Ana Sayfa Yönetmen Sineması Gözden Kaçan Aktif Yönetmenler: David Gordon Green

Gözden Kaçan Aktif Yönetmenler: David Gordon Green

Gözden Kaçan Aktif Yönetmenler: David Gordon Green
0
43 yaşındaki ABD’li yönetmen David Gordon Green genç yaşta yönetmenlik serüvenine atıldı. Kısa film denemelerinin ardından ilk uzun metrajı George Washington’ı 2000 yılında çekti. Kendisi şu anda yönetmenlik mesleğinin yanında yapımcılıkla da uğraşıyor. 

Her yönetmenin birden fazla çalıştığı bazı oyuncular oluyor. Kariyerinin ilk iki filminde (George Washington, All the Real Girls) Gordon’a eşlik eden isim Paul Schneider oldu. Birden fazla filminde boy gösteren diğer isimlerse James Franco ve Danny Mcbride. Gordon 2000 yılından bu yana tam 12 filmi yönetti. Kült korku filmi serisi Halloween’in son filminin arkasında olan bu ismi, film vizyona girmeden önce sizlere tanıtmak, filmlerinin ortak yönlerini ve yönetmenin takıntılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle yönetmenin çalıştığı isimlere baktığımda ne kadar şanslı olduğunu görüyorum. Özellikle Al Pacino, Sam Rockwell ve Nicholas Cage gibi metot oyuncularıyla beraber çalışmak herkese nasip olmaz. Bu isimlerin dışında ana akım sinemanın sevilen isimleri James Franco ve Paul Rudd gibi isimlerle de beraber film yapmışlığı var Green’in. Peki yönetmenin bir tarzı var mı? Yukarı bahsettiğim oyunculardan ne kadar verim almış? En beğendiğim filmi hangisi?

Gordon’un filmlerine baktığımızda genellikle komedi ve dram türünde eserler yarattığını görüyoruz. Bu türler dışında bir kere (Undertow filminde) dramın yanına korkuyu eklemiş, fakat filmin korku kısmı neredeyse hiç hissedilmiyor denebilir. Bu yüzden yönetmen daha çok genel kitleye hitap eden işlerinden peşinden koşuyor diyebiliriz. Hollywood sinemasında son zamanların en çalışkan yönetmenlerinden biri.

Hollywood sinemasına hizmet eden yönetmenlerin tekdüzeleştiğini, işleyen sisteme farklılık getirmekten çekindiklerini inkâr edemem, kendisinin Dünya sinemasına yeni bir soluk getirdiğini, yeteri kadar orijinal olduğunu da düşünmüyorum. Ancak beni bu yönetmeni analiz etmeye iten bazı sebepler var. Özellikle üzerinde durmak istediğim birkaç filmi var. Yıllar içinde her filminde gördüğüm bazı detaylar bana yönetmenin kendi tarzını oluşturma konusunda ne kadar inatçı olduğunu gösteriyor ve ayrıca yıllar sonra devam filmi çekilen, azımsanmayacak derecede fazla fanı olan bir korku serisinin yeni halkası bir komedyene teslim ediliyor. Aslında fena sayılmayacak bir hikâyeye sahip Gordon Green.

Green’i heralde en güzel şöyle tanımlayabilirim: ‘‘Potansiyelli ama kimlik çatışması içinde…’’. İlk çektiği George Washington’la düşük bütçeli bir filmde oldukça orijinal işler başarabilmişti. Filmin atmosferi oldukça farklıydı, filmlerinin bütçesi ve gişe telaşı arttıkça özünü kaybetmeye başladı. Yine de her daim ‘‘Evet, Bu Green filmi.’’ Diyebileceğiniz bazı detayları çoğu filminde kullanıyor. Bir kere Green diyince aklıma gelen anahtar kelimeler: Yol, araba, orman, ağaç. Yol boyunca çekim yapmaktan çok hoşlanıyor. Hatta bu aşkı Prince Avalanche filminde doruklara ulaşıyor. Çoğu filminde orman içinde sahne çekmeden duramamış (Prince Avalanche, Undertow, Joe, Your Highness, Pineapple Express, Snow Angels). Hatta Halloween’in fragmanlarında da ormanda geçen sahneler görüyoruz. Olabildiğince şehirden uzak, kasaba tarzı mekanlarda çekim yapmayı seviyor.

Her filmi hemen hemen düz bir çizgide, işleyişte ilerliyor. Yani seyircinin kafasını karıştırmak, seyirciyle oynamak gibi bir niyeti yok filmlerinde. Bu açıdan yönetmenin gelenekçi yanını keşfetmiş oluyoruz. Filmlerinde hep bir kopma noktası var. Öyle bir an geliyor ki karakterler kendilerini tanıyamaz halde buluyorlar. Bir anda her şeyi dağıtıyorlar, hiç yapmayacakları bir şeyi yapıyorlar ya da bizim onlardan yapmalarını ummadığımız hareketler içine giriyorlar. Bu açıdan bakıldığında da senaryo temelli ufak isyankarlıklarla karakterler deşarj edilerek seyirciye ilginç bir deneyim sunuluyor. Our Brand Crisis, Sitter ve özellikle benim favori filmim Prince Avalanche’da bu kırılma noktalarını görüyoruz. Ne zaman o sahneler başlıyor, görüntüler hızla değişmeye, sesler, görüntüler ve müzikler karışmaya başlıyor. İnsanlar sohbet ediyor arkada uzun süre durmayan bir fon müzikle beraber. Bu fon müziğinin seviyesi arttıkça daha çılgın hislerin ortaya döküleceğini hissediyoruz. Anlattığım tüm bu özelliklerin sadece bir filmde tamamen toplandığına şahit oldum. O da: Prince Avalanche. Belki de bu yüzden en çok bu filmi sevdim. Yönetmenin kimliğini tüm benliğiyle ortaya koyduğu bir film. Daha iyi bir film olabilir miydi? Tabi ki olabilirdi. Zaten ben kendisinin daha henüz hayatının filmini çektiğini düşünmüyorum. Yaşı zaten çok genç. Potansiyelli olduğu için, ileride daha çok iz bırakacak filmler çekebilir. Sitter ve Manglehorn’un senaryoları oldukça klişe ve filmi çekilmeyecek derecede sıkıcı işler. Bu tarz senaryolardan uzak durup, daha seçici davranırsa, daha özgün işlerin peşinden koşarsa kendisi için çok daha iyi olur.

Özetle, daha önünde çok yolu var ve önemli fırsatlar ayağına gelmeye devam ediyor. Son olarak Halloween ile eleştirmenlerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Komedi filmi yönetmeninin bir korku filmini nasıl yorumlayacağını merak ediyorum açıkçası. Kariyeri komedi filmleri arasında geçmiş Jordan Peele ilk yönetmenlik deneyiminde Get Out’u çekti ve inanılmaz güzel tepkilerle karşılaştı. Yakın zamanda böyle bir örnek varken, son zamanlarda korku üstatlarının formsuzluğu da dikkate alınınca Green’e verilen şansı daha iyi anlıyorum. Cadılar Bayramında Halloween ve Green birlikteliğinden nasıl bir sonuç çıkacağına hep beraber şahit olalım.

Bir Cevap Yazın