal dönüşümü başlatıyor. Yeni oluşan durumda iki karakterin tutunduğu takım ve karakteristik özellikler çok net bir şekilde seyirciye aktarılıyor. Adeta bir bıçak darbesiyle iki karakter özellik olarak birbirinden ayrılıyor. Duygusal dönüşüm iki karakteri ayrılığa getiriyor. Ayrılık ise Lai’yi karakter dönüşümüne götürüyor. Tutunduğu tavrı geride bırakan Lai, Ho gibi rentboy olmaya başlıyor. Halka açık yerlerde (sinema, tuvalet vb.) para karşılığında erkeklerle birlikte olmaya başlıyor. İşin en ironik kısmı ise Ho ile ayrıldıktan sonra ilk karşılaşmaları umumi tuvalette rentboyluk yaparken gerçekleşiyor. Birbirine çok zıtken birbirlerine benzemeye başlıyorlar. Hatta aynı oluyorlar. Lai, kınadığı Ho’ya dönüşüyor. Bu açıdan bir aşk filminden ziyade bireysel varoluş filmine dönüşüyor.


Kırık bir aşk hikâyesinin yanında Happy Together aslında umudu temsil ediyor. Seyirciye umudun her daim var olduğunu gösteriyor. Lai’nin Ho ile birlikte kurduğu Iguazu şelalesini görme hayalini Lai tek başına gerçekleştiriyor. Kendi iç hesaplaşması adına Lai’nin Iguazu şelalesini görmesi önemli bir sahne haline geliyor. Hiçbir yere ait olamadığını ve tüm dünyasını Ho’dan ibaret olmasının sebebini bir bekleyenin olmadığından dolayı olduğunu anlıyor. Lai’nin arkadaşı olan Chang’in dünyanın en güneyine yani en ucuna gitmesi ve orada Lai’nin ses kaydını dinletmesi oldukça metaforik bir anlam taşıdığını söyleyebiliriz. Tüm bu talihsizliklerin, ağır buhranların ardından umudun her daim, belki de bu umudun dünyanın en ucunda var olduğunu gösteriyor. Ho’nun her ayrılıktan sonra kurduğu “yeniden başlayalım” repliği bu sefer Lai için çok daha fazla şey ifade etmeye başlıyor.   

Happy Together, queer sinemanın basmakalıp ifadelerinden ve hikâyelerinden sıyrılarak kendini çok daha farklı bir yerde konumlandırıyor. Kar-Wai Wong, aşk hikâyesi anlatırken cinsiyetleri nötrleştiriyor ve evrensel bir ilişki anlatmaya çalışıyor. Aşkı anlatırken bunu bireysel varoluş, duygusal dönüşüm gibi alt metinlerle ele alması ise filmin önemini ve özgünlüğünü beslerken paramparça olmuş bir aşk hikâyesi sunarken de umudu her daim yanında taşıması filmin gücünü daha da fazla arttırıyor. Yönetmene 1997 yılında Cannes Film Festivali’nden “En İyi Yönetmen” ödülü kazandırmasıyla da hem teknik anlamda hem hikâye anlamında seyirci tatmin etmeyi başarabiliyor.

Kaynak: Nejat Ulusay, “Yeni queer sinema: Öncesi ve sonrası,” Fe Dergi 3, sayı 1 (2011), 1-15.

Puanlama

8.2

8.2
Kullanıcı Oyu: ( 4 oylar ) 6.9

Oğuzhan Durmuş 1994 yılında Kocaeli Gölcük'te doğdu. Sinemaya olan ilgisini durduramayıp Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde Radyo, Televizyon ve Sinema okumaya başladı ve hala da okumaya devam ediyor. İleride kendi çekeceği filmlerin hayaliyle de yaşamaya devam ediyor.

Bir Cevap Yazın